Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 90

Başvekîlin ve Hükûmetin îtilâfnâmeyi tefsîri isâbetliydi

Hükûmetin bu karârnâmesindeki tefsîr tamâmen isâbetlidir:

“Kara sularımız haricinde, Silâhlı Kuvvetlerin iştirakiyle bir teşriki mesai, mukavele ahkâmı haricindedir.”

Binâenaleyh kendi ihtiyârımızla böyle bir müzâkereye girmenin de lüzûmu yoktur…

Başvekîl, Türkiye'yi, çatışmalardan uzak tutma gayreti içindeydi

Başvekîl, Türkiye'yi, hazırlanmakta olan Cihân Harbinde taraf olmaya sürükliyebilecek herhangi bir adım atılmasını kat'iyen istememektedir. Onun mülâhazasına nazaran, Türkiye'nin açık denizde mezkûr iki donanmaya kendi harb gemileriyle müzâhir olması, onu, (korsan denizaltıların kendisine âid olduğu neredeyse âşikâr olan) İtalya'yla karşı karşıya getirebilecek, hiç istemediği bir harbin içine sürükliyebilecektir. Tabiî, İtalya'yla çatışmak, Almanya'yı da karşısına almak, böylece muhtemel Cihân Harbinde taraf olmak demektir. Dr. Aras'ın yukarıdaki telgrafı, onu neredeyse panik derecesinde bir endîşeye düşürmüş, bundan sonra, hep böyle bir ihtimâli bertaraf edecek tedbîrlere yönelmiştir.

“Büyük Şef”, kendi siyâseti îcâbı, Îtilâfnâmeyi yanlış mânâlandırıyordu

“Büyük Şef” ise, bu mes'elede daha atak davranarak Türkiye'nin “milletler arası âlemde” îtibârını arttırmak fikrindedir. O, Niyon Îtilâfnâmesi'nin “müzâheret”le (“assitance” –asistans-) alâkalı hükmünü, tam da İnönü'nün korkularını kamçılıyacak (ve metnin medlûlüne muhâlif) sûrette tefsîr etmekte ve bahis mevzûu iki donanmaya açık denizde de askerî müzâherette bulunmakta bir mahzûr görmemektedir:

“İsmet İnönü'ne, 12.9.1937.

“1- İcra Vekilleri kararı iki cümleden ibarettir. Birinci[si] Nyon Mukavelesinin kabulü, ikincisi ise Nyon Mukavelesinin bir noktasının reddi gibi görünüyor; çünkü imza olunacak mukavelede ‘Les autres Puissances participantes qui sont riveraines de la Méditerranée s'engagent à fournir à ces flottes, dans la mesure de leurs moyens, l'assistance qui leur serait demandée' cümlesi ile biz zaten kara sularımız haricinde İngiliz veya Fransız donanmalarına vesaitimizin imkânı derecesinde yardım etmeye angaje olmuş vaziyetteyiz. Bizim kara sularımızda, onların faaliyette bulunmaya mezuniyetlerini ise, bunu takip eden cümlede görüyoruz. Binaenaleyh kararınızın birinci cümlesiyle ikincisi arasında bir tezat olup olmadığının tespiti için bir kere daha gözden geçirilmesini rica ederim.

“2- Aras'ın bu noktaya ait mütalâasını gözden geçirirsek, kendisinin buna mütemayil ve fakat derakap konuşmakta ihtiyatkâr olduğunu da görürüz. Ben, böyle bir iştiraki mesaiden, eğer Rusları memnun etmekte bir fayda görürseniz, onların da memnun olabileceğini zannederim. İstişmâm edildiği gibi, İtalyanlar da bu kontrol meselesine fiilen iştirak ederlerse, o zaman hiç mahzur kalmaz; bilakis biz milletlerarası âlemde, büyük devletler arasında iş görecek bir mevkide bulunduğumuzu göstermiş oluruz.

“3- Bence İngilizlerle bahis konusu olan noktai nazardan konuşmak, mukavele ahkâmı haricinde değildir; ancak konuşulmak mevzuubahs olduğunda bizi ihtiyatkâr harekete sevkeden sebepler dolayısiyle, ayrıca Hükûmete sormadan neticeli mükâlemeye Aras'ın girişmemesi muvafık olur…” (Soyak 1973: II/672)  

Başvekîl, “Büyük Şef”in tenâkuz ithâmını reddediyor

“Büyük Şef”in Îtilâfnâmeyi yanlış mânâlandırarak, ısrârla, buna göre bir siyâset tâkîb edilmesini tavsıye etmesi üzerine, Başvekîl, mes'eleyi tekrâr tedkîk ve Hâriciye Vekîliyle müzâkere ediyor, binnetîce 12 Eylûl 1937 târihli Hükûmet Karârnâmesinde tenâkuz olmadığı kanâatinde ısrâr ediyor:

“Atatürk'ün Yüksek Huzuruna; 12.9.1937, saat 24.

“Doğu Akdenizde ve açık denizde korsan takibini taahhüt etmiş olan İngiliz ve Fransız donanmalarına imkân nispetinde yapılacak yardım manasında, torpido ve saire gibi silâhlı vasıta bulunup bulunmadığını uzun boylu tetkik ettik; fakat nihayet Dr. Aras'a da telefonla sorduk. Bu cümlede, mukavele icabı olarak, açık denizde silâhlı kuvvetle iştirâk mecburiyeti olmadığını anladık. Şu halde böyle bir iştiraki mesai, ayrıca bir müzakere ve anlaşma ile tahakkuk edebilecektir ki, böyle bir müzakereye girmek için vaziyeti ve zamanı erken addettik. İtalya'nın vaziyetinin vuzuh peyda etmesi başlıca beklediğimiz şeydir. Eğer denildiği gibi İtalya, bu mukaveleye iştirak ederse, Akdenizde bu tedbirler yüzünden ihtilât zuhuru ihtimali azalır; fakat İtalya iştirak etmezse veyahut iştirak ederek yine gemiler batırılması devam ederse, açık denizde kuvvetlerimizin faaliyeti bizi ihtilâtlara süratle ulaştırabilir. Bu mülâhazalarla şimdilik mukavelenin ahkâmı dahilinde kalmayı düşündük ve ayrıca açık denizde teşriki mesai için Dr. Aras'ı talimat ile takyit ettik ve mukavele üzerine vaziyeti bilhassa İtalya'nın iştirak kararının tavazzuh etmesini bekledik. Kararnamenin iki cümlesi arasında bir tenakuz olmadığı Dr. Aras'tan aldığımız yeni izahat ile anlaşıldıktan sonra tasdike arzolunmuştur…” (Soyak 1973: II/672)  

“Büyük Şef” ithâmında ısrâr ediyor ve sinirler geriliyor

Gece yarısı gelen bu telgraf üzerine, “Büyük Şef”, mukabil bir telgrafla, alâkalı Hükûmet Karârnâmesinde “tezat mevcut olduğu” görüşünde ısrar ediyor ve kendi telgraflarının Hâriciye Vekîline iletilerek tekrâr onun yorumunun öğrenilmesini istiyor.

O gece, hir iki tarafın da âsâbı bozulmuş bir vaziyette sona eriyor:

“Atatürk, geçen münakaşadan epeyce sinirlenmişti; karşı tarafın da aynı halde olduğunu seziyordum…” (Soyak 1973: II/673)  

13 Eylûl 1937: Hükûmette fırtına kopuyor

“Büyük Şef” ve Başvekîl, “İtilâfnâme'nin yorumunda ve ona istinâden tâkîb edilecek siyâsette mutâbık kalamıyorlar ve ertesi günü (13 Eylûl 1937), Hükûmette fırtına kopuyor:

“…Öğrendiğime göre, içtimada, ‘Devlet Reisi ile aramızda ihtilâf çıktı' diye söze başlıyarak gece cereyan eden muhabereyi anlatmış… […]

“Sonradan öğrenmiştim ki müzakere sırasında Maarif Vekili rahmetli Saffet Arıkan: ‘Bu gibi ehemmiyetli meselelerin vasıtalarla ve telefonla görüşülüp halledilmesi ve eğer varsa, görüş ayrılıklarının giderilmesi güç olur; bunun için Başvekil Paşanın derhal İstanbul'a giderek bu hususta Devlet Reisi ile doğrudan doğruya görüşmesi muvafıktır' yolunda pek doğru ve mantıkî bir mütlâada bulunmuş; fakat Başvekil bu teklife kızmış ve şiddetle reddetmiş…

“Diğer bir Vekilin: ‘Eğer hakikaten ihtilâf mevcut ise ve biz de görüşümüzde ısrar ediyorsak, istifa etmemiz icap eder' yollu mütalâasına da aynı şiddetle: ‘Hayır, çekilmiyeceğiz' cevabını vermiş…” (Soyak 1973: II/674-675)  

 1_39

Niyon Konferansı'na Türkiye Murahhası olarak iştirâk eden -“Büyük Şef”ın has adamı ve Selânikli değişmez Hâriciye Vekîli- Dr. Tevfik Rüştü Aras (1883-1972) (resimde solda) ve yine Konferans çalışmalarına katılan -1920'li, 30'lu senelerin yüksek tirajlı Akşam gazetesinin sâhibi, Türkiye'nin Cem'iyet-i Akvâm nezdinde Dâimî Murahhası (bilâhare “Millî Şef” devrinde Hâriciye Vekîli), İctimâiyât Müderrisi- Necmeddin (Sadık) Sadak (1890-1953) (resimde ortada) Niyon Konferansı'ndan çıkarlarken…

Niyon Îtilâfı hakkında İki Şef arasındaki ihtilâfın fitilini (Şef'inden aldığı tâlîmât üzerine) Dr. Aras ateşledi…

Necmeddin Sadak ise, “Tek Adam”ın, ihtiyâc duyduğu mevzûlarda imzâsını kullanarak başmakaleler neşrettiği bir başka mûtemeddi… (Bunlardan İnönü ve Bayar hakkındakini, biraz aşağıda göreceğiz…)

***