Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (16)

“Bütün duâlarıyle Türkce” bir “cenâze namazı”

Bu husûsta Akşam gazetesi (19.11.1938, s. 2) daha fazla tafsîl̃ât veriyor ve bilhassa “cenâze namazı”nın “bütün duâlarıyle Türkce olduğunu” kaydediyor:

“Atatürkün cenaze namazı burada tam saat sekizde kılınmıştır. İstanbul üniversitesi islâm tedkikleri enstitüsü direktörü profesör B. [Bay] Şerafeddin Yaltkaya imamlık vazifesini görüyordu. B. İsmail Uzan ve Atatürkün Hafızı B. Yaşar Okur da müezzinlik yapıyorlardı. Namaz esnasında ön safta bir sıra subay, arkalarında bir sıra er ve daha arkada siviller bulunuyordu. Cenaze namazı, duaları tamamile türkçe idi. İlk cümlesi şu oldu: ‘Tanrı uludur’ son cümlesi de: ‘Tanrının esenliği ve rahmeti size olsun’dır.” (Hâmiş: Akşam, bir akşam gazetesi olduğu için, 19 Teşrînisânî 1938 gününün haberlerini o günün baskısına yetiştirmiştir.)

Uydurma “namaz”ın sel̃âm l̃afızları

Uydurma “cenâze namazı”nın sel̃âm l̃afızları, gazetelere nazaran farklılık gösteriyor:

Yukarıda “Tanrının esenliği ve rahmeti size olsun!” şeklinde bir sel̃âm cümlesiyle karşılaştık. Cumhuriyet’e nazaran (20.11.1938, s. 4), aynı sel̃âm cümlesi: “Tanrının rahmeti sizin üzerinize olsun!” şeklindedir. Tan (20.11.1938, s. 3), onu “Tanrının rahmeti senin üzerine olsun!” l̃afızlarıyle naklediyor. Riyâset-i Cumhûr İncesaz Hey'eti Şefi Binbaşı Yaşar Okur ise, Yaltkaya’nın yazıp eline tutuşturduğu selâm cümlesinin “Tanrının acıması, esenliği size olsun!” şeklinde olduğunu ve kendisinin de, müezzin sıfatıyle, İmâmın verdiği sel̃âmı bu sûretle tekrâr ettiğini beyân ediyor… Her ne kadar Yaşar Okur, yalancılığı ile meşhûrsa da, herhâl̃de bu husûsta yalan söylemiyordu; binâenaleyh “cenâze namazı”nı baştan sona (kendi tercümesiyle) “Öztürkce” olarak kıldıran Yaltkaya’nın okuduğu sel̃âm cümlesi, gâlib ihtimâl̃le,  “Tanrının acıması, esenliği size olsun!” şeklinde idi.

Namazın Sûre ve Duâlarını nasıl tercüme ettiğini ise bilemiyoruz…

Bilmediğimiz, daha doğrusu tahmîn edip de yak̆înen bilemediğimiz bir husûs da, Yaltkaya’nın arkasında üç saf olan “zâbit, er ve sivillerin” abdestli olup olmadıklarıdır. Zîrâ Altay’ın sahneye koyduğu bu “namaz”ın bir sürpriz olarak ortaya çıktığı anlaşılıyor. Binâenaleyh o insanlar nerede, nasıl abdest aldılar? Daha vahîmi: “Büyük Şef”e îmân etmiş bu insanlar Müslümanlığa inanıyorlar mıydı? (Hâmiş: Bittabi, Kur’ân-ı Hakîm’in Ahk̃âm Âyetlerini l̃ağvettiğini ve Kur’ânî kıssaları –hattâ bütünüyle Kur’ân’ı- da “safsata” îlân edecek kadar cür’etk̃âr olan Kemalizm, abdesti de l̃ağvetmiş olabilir…)

WhatsApp Image 2022-08-19 at 15.06.26.jpeg

(https://www.nadirkitap.com/islam-dini-aydin-gencler-icin-fahrettin-altay-kitap27053105.html; 25.6.2022)

19 Kasım 1938’de, Dolmabahçe Sarayı’nın Muâyede Salonu’nda, sabah sâat 8.00 civârında, resmî merâsim başlamadan evvel, Yaltkaya’ya, gayr-i resmî, göstermelik, Müslümanların gözünü boyamıya mâtûf bir uydurma “cenâze namazı” kıldırtan Cenâze Merâsimi Kumandanı Org. Fahrettin Altay, bu icrââtıyle, aynı zamânda, “Ebedî Şef”ine 8 Şubat 1932’de verdiği “Dîn İnk̆il̃âbı”nı tahakkuk ettirmek için çalışma sözünün îcâbını yapmış oluyordu. Bu maksadla, 1959’da da, genclere bu Kemalist Dîn İnk̆il̃âbını telkîn eden İslâm Dini (Aydın Gençler İçin) isimli bir risâle neşretmişti… 

*** 

 

Fahrettin Altay’ın Yaltkaya’ya kıldırttığı “namaz” nîçin sahîh değildir?

Bu suâl̃in cevâbını “Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi” başlıklı araştırmamızın 155. Tefrikasında (Yeni Söz, 22.2.2019) vermiştik. Şöyle ki:

Mustafa Kemâl̃ için Dolmabahçe Sarayı'nda (halkın iştirâk̃inden ve nazarlarından uzakta) icrâ edilen bu sahte dînî merâsim, iki cihetle Müslümanlığın emrettiği sahîh cenâze namazı değildir:

Birincisi, hâlis niyet mahsûl̃ü değildir; müteveffânın İsl̃âma karşı derin husûmeti bilindiği (ve kendisinin de, cenâzesinin Müslümanca kaldırılmasına dâir bir vasıyeti veyâ bir îşâreti olmadığı) hâl̃de, sırf “efk̃ârıumûmiyede çok fenâ têsîr yapmasın”, îcâbında Müslümanlara karşı Kemalist Propagandanın elinde bir koz olsun mantığıyle kıldırılmıştır. Bu muhâkemede dahi, dînî bir vecîbenin îfâsından ziyâde, “örfe, millî an'anelere uymak” düşüncesi ağır basmıştır. Hâl̃buki “Ameller niyetlere göredir”; hâlis niyet mahsûl̃ü olmıyan bir amel, bizâtihî hayırlı olsa dahi, kıymetsizdir.