VF kat sol
VF kat sağ


Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (17)

Şu husûsa da yeri gelmişken dikkat çekmeliyiz: Sahîh bir cenâze namazı, müteveffâ hakkında muhlisâne yapılan duâlar, v.s. dahi bir Münkiri Mü'min yapmaz, hakkındaki hükmü değiştirmez; “Îmân”, tamâmen şahsî bir tercîhdir ve karşılığı da bu tercîhe nisbetledir.

İkincisi, bu uydurma namazı, Yaltkaya, bütünüyle “Öztürkce” olarak kıldırmıştır. Namaz ise, mutlakâ, şekliyle de, muhtevâsıyle de, Resûl̃ullâh Hazretlerinin tâlîm ettiği gibi, yânî muayyen erk̃âna riâyet ederek ve Arabca kılınmak zorundadır.

Bilinmelidir ki gerek bütünüyle Kur'ân-ı Kerîm, gerekse namazlarda okunan Sûreler, hem l̃âfız, hem mânâ, hem de üsl̃ûb îtibâriyle İl̃âhî kaynağa âiddir. Bir başka lisânda bunların hepsini birden vermek mümkün olmaz; şâyed mümkün olsaydı, Kur'ân'a nazîre yazılmış olurdu… Zâten, umûmî kâide olarak, “ideal̃ tercüme”, yâni aslının tıpatıp kopyası olacak bir tercüme muhâl̃dir; bilhassa edebî metinlerin (ki mümeyyiz vasıfları san'at̃li sübjektif üsl̃ûbla kaleme alınmak ve değişik yorumlara müsâid müteaddid mânâlı –“polysémique”- olmaktır) tercümeleri kat'iyen asıllarının yerini tutmaz; tercüme ilminin bu tesbîti Kur'ân-ı Mûciz için haydi haydi cârîdir.

Dîğer tâbirle, hiçbir tercüme, hiçbir Meâl̃, Kur'ân-ı Kerîm'in aslı yerine ikâme edilemez; böyle bir metne Kur'ân muâmelesi yapılamaz; binâenaleyh Türkçe Meâl̃le namaz kılınamaz.

Her mütercime göre değişen bu Meâl̃lerin Kur'ân-ı Mübîn'in yerini tutacağı iddiâsı, bunların Kur'ân-ı Mûciz'in muvaffak olmuş nazîreleri olduğunu iddiâ etmektir, ki bu, şek ve şüphesiz, Küfürdür.

Namazın Tekbîrleri ve sâir duâları da bizzât Hz. Peygamber tarafından tâlîm edilmişlerdir ve İslâmın şiârlarıdır.

Nerede (on dört asırlık tedâîleriyle kalbimizi titreten, bizde bin bir his dalgalandıran, çeşid çeşid düşünceler uyandıran) “Allâhü Ekber” ve “Es-sel̃âmü aleyküm ve Rahmetullâh”, nerede “Tanrı Uludur” ve “Tanrı'nın acıması, esenliği size olsun”! “Eyne's-serâ ve's-süreyyâ!” Birinciler benliğimizdir, ikinciler benliğimize saldıranlardır!

Müslüman, Resûl̃-i Ekrem'in tâlîmine hul̃ûs-i kalble teslîm olan insandır; bir Mü'min, aslâ Allâh'ın ve Resûl̃ünün emirleriyle oynamaz, onları kılıktan kılığa sokmaz. Hassaten (Kitâbullâh’la sâbit) bütün ahl̃âk̆î esâsların ve (her Ümmete göre değişebilen ve herbir Ümmetin şiârı olan) ibâdet şekillerinin zamân üstü bir mâhiyetlerinin, bir kıymetlerinin olduğu vâkıasını görmezlikten gelmez. (Değişebilecek ve değişmesi l̃âzım gelen şeyler, ictimâî hayâtın -hassaten Beşer Medeniyetinin ilerlemesinden mütevellid- tek̃âmülüne mugâyir olan hükümler, anlayışlar, örf ve âdetlerdir. Kur’ânî Ahk̃âmın rûhu bâk̆îdir; şekli ise, içinde bulunulan târihî şartlarda o rûhu tatbîk̆e, yaşatmıya en muvâfık şekil ne ise odur…)

Aksine dâir kat'î delîl olmadıkça, on dört asırdır bütün hak̆îk̆î, bütün sahîh Müslümanların Sünneti olan bu telâk̆k̆î ve tavra muhâlefet edilemez. Buna muhâlefet edenler, sinsi sinsi Dîni gözden düşürmiye çalışanlar, Müslümanların ittihâdını bozmak, onları birbirine düşürüp Emperyalizmin yemi yapmak istiyen Münâfıklardır.

Hül̃âsa, Kur'ân'ın aslı yerine başka lisânlardaki Meâl̃lerini ikâme ederek veyâ Müslümanların teessüs etmiş teâmüllerini, örflerini, muayyen ibâdet şekillerini yıkarak ibâdet etmekte hiçbir masl̃ahat olmadığı gibi, bilakis pek büyük fitne vardır ve en büyük fitne de bu sûretle (gittikleri her memleketin câmilerinde kendilerini evlerinde gibi hisseden) Müslümanların ittihâdını, uhuvvetini bozmaktır…

WhatsApp Image 2022-08-19 at 14.22.33.jpeg

(İsmail Kara fotoğraf arşivi; https://islamansiklopedisi.org.tr/yaltkaya-mehmet-serefettin; 16.1.2019)

19 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda kıldırdığı her bakımdan bâtıl “cenâze namazı” ile, Cennetmekân Rifat Börekçi’nin (ve başında bulunduğu Müşâvere Hey’etinin) tâbiriyle (23 Mart 1926 târihli karâr) “Dîni mel’abe [oyuncak] eden” M. Şerefettin Yaltkaya (ortada), Mustafa Kemâl’i “yarı ilâh” îlân eden (1940’lı senelerin irfânsız, Farmason Maârif Vekîli) Hasan Âli Yücel ile… (Yaltkaya’nın sağındaki şahıs, Abdülkadir Baykara’dır.)  (Tafsîl̃ât için Yeni Söz, 25.2.2019/158’e mürâcaat)

***     

 

En ibretâmîz hâdise: “Millî Şef” Hük̃ûmetinin, Mustafa Kemâl̃’in havradaki cenâze âyininde temsîl edilmesi

Binâenaleyh, “Millî Şef” Hük̃ûmeti (Mustafa Kemâl̃’in iki halefi: İsmet İnönü ve Celâl Bayar), “Ebedî Şef”in Materyalist inanc dünyâsını ve onun mahsûl̃ü olan İnk̆il̃âblarını nazar-ı dikkat̃e alarak, “Atatürk'ün Cenaze Törenine Ait Esas Program”da cenâze namazına ve Müslümanca bir defin merâsimine yer vermedi; lâkin (16. Maddeye de muvâfıkan) tâbiyevî maksadlarla, yânî Müslümanlara karşı îcâbında bir koz olarak kullanılsın diye, “husûsî mâhiyette” bir “cenâze namazı” kıldırttı ki bu da bir tiyatroydu... Bir “tiytaro”ydu, zîrâ sahîh cenâze namazı değildi. Kaldı ki sahîh olsaydı dahi, Meyyid noktainazarından bir şey değişmezdi: Ne sahîh bir cenâze namazı, ne etrâfının yalancı şâhidlikleri, ne de –bilfarz- bütün dünyâ Müslümanlarının hayır-duâları onu Müslüman yapabilirdi…

Muhakkak ki bütün bu hâl̃ler, vâkıalar fevkal̃âde ibretâmîzdir. Fakat hepsinden çok daha ibretâmîz olan, “Laiklik” umdesini ileri sürerek resmî mâhiyette bir dînî cenâze merâsimi tertîb edemiyeciğini beyân eden aynı Hük̃ûmetin, Mustafa Kemâl̃ için bir havrada yapılan cenâze âyinine iştirâk̃ etmesidir. Bir Sefarad havrası ki orada Aşkenazlar da, bütün Yahûdi Âlemi de temsîl edilmiştir ve bu vâkıada, Kemalist Totaliter Rejimin Hükûmeti için ne “L̃aiklik” mes’ele olmuştur, ne de Meyyidin ak̆îdesi!

Dolmabahçe Sarayı’ndaki uydurma “cenâze namazı”na ancak ana hatlarıyle vâkıftık. Hâl̃buki havradaki cenâze âyinine bütün safahâtıyle vâkıfız ve birinci elden vesîkalarla onu tam tafsîl̃âtıyle gözler önüne sereceğiz.

Araştırmamızın bundan sonraki kısmının planı

Yalnız, evvel̃â, “Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi” başlıklı vâsi araştırmamızın esâs mevzûlarını hatırlatmak istiyoruz. Zîrâ işbu araştırmamız, beş sene evvel, o araştırmanın son Faslı olarak kaleme alınmış, l̃âkin Yeni Söz’de, her gün tam sayfa iki seneye yakın bir zaman intişâr eden araştırmamız ink̆itâa uğradığından, bu son Fasıl da neşredilememişti. Şu ânda neşredilen hâl̃i ise, gözden geçirilmiş, il̃âveli yeni metindir.

Ayrıca, işbu araştırmanın başından beri kaydettiğimiz tesbîtlerin çok az bir kısmının delîllerini arzetmiş bulunuyoruz; onların hem tafsîl̃âtı, hem bütün müsbit vesîka ve delîlleri mezk̃ûr araştırmamızdadır; ona mürâcaat edildiğinde, hiçbir tesbîtimizin ilmî mesnedden mahrûm olmadığı görülecektir.