Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (13)
Abidin Daver: “Azîz hâtırası, gönüllerde ebediyen yaşıyacaktır!”
Abidin
Daver, mûtâd Kemalist nakaratla, (“düşmanla el ele veren”) Pâdişâh Vahîdeddîn’i
ve Osmanlı Hükûmetini “hâinlik”le damgaladıktan sonra devâm ediyor:
“(1
temmuz 1927’den itibaren) bu 11 yıl içinde, Atatürk birçok defa İstanbula
geldi; inkılâblarının ilerleme ve yükselme hamlelerinin bir kısmını Sarayburnu
parkında ilk heykelini diken İstanbulda yaptı: Harf inkılâbı, dil inkılâbı,
tarih kongreleri gibi. İstanbul bu 11 yıl içinde, Onu daima, tebcil ederek
sinesine bastı. […] Ata, bugün, bir buçuk milyon gözün acı yaşları arasında,
artık bir daha gelmemek üzere gidiyor. Fakat, onun fani vücudü, kendi yarattığı
Ankaranın kucağında ebedî uykusunu uyurken aziz hatırası da İstanbulun gönlünde
ebediyyen yaşıyacaktır.” (“Gidiyor”)
Başvekîl Celâl Bayar, tâbutunun önünde “taabbüdle
eğiliyor”
Mithat
Cemal Kuntay, “Atatürkü Ankarada karşılarken” başlıklı tapınış şiirinde: “Ona
matemle… Hayır, sade taabbüdle eğil!” diyor ve işbu birinci sayfanın
yukarısındaki resimde “Başvekil (Celâl Bayar) ve refakatindeki zevatın Ulu
Önderin manevî huzurunda” “taabbüdle” “iğildiği” görülüyor…
Cafer Seno: “Sen ölmedin! Rûhlarımızda ebedlere giden
bir îmânın timsâl̃isin!”
3.
sayfada Cafer Seno yazıyor:
“Yüzünde
ilâhların güzelliği vardı… […] Doğuşunu asırlarca beklemiştik. Aramıza nurdan
bir hâle ile girdi. […] Biz, ne mes’uduz ki; hilkatin en mucizeli bir eserinin
aramızda yaşadığını gördük. […] Köhne mazinin paslı kapısına kilid vuran, o
kahramanın eliydi. Yepyeni bir tarih açarak bize medeniyetin nurdan ufkunu
gösteren odur… […] Hilkatin üzerinde asırlarca çalışarak vücude getirdiği bu
muhteşem varlık bir an içinde yok olsun!.. Hayır! Mümkün değil bu… Adalet değil
bu… Kendi iclâlinden azamet vererek onu böyle kudretli yaratan Rab; meydana
getirdiği en mükemmel eserini hiç mahveder mi?.. Buna inanmıyorum.. Fanilikten
kurtarmak içindir ki, ona fikrin, dehanın en yüksek cevherini verdi… […] Hicran
büyüktür. Fakat, fikrin esas varlığile, o, bizde asıl şimdi yaşıyor. […] Bu ne
azamet!. Ankara bundan böyle Türkün kâbesidir. Orada yatmakla onun toprağını
mukaddes kılan yüce ölü; lâyemut fikri orada düşündü, orada muvaffak oldu,
orada ebedileşti… Sen ölmedin!.. Ruhlarımızda ebedlere giden bir imanın
timsalisin!” (“Atatürkün peşinden Kâbe”)
Ruşenî Barkın: “Atatürk’ün en büyük mûcizesi”
Hemşehrîsi
gibi Selânikli askerlerden biri olduğu anlaşılan (Samsun Meb’ûsu) Ruşenî
Barkın’a nazaran “Atatürkün en büyük mucizesi” (s. 3):
“Evet,
öyle bir güneşti ki, Türk olsun, yabancı olsun, Onun huzuruna çıkabilen en
parlak zekâlar ve en yüksek kabiliyetler, güneşin karşısında sönen yıldızlar
gibi sönüyorlardı. Bunu inkâr edecek dünyada tek kimse yoktur. […] Kendisine
yakın olmak, arkadaş olmak saadetine mazhar olan bizler, Onu küçük yaşındanberi
tanıyan bizler, Onun bütün eserlerini gören bizler, nasıl oldu da Onun ölümü
karşısında çıldırmadık ve çilyavrusu gibi dağılmadık? […] Bizim bugün bütün
dünyaya gösterdiğimiz salâbet, bu birlik ve bu ileri yürüyüş azmi, Atatürkün en
büyük mucizesidir. […] Evet, Onun en büyük mucizesi işte bugün çıldırmadan ve
dağılmadan en kıymetli arkadaşı ve vatanın en yüksek evlâdı İsmet İnönünün
arkasında, onun gösterdiği yolda yürümemizdir. O, bu vatanı ebediyyen mes’ud
etti. O büyük varlık, ebedî bir varlık olacaktır.”
Fazıl Ahmed Aykaç: “Her muazzam şey odur!”
“Yırtıp
attım Kur’anları, Tevratları, İncili!” mısrâının (“Yarınlar Karşısında”, 1934)
müellifi, Farmason şâir, muharrir, siyâsetci Fazıl Ahmed Aykaç’ın kaleminden
(s. 3):
“Atatürk
ne idi? Herşey, her muazzam şey! Lakin bilhassa bir ideal akıncısı!” (“İdeal
Akıncısı”)
M. Turhan Tan: “Onu kalb yerine koyup benliğimizde
yaşatacağız!”
5.
sayfada M. Turhan Tan yazıyor:
“Onu, Büyük Atamızın aziz naaşını taşıyan tabut, en
büyüğümüzden en küçüğümüze kadar, hepimizin kalbimizden örülmüş ve işlenmiş
gibidir. O, gelişigüzel yapılan bir mahmel içinde değil, on sekiz milyon kalbin
hüceyre ve nüseyceleri içinde uzanarak ebedî karargâhına doğru yola çıkmış
bulunuyor. Söz götürmez bir hakikat olarak seziyor, görüyor ve anlıyoruz ki
kalblerimiz tabut şeklinde Onu kucaklamış ve kalbimizin boş kalan yerine de
Onun, sakit ve samit bizden uzaklaşan tabutu kaim olmuştur. O, ebediyete kadar
yanında yüreklerimizi bulacaktır ve biz ebediyette kendisine kavuşuncıya kadar
kalbimizde Onu bulacağız. Bugün yaptığımız şey, bizden ayrılan kalbimizi ağlıya
ağlıya teşyi etmekten ve bütün yarınlar imtidadınca yapacağımız şey de Onu kalb
yerine koyup benliğimizde yaşatmaktan ibarettir.” (“Gidiyor!”)
Faruk Şükrü Yersel: “Bırakın gökleri, topraktaki
mâbûda tapın!”
Cumhuriyet’ten son bir nümûne de, Faruk
Şükrü Yersel’in “Atamız için…” başlıklı şiirinden (s. 7):
“Bırakın
gökleri, topraktaki mâbuda tapın!.. / Öpüyorken Ulu Tanrım saçının her telini,
/ Doldurun kanlı yaşımla ebedî kandilini!..”
(Cumhuriyet,
19.11.1938, s. 1)
Devrin bütün gazeteleri gibi,
perestişk̃âr haber ve makâlalerle dolu Cumhuriyet
gazetesinin 19 Teşrînisânî 1938 târihli nüshasının birinci sayfası…
***