Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (12)

WhatsApp Image 2022-08-15 at 16.21.09.jpeg

(Yeni Sabah, 11.11.1938, s. 1)

Sabataî Cemâat̃inin ve müttefîk̆lerinin başlıca bir tâbiyesi, biz Türkleri onunla aynîleştirmekdir… Rûhumuzun isyân ettiği İnk̆il̃âblar ve -başta topyek̃ûn kültür jenosidi olmak üzere- Totaliter Rejimin bütün o hadsiz-hesâbsız mezâlimi, bizim ismimizle icrâ edilmiştir…

***         

Türkün, onun (“târihin en büyük mûcizesini yaratan”) dehâsına minnetdârlık borcu

“Umumî harbi müteakip, mütareke imza edilerek düşman askerleri Türkiyeye dolduktan sonra, artık Türk milletinin müstakil bir istikbaline dünyada inanacak tek bir kişi var mıydı? Buna Atatürk inandı ve onun arkası sıra yürüyen Türkler inandı.

“Atatürk yalnız büyük bir asker değildi. Vatanı ecnebi istilâsından kurtardıktan sonra, tamamen yeni telâkkilere göre canlı ve yaşama kabiliyetini haiz millî bir devlet kurmak vazifesi de vardı. Mazi ile değil mazinin zararlı ve köhne ananeleriyle rabıtayı kesmek, Türkün manevî yolundaki engelleri de kaldırmak lâzımdı. Atatürk bunları da yaptı. Sonra, onun yapıcılık hususundaki kabiliyet ve dehasını seyrediyoruz.

“Bugün gördüğümüz şu hür ve şerefli vatan kendisini Atatürke candan bağlı hisseder. Onun içindir ki şimdi Atatürkü kaybetmekle bir yetimlik hüznüne bürünmüştür. Her Türk şu dakikada gözlerini vicdanına çevirerek orada Atatürkün dehasına, iradesine, çalışmasına borçlu olduğu istiklâli, şerefi, inkılâp ve taaliyi büyük bir minnettarlık ve bağlılıkla görecek ve dûçar olduğu matemin sızısını bütün şiddetiyle duyacaktır.” (“Millî Matem; Bu Milletin Ruhunu En İyi Atatürk Anladı”)

Câzib bir roman! Daha doğrusu, romantik roman! Neredeyse tamâmı muharriririn pek kuvvetli muhayyilesine göre inşâ edilmiş  bir hayâl̃ âleminde hârikul̃âde bir personaj! Hak̆îkat̃ endîşesi taşımıyan bir propaganda san’at̃inin esâslı bir tatbîkâtı! Müsbet ilim, işte insan zihninin bu muhayyel dünyâları yerine tahrîfsiz realiteyi ikâme için vardır! O zaman kavranır ki hâdiselerin içyüzü çok farklıdır ve maâlesef, (Balzac’ın ifâde ettiği gibi,) umûmiyetle, bu “resmî târih utanç verici bir târihtir”! Bir de, yıldızlara ulaşacak kadar insan olmak, “romantik romanlar”la oyalanarak değil, Müsbet İlmi rehber edinerek mümkün oluyor!

19 Teşrînisânî 1938 târihli Cumhuriyet’teki tapınış

19 Teşrînisânî 1938 târihli 10 sayfalık Cumhuriyet gazetesinin kısm-ı âzamı “Büyük Şef”e perestiş haber ve makâleleriyle doluydu.

Birinci sayfada, manşet yapılan haberden mâadâ -tapınışta birbiriyle yarışan- üç makâle dikkat̃i çekiyor:

Yunus Nadi: Halk, “onu her şeyinden üstün tutmakta haklıdır; mânevî şahsıyeti kalblerde ebediyen yaşıyacaktır!”

“…Bugün aziz naaşını teşyi edeceğimiz Büyük Şefimizin çok sayın şahsiyeti İstanbul için böyle uçsuz, bucaksız bir alâka haznesiydi. Her İstanbullu Onu anasından, babasından, kardeşinden, çocuğundan çoluğundan, hulâsa herşeyinden üstün tutmakta yerden göke kadar haklıdır. İstanbullular yalnız şununla müteselli olabilirler ki bugün kendilerinden ayrılan, Atatürkün fani şahsiyetidir. Onun hakikî ve manevî şahsiyeti nesilden nesle bütün İstanbulluların kalblerinde ebediyet için menkuştur ve öyle de kalacaktır. Atatürkün her hayali en cazibeli bir şekilde süsliyecek manevî siması, İstanbul için bitip tükenmez bir kuvvet haznesi halinde yaşıyacak ve hakikatten bin kere güzel olan bu hayal, İstanbulu, elbette büyük yüksekliklere ve saadetlere ulaştıracaktır.” (“İstanbulun kalbinde Ebedî Atatürk”)

Peyami Safa’nın istiğrâk hâli

Hakîkatsiz muharrir Peyami Safa’nın Mâbûd karşısında duyduğu istiğrâk hâli:

“Dün, ayni salonda (Dolmabahçenin muayede salonunda) gene seni tavaf ediyorduk. […] Hıçkırıktan boğuluyoruz. Gidiyorsun. Bir daha gelmiyeceksin. Marmara solgun. Gölgeler çürüyor. Florya, uzakta, sensiz ve sessiz, mahzun ve harab. Gidiyorsun. Fakat unutulmaz hatıran içimizde. Oraya her gün, hergün geleceksin. Seni herbirimiz içimizde, her gün, gözlerimiz dalarak bekliyeceğiz ve içimizde istikbal edeceğiz. Ölüm seni bizden almadı, seni derinleştirdi, içimizin köklerine sımsıkı saracak kadar derinleştirdi. İşte o kadar…” (“Gidiyorsun!”)