Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (35)
“YAHUDİ MESELESİ
“Dünyanın bugün meşgul olduğu büyük bir Yahudi meselesi
karşısında bulunuyoruz. Zabıtada ufak bir yanlışlık, son günlerde
memleketimizde de bu meseleye dikkati celbetti. Çarçabuk tashih edilen bu
yanlışlığın tevlid ettiği fikirler tabiatiyle derhal ortadan kalkmış ise de
cihanşümul Yahudi meselesi hakkında birkaç şey söylemenin şu sıralarda faydasız
olmadığı kanaatındayız.
“Evvelâ, Türk vatandaşı olan Yahudilerden bahsedersek
bunlar için hiç bir mesele mevcut olmadığını temin edebiliriz. Türkiye'de
asırlardan beri sükûn ve huzur dairesinde yaşıyan ve çalışan Yahudilerin siyasî
hakları, Türk cumhuriyetinin teşkilâtı esasiye kanunları tarafından tasdik ve
kabul olunmuştur. Cumhuriyet teşkilâtı esasiyesi Türk vatandaşları arasında din
ve ırk bakımından hiç bir ayrılık tesis etmemiştir. Bütün vatandaşlar katî bir
müsavat dairesinde, mutlak bir vicdan hürriyetinden müstefit olarak müşterek
vatanın saadet ve selâmeti için el birliğiyle çalışmak hakkına ve vazifesine
maliktirler. Türk Cumhuriyeti memleketin idaresini tek fırka ile temin etmeyi
vatanın hayır ve selâmeti bakımından elzem addettiği halde, bu prensibi dar bir
görüş ile tatbik etmekten çekinmiş ve Millet Meclisine Halk Fırkasına mensup
olmıyan Yahudilerden bile müstakil sıfatiyle mebus kabul edecek kadar
müsaadekârlıkta ileri gitmiştir.
“Yahudi Türk vatandaşları için her mektep kapısı
açıktır. İstedikleri mesleklerin kâffesine rahat rahat girebilirler. Her
memuriyete tayin edilmesi [edilmeleri] kabildir. Memleketin her tarafında
seyahat edebilirler; gazete çıkarabilirler. Hasılı, Türk ırkına ve Müslüman
dinine mensup büyük kitleden farksız bir halde bu memleketin evlâdı olarak
yaşıyabilirler.
“Bu sözler bir vaad, bir temenni, bir gaye ve hedef
değildir. Bugünün hakikatleridirler. O derecede ki, eğer ortada cihanşümûl bir
Yahudi meselesi olmasa idi ve bu meselenin tevlit ettiği endişeler dolayısiyle
bazı tereddütler husule gelmemiş bulunsa idi bunların böyle sayılıp dökülmesi
manasız telâkki olunabilirdi.
“Teşkilâtı esasiye kanununun bütün Türk vatandaşlarına
ırk ve mezhep farkı olmaksızın şimdiye kadar temin etmiş olduğu hakların tahmil
eylediği vazifelerde bundan sonra bir değişiklik husule geleceğine de katiyen
ihtimal verilemez. Böyle bir endişe için Türk vatandaşlarından hiç bir ferdin
kalbinde bir şey yoktur. Bunu en katî bir lisan ile
temin edebilmeğe salâhiyettarım. Bu sözleri yalnız kendi mülâhaza ve düşüncem,
kendi görüş ve kanaatim eseri olarak söylemiyorum. Ankarada yüksek ve
salâhiyettar devlet adamlarımızın telâkkilerinin ve noktai nazarlarının böyle
olduğunu görmekten mütevellit bir katiyet ile şu satırları yazıyorum.
“Ecnebî
tabiiyetinde bulunan Yahudilere gelince: Türkiyede Yahudilere karşı umumî ve
hususî surette hiçbir düşmanlık hissi mevcut olmadığı için, biz Yahudi
meselesini sırf insanî bakımdan gözönünde tutuyoruz. Üniversitemiz için
Avrupadan davet etmiş bulunduğumuz profesörler içinde Yahudi ırkına mensup
olanların bulunması, Türk hudutlarının Yahudi ırkına karşı düşman bir sed
halinde kapanmış olmadıklarına bir delil teşkil eder. Davet ettiğimiz Yahudi
profesörlerin Türkiyeyi ikinci bir vatan telâkki ederek, gençlik [gençliğin]
fikrî inkişafına ve memlekette ilmin terakkisine halisane ve fedakârane yardım
ettiklerini görmek, bizleri, kendilerinin yüksek karakterlerine ve
ciddiyetlerine karşı pek müteşekkir bırakmıştır.
“Türkiye, icap
ederse, bu yolda ilim ve teknik adamlarının yardımına, hiç bir ırk mülâhazasına
kapılmadan, bundan sonra da müracaat edebilir. Fakat bazı memleketlerden
çıkarılan ve çıkarılacak olan bütün Yahudilere karşı Türk hudutlarını açmak
meselesi tamamen başka bir şeydir. Türkiyenin iktisadî ve sosyal vaziyeti büyük
Yahudi kitlelerinin memleket dahilinde yerleşmelerinde birtakım ciddî mahzurlar
arzedebilir. Bundan dolayıdır ki Yahudi ırkının Avrupada gördüğü muamele
kalbimizde kendilerine karşı bir sempati tevlit etmiş olmakla beraber bunun
filî eserleri içeriye Yahudi muhacirleri kabul etmek suretinde de tecelli
edemiyor.
“Bazı Avrupa memleketleri Yahudileri niçin
istemiyorlar? Tarihin tekmil cereyanını iktisadî sebeplere atfedenler şüphesiz
ki bu Yahudi düşmanlığını da rakamlarla ve istatistiklerle izaha
kalkacaklardır. Fakat bütün bu hesapların derinliğinde iki bin senelik bir taassubun
şuur altındaki düşmanlıklarının büyük bir rol oynadığında benim şüphem yoktur.
“Yine eminim ki bazı memleketlerde hükûmeti
idare edenler şahsen bir taassup hissine mağlûp olmasalar da Yahudileri büyük
halk kütlesinin tama ve ihtiraslarına bir yem, bir kurban diye atarak onların
müzaharetini temin çaresi arayorlar. Sonra, bu harekete ilmî ve ahlâkî bir
temel bulmak için birtakım prensipler icadına çalışıyorlar. İktisadî
mülâhazalar Yahudilerin mallarının müsaderesi kârlı olacağını, Yahudilerden
açılacak işlere başka vatandaşların yerleştirilebileceğini göstermek suretile
bu Yahudi düşmanlığında âmil olsalar bile bugüne kadar beşeriyetin manevî ve
ahlâkî hazinesini teşkil etmiş olan büyük prensiplerin ayaklar altına alınması
akıl ermiyecek bir dalâletten başka bir şey değildir. Türklerin adalet ve
müsadekârlık hisleri, insanî ve ahlâkî telâkkileri böyle bir harekete akıl
erdirmekten âciz kalır.” (Yeni Sabah,
24.1.1939, ss. 1 ve 3)
(Yeni Sabah, 24.1.1939, s. 1)
Hüseyin Cahid Yalçın’ın bu
def’a kendi kaleminden bir Yahûdi müdâfaanâmesi… O, bu başmakâlesiyle, aynı
zamânda, “Râdife”nin idâresindeki Kemalist Totaliter Rejimin Yahûdi tarafdârı
siyâsetine de tercüman oluyordu…
***
Başmakâlenin son paragrafında, Nazilerden kaçıp Türkiye'ye ilticâ eden
Yahûdilerin -bizzarûre- Türkiye'de isk̃ân edilemiyecekleri beyân
ediliyor…
Filhak̆îka, Türkiye'de isk̃ân edilmediler; l̃âkin (“Kemalizm İsrâil'in
Kuruluşuna Nasıl Yardım Etti?” başlıklı araştırmamızda delîlleriyle îzâh
ettiğimiz vechiyle) “Ebedî” ve “Millî Şefler” devrinde ve elbette onların
tâlimâtıyle (ki böylece onlar da İsrâil'in bânîleri arasında yer almıya hak
kazanıyorlar), Türkiye üzerinden, faturası Millete çıkan büyük
fedâk̃ârlıklarla, Filistin'e gönderildiler ve sayıları 100.000'i bulan bu
muhâcirler de, orada, zul̃men, hattâ jenosid siyâsetiyle İsrâil Devleti'ni
têsîs ettiler ve o zamândan beri Yakın-Doğu'yu kan ve gözyaşına garketmiye,
memleketleri vîrâneye çevirmiye devâm ediyorlar… (Şu husûsu da bir ahl̃âk̆î
vecîbe olarak kaydetmeden geçemiyoruz: Onların bize zulümleri, bizim de onlara
misliyle mukâbele etmemize hak vermez; bize revâ görülen ne olursa olsun, biz
adâletle, insanca davranmak, Kur’ânî har̃b hukûkuna riâyet etmekle mükellefiz;
ki onun da esâsı, sâdece tedâfüî harb yapmak, kendimizi müdâfaa ederken dahi
şiddete ancak son çâre olarak mürâcaat etmek, onu leş eti yemedeki zarûret
mik̆dârına kıyâslıyarak tahdîd etmek, işkence yapmamak, mâsûmlara zarâr
vermemekdir… Hele ki her çeşid tedhîşçi fiile ve ihtil̃âl̃ciliğe, makyavelizme
bin kerre lânet olsun! Hangi şeytânî mantıkla olursa olsun, bu gayriinsânî
fiilleri irtik̃âb edenler, bu fesâd yoluna girenler, bizden değildirler; onlar,
apâşik̃âr İlâhî Hukûku, Hudûdullâhı çiğnemiş, Allâh’ı ink̃âr etmiş, Zındık
olmuşlardır! Onların namazları, niyâzları, ibâdetleri hakkındaki hüküm, Mâûn
Sûresi’ndeki hükümdür!)