VF kat sol
VF kat sağ


Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (11)

“Türk inkılâbı aleyhinde yapılan bu propagandanın muvaffak olmadığını iddia etmek yanlış olur. Çünkü bu propaganda, hiçbir mukabele görmeden yayılıyordu ve biz inkılâbla meşgul olduğumuz için, ne yaptığımızı anlatmağa vakit bulmamış, yahud ehemmiyet vermemiştik.

“Bunun neticesi olarak düşman propagandası alabildiğine yayılmış ve bizi bütün İslâm âlemine ‘Dinsiz ve ahlâksız’ göstermek için elinden geleni yapmıştı. […]

“Bu devir hâlâ devam ediyorsa da eski hızını çoktan kaybetmiştir. Bunun sebebi, bütün Ortaşark memleketlerinde yerli muharrirler tarafından yazılan ve Türk inkılâbını izaha teşebbüs eden eserlerdir. Bugün bu eserlerin sayısı mühim bir yekûn tutmuş ve bu eserlerin bir çoğu durumu değiştirmeğe muvaffak olmuş bulunuyor. […]

“Türk inkılâbının cehalet, taassub ve esareti hedef tuttuğu ve bunları ortadan kaldırmak istediği anlaşıldıkça Atatürkün Şark ve İslâm âleminde kazanmış olduğu ölmez şöhretin kat kat canlanacağı muhakkaktır ve bunun böyle olacağı şimdiden belirmiştir.”

11 Teşrînisânî 1938 târihli Yeni Sabah’daki tapınış

Yeni Sabah’ın Sâhibi, Ahmet Cemalettin Saraçoğlu idi. Kendisi, birinci sayfada, “Her Sabah” sütûnunda günlük fıkralar da yazmaktaydı. Gazetenin Başmuharriri ise, Hüseyin Cahid Yalçın’dı. Muharrirleri arasında –“Şimdilik Bu Kadar!..” sütûnunda günlük fıkralar yazan-  Murad Sertoğlu da bulunuyordu.

“Ulu Şefin ölümünün sâdece Türkiye’de değil, bütün cihânda teessür uyandırdığını” iddiâ eden sekiz sayfalık bu gazetenin kısm-ı âzamı da, Mustafa Kemâl̃ hakkında, perestişe varan haberler, makâleler, tahrîfk̃âr “tedk̆îk̆ler”le doluydu.

3. sayfadaki bir başlık: “Atatürkün ölümü, Bulgaristanda çok büyük ve samimî bir teessür uyandırdı.” Yanındaki sütûnda, Hük̃ûmetin bu vesîleyle toplandığına dâir haber ve “Büyük Önder Atatürk”ün elinde şapkayle tam boy bir resmi…

4. sayfanın başlığı: “İstanbul Dünü Matem İçinde Geçirdi. Bütün Halk Ulu Önderin Ardından Ağlıyor. Üniversitede Yapılan Merasim. Halkın Tahassüsleri. Bütün Eğlence Yerleri Kapandı.”

5. sayfanın başlığı: “Büyük Şef Atatürkün Hayatı ve İnkılâpları. Mustafa Kemalden Atatürke. O, Herşeyden Evvel Türk Milletinin Kudretine İnanıyordu. Türk Milleti de Ona İman Etti.”

A. C. Saraçoğlu: Onu “dâimâ canevimizde hissedeceğiz; eseri, ismi, dehâsı ebedî kalacaktır!”

“Atatürk her fani gibi bugün artık hayata gözlerini yummuştur, lâkin onun eserleri ölmemiştir ve ölmez.

“Atatürk milletine bıraktığı ölmez eserleriyle ebediyen aramızda yaşıyacaktır. Atatürk can vermek üzere bulunan bir milleti yeniden [?] diriltti ve şayet o artık öldüyse dirilttiği millet ezeliyen yaşıyacaktır. [“Ebediyen yaşıyacaktır” olmalıydı!] Lâyemut yaptığı o millet yaşadıkça da Atatürkü daima aramızda, yanıbaşımızda, canevimizde hissedeceğiz.

“Atatürk öldü, lâkin Türk milleti yaşıyor. Ve yaşıyacaktır.

“Nazik bir devirde yaşıyoruz. Belki bazı haricî spekülatörler bundan istifade etmek hevesini biran içlerinde hissedeceklerdir. Fakat onlar bu teşebbüsleri neticesinde ancak, kafalarını müttehit bir çelik kale olan Ulu Önderin ölmez eserine çarparak parçalıyacaklardır.

“Atatürkün ebedî eseri, onun ismi, onun dehası gibi ebedî kalacaktır.” (“İnsanlar Fanî, Eserler Bakidir”)

Murad Sertoğlu: O “ebediyen içimizde kalacak ve dâimâ, dâimâ onun peşinden gideceğiz!”

“Türk milleti, Türk soyu koynundan çok büyük adamlar çıkardı. Cengizler, Atilalar, Fatihler, Yavuzlar, Kanunîler, başka milletlerin tarihinde kâ’bına erişilmiyen, benzeri yetiştirilemiyen varlıklardır. Fakat Atatürk, bulunduğu imkânlar dahilinde en büyük eseri yaratan adam olarak tarihe geçecektir. Bütün bu Türk büyüklerinin arkasından ağlandı, yas tutuldu. Fakat yüce Atatürkün ardından duyulan teessür, hissedilen acı, bütün bu ıztırabların, bütün bu acıların kat kat fevkındedir.

“O, Türk milletinin kalbine ve imanına en büyük kudret, en büyük haşmetle ve bir daha çıkmamak üzere girdi. Onun için o, çelik bakışlı, çelik iradeli adam ebediyen içimizde kalacak ve daima, daima onun peşinden gideceğiz. Onun yarattığı eseri idame edeceğiz.” (“En Büyük Matemimiz”)

Hüseyin Cahid Yalçın: “Bugün hayâta gözlerini kapıyarak ademin karanlıklarına vücûdünü terkederken l̃âyemutluğun yüksek şâhikalarında çehresi nûrânî bir hâle ile parlıyor”

Gazeteci, edebî muharrir, mütercim, siyâsetci, nâşir, fikir adamı, İttihâdcı, Kemalist, Türkiye Meşrik̆-i Âzamı’nın müessislerinden ve Siyonizmin destekcilerinden, Müslümanlığın ve Allâh ak̆îdesinin en yaman hasımlarından: Hüseyin Cahid Yalçın… Sabataî Cemâat̃inin, sînesinden çıkardığı belki en kudretli kalem… (Sabataî hüviyetini, Cengiz Şişman’dan naklen, aşağıda bahis mevzûu edeceğiz.) Türkceyi fevkalâde mâhirâne kullanıyordu. Kalemi, ömrünün seyri içinde, her geçen gün biraz daha fazla kıvraklaşmış, bir o kadar da keskinleşmişti. Türklerin içinde dahi, kalemini bu kadar têsîrli kullanan bir gazete muharriri zor bulunur!

Kabına sığmaz mizâcı sebebiyle, zaman zaman Mustafa Kemâl̃’in fiskesini yediyse de, bunlara takılıp kalmadı ve Kemalist Totaliter Rejimin nîmetlerinden de istifâde ederek, kılıçtan keskin kalemini Kemalizmin hizmetine verdi. (Can dostu Mehmet Câvid Bey, “Mutlak Şef”in hışmından onun kadar ucuz kurtulamadı! Vâkıa, birincisi ciddî bir rak̆îbdi; ikincisinin öyle bir “günâh-ı kebîr”i yoktu… Mustafa Kemâl̃’den yediği bir fiskenin sebebi, Târihî Türkcemizin tabiî inkişâfına müdâhale edilmemesini müdâfa etmesiydi. Başka mes’eleler bir tarafa, kendisine bu bakımdan da, Türkcenin gelişmesine katkısı sebebiyle de müteşekkiriz… Mütercimliği ayrıca takdîre şâyândır…)

Başmakâlesi, telk̆în ettiği fikir ve hislerin esâsı bâtıl olsa da, güzelim Türkcesi, têsîrli üsl̃ûbu sebebiyle zevk̆le okunuyor. Hak̆îkaten, Hüseyin Cahid, bize zehri altın kupada sunmasını biliyor! “Müslüman muharrir” olmak iddiâlarına rağmen Kemalist Uydurma Dille yazan, konuşan “muharrirler” utansınlar!

“Atatürk öldü. Bu kısa ve basit cümlenin Türk milleti için ifade ettiği ıstırap ve teessürün hakkile tasvirine imkân olamaz. Onun hayatı baştan başa bir mücadele ve bir destandır. O da hepimiz gibi bir insandı, fânî bir mahlûktu. Fakat muvakkat hayatı içinde ebediyeti kucaklamak gibi bir harika göstermişti. Çalıştı, çırpındı; ihtiraslar ve kinlerle mübareze etti. Fakat bugün hayata gözlerini kapıyarak ademin karanlıklarına vücudünü terkederken lâyemutluğun yüksek şahikalarında çehresi nuranî bir hale ile parlıyor. Çokları için bir nisyan uçurumu olan ölüm, onu insanlık zaaflarından uzaklaştırmak suretile bütün bütün büyültmüştür.

“Atatürkün ölümü bugün, bilâistisna, her Türkün kalbini hüzün ve elemle dolduruyor. Çünkü Türk milletini inkıraz felâketinden, zillet ve esaretten o kurtardı; canlı, muntazam ve modern bir devlet[i] o kurdu.

“…Haşmeti huzûrunda huşû ile iğilmek, her Türk için en tabiî bir vicdân borcudur”

“Fakat bununla kalmadı. Atatürk milletini ortaçağların köhne ananaleri ve müteassıp bağları ile zincirlenmiş tefekkürün esaretinden kurtararak hür ve modern düşünce ve hareket sahasına eriştirdi. Onun asıl büyüklüğü işte bundadır. İnkâr kabul etmez muazzam hizmetlerinin ve muvaffakıyetlerinin haşmeti huzurunda huşu ile iğilmek her Türk için en tabiî bir vicdan borcudur.

“Atatürk’ün beş-on sene içinde yaptıklarını biz asırlar içinde bile bu millete nasîb olamıyacak saâdetler diye hülyâ ederdik”

“Türk milleti kahramanlar fideliğidir. Tarihin en eski zamanlarındanberi Türkün adı, Türkün şanı ve ordusu Dünyaları kaplamış, her kıtada hükümran olmuştur. Büyük imparatorluk bânileri, cihangir kumandanlar, yüksek devlet adamları itibariyle Türk dünyanın en zengin milleti sayılabilir. Böyle bir millet içinde temeyyüz ve teferrüt edebilmek çok zor bir mazhariyettir. Atatürk işte bu harikayı gösterdi. Büyük bir kumandan, yüksek bir devlet adamı ve dahî bir inkılâpçı olarak cihan tarihinde yer aldı.

“Atatürkün beş on sene içinde yaptıklarını biz asırlar içinde bile bu millete nasip olamıyacak saadetler diye hülya ederdik. Onda derin ve uzak bir gröüş, devamlı ve yılmaz bir irade, askerlik sahasında olduğu kadar idare ve siyaset âleminde de büyük bir manevra kabiliyeti vardı. Hedefi göz önünden kaybetmeden, ahval ve şeraitin icaplarına uymağı ihmal etmezdi. Lâzım geldiği zaman en şiddetli bir hamle ile bütün batıl itikatlara, kökleşmiş itiyatlara hücum etmekte ve her şeyi yere yıkmakta tereddüt etmeyen bu müceddit henüz münasip vaktin hulûl etmediğini hissettiği dakikalarda teenni göstermesini de bilirdi.

“İnk̆il̃âblarını bir sehl-i mümteni ile yaptı”

“Bu milletin ruhunu en iyi Atatürk anladı. O kadar büyük inkılâpları o kadar bir ‘sehli mümteni’ ile yaptı ki bunları hayret ve zevk ile temaşa etmemek kabil değildi. Bütün yenilikler sanki sihirli bir güneşin hayat verici tesiriyle kendi kendiliklerinden fışkırıyor gibi, tabiî surette, kolay kolay biribirlerini takip ettiler.

“Atatürk ve millet aynı şeydi”

“Atatürk en çetin imkânsızlıkları dünyanın en kolay, hergünkü işleri gibi başa çıkarmağa muvaffak oldu. Çünkü yanılmaz bir keşif ve intikal sırriyle devrinin istidat ve temayüllerini keşfetmişti; milletin istidadı, ihtiyacı ile yekvücut olmuştu. Ahval ve şeraitin icapları onda teşahhus etmişti. Atatürk ve millet ayni şeydi. İşte baştaki şefin ve o şefe sarsılmaz bir iman ve itimad ile bağlı milletin bu âhenktar anlaşmalarıdır ki tarihin en büyük mucizesi olan Türk Cumhuriyetini yarattı.''