Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (10)
Ömer Rıza Doğrul: O, eseriyle de ölümsüz “müheykel ebediyettir”
Beynelmilel
Mason Mâbedi’nin -Sel̃âmet Mahfili’nde tekrîs edilmiş- bir kıdemli mensûbu
olan, uzun zaman Sertel’lerle çalışan, gazeteci, edebî muharrir ve mütercim,
araştırma kitabları müellifi, Kur’ân mütercim ve müfessiri, Selâmet mecmûası nâşiri, bilâhare (1950)
DP Konya Meb’ûsu Ömer Rıza Doğrul’un makâlesi, ibretle okunuyor:
“Şarkın
büyük adamlarından biri, dünyanın en büyük adamlarından birini ebediyete
uğurlarken ‘bu adam, iki kere ölmiyecek bir adamdır’ demişti. Çünkü her faniye
mukadder olan ölümden sonra yine her faninin izini, hatırasını ve eserini
tehdit eden ikinci bir ölüm vardır, ve asıl korkulacak ölüm, bu ölümdür.
“Devrine
erişmek, ve devrinin asırlara sığan hâdiselerini, heyecanlarını, mücadelelerini
ve hamlelerini yaşamakla bahtiyar olduğumuz, sonunda kendisini ebediyete
uğurlamak gibi vazifelerin en acısıyla karşılaştığımız Büyük Atatürk ise, hiç
şüphe yok ki, bu ikinci ölümü, hayatiyle ve eseriyle yenmiş bir müheykel
ebediyetti.
“Hepimiz onun eseriyiz! En büyük Türk olarak yaşamak
hakkı onundur!”
“Eseri,
hepimiz, ve bütün bu millettir. Yeni bir millet yaratıcısı olarak bütün Türk
tarihi içinde en yüksek makam; bütün Türk tarihinin büyükleri arasında en büyük
Türk olarak yaşamak hakkı, daima ona ait olacaktır. Hiçbir büyük Türk, Türk
milletine onun yaşattığı tarihi yaşatmadı. Milletin bükük boynu, yıkık gövdesi,
ve ölüm buhranları geçiren ruhu, onun bir temasiyle, bir ikaziyle, bir
davetiyle, ve bir hamlesi ile bütün dünyayı hayran eden bir hayatiyet gösterdi.
Milletin hayatiyet kaynaklarını derhal faaliyete geçirecek, derhal seferber
edebilecek millî rehber o idi. Onun bir işaretiyle, milletin Büyük Harpte israf
edilen kudreti, birden canlanınca, dünya parmak ısırdı. […]
“Türk milleti Atatürk’ün her irşâdını, her işâretini
derhâl̃ bir hak̆îkat̃ yapıyor ve o hak̆îkat̃i yaşıyor ve yaşatıyordu”
“…Avrupa,
Türkün, kurtuluş savaşında kazandığı muvaffakıyetle kanarak eski tarzda
yaşıyacağını; köhne an’anelerin zincirlerine bağlı kalacağını, Şark
medeniyetinin uyuşturucu tesirine boyun eğerek hayatiyetini yıpratacağını
sanmakta idi. Bütün dünya aldanıyordu. Çünkü Atatürk, kurtuluşu tamamlamaya
azmetmiş ve bütün millet, kurtuluş savaşının birinci safhasında olduğu gibi
ikinci safhasında da onun irşadiyle hareket ederek hayat mücadelesinde en katî
zafere kavuşmak istemişti. Millet tam mânasiyle bugünün en ileri milleti olarak
yaşıyacak ve daima ilerliyecekti.
“Kurtuluş
savaşının bu ikinci safhası, belki de birinci safhasından daha çok fazla bütün
dünyayı meraklandırdı ve şaşırttı. Çünkü bunu ‘imkânsız’ sayıyorlardı. Şarklı
bir milletin garpleşmesine, muasır hayata kavuşmasına, muasır medenî milletler
gibi yaşamasına imkân mı vardı? Fakat yanılıyorlardı.
“Türk
milleti Atatürkün her irşadını, her işaretini derhal bir hakikat yapıyor ve o
hakikati yaşıyor ve yaşatıyordu.
Ne mutlu bize: Memleketimiz, topyek̃ûn hüviyet
değiştirdi ve “Kemalist Türkiye” oldu!
“Türk
milleti yalnız hurafelerden ve batıl itikatlardan, yalnız köhne an’anelerden,
yalnız mazinin boyunduruklarından silkinmemiş; bütün varlığını, varlığının
mesnedi olan bütün müesseselerini, bütün teşkilâtını yenilemiş, bütün
ihtiyaçlarını bugünün vasıtalariyle, bugünün fenniyle temine koyulmuş ve
muvaffak olmuş; Türk milletinin prestiji yükselmiş, Türk milleti, dünya
siyasetinde en önemli âmiller, dünya sulhünün güvendiği en kuvvetli destekler
arasında en şerefli mevkii almıştı. Çünkü Türkiye tam mânasiyle Atatürk Türkiyesi
olmuştu! […]
“Atatürk
Türkiyesi, bütün dünyanın dostluğunu aradığı, dostluğuna güvendiği, dostluğunu
barış namına, insanlığın refahı namına büyük bir kazanç tanıdığı bir Türkiye
idi. Ve bu Türkiye daima bu şahikada kalacak, daima daha yüksek şahikalara
varacaktır.
“Atatürkün
ebediyete kavuştuğu bu sırada dünyanın her meleketinde ayni ses yükseliyor:
‘İnsanlık
büyük bir devlet adamını kaybetti.’
“Büyüklüğünü
bütün insanlığa tanıtmak ve milleti nazarında, tam kurtuluş kahramanı tanınmak,
bir faniye nasip olacak en büyük bahtiyarlıktır.
“Onun
için Atatürk her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hürmet ettiği en
büyük adam ancak bir kere ölür!” (“Bütün Dünyânın Hürmet Ettiği Büyük Türk”)
Ömer Rıza Doğrul: “Bütün Şarkın Tapındığı Kahraman”
Ömer
Rıza Doğrul, dâimî muharriri olduğu Cumhuriyet’in
10 Kasım 1947 târihli nüshasında (s. 4) “Bütün Şarkın Tapındığı Kahraman: Şark
ve İslâm Âleminde Atatürk” başlıklı bir makâle dahi neşretmişti ki bu da,
ibretle okunmıya değer:
“Atatürk,
Şark ve İslâm âleminde, eşsiz ve ölmez şöhretler arasındadır. Türk milletinin
kurtuluş savaşını en kat’î ve en şanlı zaferle taclandıran Atatürk, bütün Şark
ve İslâm milletlerinin tapınırcasına sevdiği kahraman bir şahsiyettir. Bütün
İslâm milletleri, Türkün kurtuluş savaşını en büyük dikkat ve heyecanla takib
etmiş ve zaferlerimizi bizim gibi kutlamışlardı. […]
Ömer
Rıza’nın bundan sonraki îzâhatına nazaran, İstik̆l̃âl̃ Harbi zarfında “takdîs
edilircesine saygı gören Atatürk”ün imajı, Kemalist İnk̆il̃âblar devrinde sarsılmış,
“sömürgecilik zihniyeti”, İnk̆il̃âbların Müslümanlığı yıkmıya müteveccih olduğu
“yalan”ını propaganda ederek, hem Şark ve İsl̃âm Âlemini Türkiye’den
soğutmuşlar, hem de -Mustafa Kemâl̃’i örnek alarak- sömürge olmaktan kurtulmak
için yapılan mücâdeleleri bu sûretle zaafa uğratmıya çalışmışlardır. 1947’ye
gelindiğinde ise, İsl̃âm Âleminde yapılan “aydınlatıcı” neşriyât sâyesinde,
Kemalist Rejimin, Müslümanlığı değil, “cehâlet, taassub ve esâreti hedef
tuttuğu” anlaşılarak “Atatürkün ölmez şöhreti, kat kat canlanmak” yoluna
girmiştir:
“(İslâm
Âleminin tavrında) ikinci devir, Türk inkılâbının başarıldığı, yani hilâfetin
ilga edildiği, medreselerin ve tekkelerin kapandığı, şapkanın kabul olunduğu,
medenî kanunun tatbik edildiği, kadın hürriyetinin ilân edildiği, harflerin
değiştirildiği devirdir.
“Bütün
bu başarılar Şark ve İslâm âleminde taraftar bulmamış değildir. Fakat ekseriyet
bunlardan ürkmüş ve bu hali İslâm camiasından ayrılmak, garblılaşmak değil,
fakat frenkleşmek [Sanki arada fark varmış gibi!] mahiyetinde telâkki etmiş ve
bu sırada Atatürk hakkındaki sevgileri gibi Türk milleti hakkındaki güvenleri
de kısmen sarsılmıştı.
“Türk
milletinin İslâm âlemine bir mücahede örneği teşkil etmesinden ve hepsini
hürriyet ve istiklâlini kazanmağa teşvik eden bir manevî amil olarak ortaya
çıkmasından hoşnud olmıyan sömürgecilik zihniyeti, bu fırsatı ganimet sayarak
Türk inkılâbını ne kadar fena tasvir etmek mümkünse öylece tasvir etmiş ve Garb
medeniyetinin ne kadar çirkin ve çirkef tarafları varsa, yalnız bunların
Türkler tarafından alınmış olduğunu ileri sürmüştür. Bunlara göre Türk
inkılâbı: Dans, içki, kumar, kadın çıplaklığı ve umumî ahlâksızlıklar,
dinsizlik demekti. Sömürgeciliğin hedefi, yalnız Türk inkılâbını kötülemek
değildi, aynı zamanda, diğer Şark ve İslâm milletleri içinde hürriyet ve
istiklâl peşinde koşan liderlerin de hep aynı hedefler peşinde koştuklarını ve
muvaffak oldukları takdirde aynı şeyleri yapacaklarını telkin ederek millî
liderlerle halkın arasını açmak, böylece millî hareketlerin hızını kırmaktı.
(Cumhuriyet,
10.11.1947, s. 4)
Bâtıl bir efsâne, her kesimden hak̆îkat̃siz
kimselerin mârifetiyle, böyle yaşatılıyor…
***