Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 86

Câhiliyet Türkleri bu ve benzeri yakıştırmalarla bunca medh-ü-senâ edilince, mantıken, beklentiniz şu oluyor: Öyleyse kendimize onları nümûne-i imtisâl ittihâz edelim… Kültürlerini topyekûn canladırıp onu Millî Kültürümüz yapalım… Onların dînini, örfünü, âdetlerini benimsiyelim… İstanbul Türkçesini bırakıp Göktürkçeye, Uygurcaya dönelim… Göktürk veyâ Uygur alfabelerinden birini kabûl edelim… Onlar gibi giyinip onların zevkıyle san'at yapalım… İlh…

 Lâkin Kemalizm, anlaşılmaz bir mantıkla, bu kapıyı kapatıyor… “İlk hedefiniz Akderniz'dir!” emrini derhâl ikinci emir tâkîb ediyor: “Haydi, daha ileriye, Garb'e doğru!” Ve başlıyor bütün kültürünüzü, hayât tarzınızı Frenkleştirmeye… Hukuktan kıyâfete kadar her şey Frenkçe olacaktır… Frenk alfabesi, Frenk tâtîl günü, Frenk mûsıkîsi, Frenk dansları, baloları, içkileri, ilh… Artık her şeyde kıblemiz Frengistan'dır!

Hikmet-i vücûdu: 1) İslâm düşmanlığı, 2) Materyalizm, 3) Avrupacılık, 4) Şahısperestlik olan bu ideoloji, hiç çekinmeden bize diyor ki: “Ne sanıyordunuz? Biz bütün İnkılâpları Frenklerden bir farkımız kalmasın diye yaptık! Her şeyimizle o derece onlara benziyeceğiz ki bir Avrupalı buraya geldiğinde kendisini memleketinde hissedecek!”

Devir; hamd-ü-senâ, tekbîr, tesbîh, taabbüd devriydi

Hemen İnönü'nün azlini tâkib eden günlerde (20 Eylûl 1937, Pazartesi – 25 Eylûl 1937, Cumartesi) akdedilen II. Târih Kongresi, tabîatiyle, bütün Devlet imkânlarını arkasına almış Kemalist Târih Tezinin gölgesi altında yapıldı. Devir öyle bir devirdi ki Kongre'de, kimsenin hakîkî, yâni tecrübî ilim nâmına mezkûr Teze ve ona müstenid teblîğlere îtirâz etmeye, tenkîd yöneltmeye mecâli olamazdı; çünki aksi takdîrde bir ânda hayâtının kararması kaçınılmazdı…

Ya ne olabilirdi? Ancak alkış, tebcîl, tekbîr, tesbîh, taabbüd…

Meselâ Hasan Âli Yücel'in yaptığı gibi…

Bittabi, Hasan Âli Yücel deyip de geçmemek lâzım! O, mükemmel bir emsâldir!

28 Aralık 1938'de, “Millî Şef” ve Başvekîl Celâl Bayar tarafından, istîfâ eden Saffet Arıkan'ın yerine Maârif Vekîli yapılan ve 5 Ağustos 1946'da istîfâsına kadar sekiz seneye yakın bir müddetle bu makamı işgal eden Hasan Âli Yücel, Türkiye'de Kemalist, yâni Materyalist, Avrupacı ve Şahısperest nesillerin yetişmesinde hatırı sayılır derecede hisse sâhibidir. Farmasonların ve Komünistlerin onu iftihârla ve şükrânla yâdetmeleri elbette boşuna değildir…

Hasan Âli Yücel'in tesbîhi

“Ebedî Şef”in ölümünden bir sene kadar evvel tertîb edilen Târih Kongresi'ne nasıl bir havanın hâkim olduğu, Hasan Âli Yücel'in, (Necmeddin Sadak'a âid) Akşam gazetesinde neşredilen başmakalesindeki şu ifâdelerden anlaşılabilir:

[T. Târih Kongresi vesîlesiyle,] Dün [20 Eylûl 1937, Pazartesi] açılan Türk Tarih sergisini, mazide ve halde bize bizi bulduran eşsiz varlığın, Atatürkün izinde yürüyerek ziyaret ettik. Bunun mânası şu idi:

“Türk milleti dünde ve bugünde neye sahip ise hepsini ona bulduran ve veren, yarın için en bahtiyar bir istikbali, bir ata mirası olarak müstakbel nesillere bahşeden Büyük İnsan; tarihten önceki devirleri başlangıç almış ve Türkiye cumhuriyeti ile en özlü bir eserde noktalanmış on binlerce yıllık bir yol üzerinde yürüyordu. Biz de onun arkasından, asırların çizdiği bu hattı şuurla, dikkatle ve içimizde saklamıya çalıştığımız heyecanla takip ediyorduk. […]

“…Dün ile bugün, mazi ile hâl, tarih ile istikbal, (Atatürk gibi) büyük bir şahsiyetin iradesinde tecessüm etmiştir… Onun için biz Atatürkün varlığında bütün Türk tarihini görüyoruz ve mazimizi, onun dehasının eski günlerimize ışık salması, istikbalimizi gene onun dehasının nurlarını ileri ufuklara uzatması mânasına alıyoruz.” (Hasan Âli Yücel'in başmakalesi: “Türk Tarihi ve Atatürk”, Akşam, 21 Eylûl 1937, ss. 1 ve 9)

 

“(Tarih kurultayına iştirak etmek üzere dün şehrimize gelen yedi profesörden) Berlin Üniversitesi Arab ve İslâm dünyası profesörü Hartmann, Türkçe olarak [tezini şöyle hülâsa etti]: ‘…Osmandan Fatihe kadar bugünkünden başka manada bir Türkiye mevcuttu. Türk kavimleri mevcuttu; fakat millet teşekkül etmemişti. Yavuz Selimden sonra ise, Osmanlı İmparatorluğu hilâfet olub Osmanlı memleketi bir İslâm memleketi haline geldi. Atatürk eski Türklerin yapamadığını yaparak kuvvetli bir millet vücude getirmeğe muvaffak oldu. Yeni Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunun mâbâdi değildir. İlk Türklerin modern ve mütekâmil şekilde devamıdır.”
*** 

 

 

 

Hasan Âli, taptığı “Yarı İlâh”a nisbetle sıfırmış

Hasan Âli, kendisini, taptığı “Yarı İlâh”a nisbetle sıfır mesâbesinde göstererek onun gözüne girmişti:

“1930, Serbest Fırka'nın feshinden sonraki seyahatlerinde.

“-Hasan Âli beyefendi, siz felsefe okumuşsunuz, okutmuşsunuz. Elbetteki sıfır ne demek olduğunu bilirsiniz. Bize ‘sıfır'ı tarif eder misiniz?

“Hasan Âli bey, meşgul olduğu bir saha üzerinde sual tevcih olunmasından memnun. Hele bu sualin ‘sıfır' mes'elesi gibi kendisince mükemmel bilinen bir mevzua taallûk etmesinden dolayı büsbütün memnun…

“Efendimiz, sıfır, hayatta ademin, varlıkla yokluğun…

“Anladım! Hayat ebedî ise, adem ebedî değil mi?

“Şüphesiz, Efendimiz, hayatın ebediyetinde…

“Hayır, ben size sıfırı soruyorum. Sıfır adem demek midir? Sıfırla yokluk arasında ne fark vardır?

“Efendimiz, birisi, yani sıfır, yaşanmış bir şeyin yokluğudur. Halbuki…

“Hayatı nasıl tasavvur ediyorsunuz.

“Efendimiz, sıfır, yok demektir.

“Güzel! Bu yok olan şey, bir rakamın önüne, sağına geçince onu (10) misli yükseltiyor. Bu nasıl olur?

“Hasan Âli bey, sualler karşısında mağlup olmak üzere…

“Dinleyiciler, bu musâraayı zevkli ve eğlenceli buluyorlar. Anlaşılan, Atatürk de, Hasan Âli beyi fazla sıkıştırmak, mağlup etmek ve sonra da haşlamak için bu sualleri sormuyor. Maksat, iki saattenberi ciddî mes'elelerle uğraşmaktan doğan ağır ve yorucu havayı dağıtmak…

“Hasan Âli, nereye gitse yakalanıyor… Nihayet, ilminden ziyade zekâsını kullanmak icab ettiğini anlıyor:

“- Efendimiz, diyor, daima arkanızda ve solunuzdayım. Sıfır, işte Efendimizin solunda olan bendenizim!” (Ahmet Hamdi Başar'ın -1897/1971- rivâyeti; Kemal Arıburnu, Atatürk; Anekdotlar – Anılar, Ankara: Ayyıldız Matb., 1960, ss. 39-40)

 

“- Efendimiz! Daima arkanızda ve solunuzdayım. Sıfır, işte Efendimizin solunda olan bendenizim!”
***