Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (38)
“2004’te tezimi bitirene kadar, projemin farklı kısımlarını çeşitli dönemlerde çeşitli ülkelerden birçok kimseyle tartışma şansını yakaladım. Projenin oluşum ve olgunlaşma aşamasında, birçok hocaya, meslektaşa ve arkadaşa teşekkür borçluyum: Avigdor Levy, Ali Asani, Nur Yalman, Heath Lowry, Engin Akarlı, Cornell Fleischer, Emily Gottreich, Jonathan Sarna, Paul Bessemer, Giacomo Saban, İlber Ortaylı, Faruk Birtek, Cem Behar, Nükhet Sirman, Gad Nasi, Rifat Bali, Oktay Özel, Cemil Aydın, Himmet Taşkömür, Hayrettin Yücesoy, Hüseyin Yılmaz, Giancarlo Casale, Dimitri Kastritis, Avi Rubin, Derin Terzioğlu, Hülya Canbakal, Türkay Nefes, müteveffa Haluk Bitek, müteveffa Seli Kibar, müteveffa Pamir Bezmen, Haluk Arığ, Ali Yalman, Mehmet Ö. Alkan, Vahit İpekçi, Mert Sandalcı, Barry Kapandji, Cem Kapancı, Nejdet Bezmen, Esin Edin, Jak Sigura, Ahmet Kuyaş, İrvin Cemil Shick, Lane Harris ve Özlem Madi-Şişman. İsimlerini saydıklarım yanında Türkiye, İsrail, Avrupa ve Amerika’dan sayısız anonim ‘inançlı’ veya ‘asimile olmuş’ Dönme, projenin çeşitli aşamalarında çalışmayı benimle tartıştı ya da bazı bölümlerini okudu; bu çok katmanlı ve kompleks proje hakkındaki varsayımlarımı ve tezlerimi zenginleştirdi, düzeltti ya da bazen tamamıyla değiştirmeme yol açtı. […]
“Yıllardır farklı
kurumlardan, akademik amaçlarımı gerçekleştirmemi mümkün kılan destek alma
şansına eriştim. Bunlar arasında, Harvard Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’ni,
Harvard Yahudi Çalışmaları Merkezi’ni, Harvard Üniversitesi Kokalis
Programı’nı, Brandeis Üniversitesi Tauber Enstitüsü’nü, Hebrew Üniversitesi
Institute of Advance Studies’i, İstanbul’daki İslam Araştırmaları Merkezi
İSAM’ı, FLAS, MELLON, ARIT-NEH burslarını, Institute of Turkish Studies’i,
National Foundation of Jewish Culture’ı, Furman Üniversitesi’ni, Koç
Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’ni ve TÜBİTAK’ı özellikle
zikretmeliyim.” (Şişman 2016: 13-15)
Şişman’ın kitabı,
Sabataîler hakkında mühim bir kaynak eserdir
Şişman’ın
kitabı, Sabataîliğin husûsen son bir buçuk asırlık târihini –hiç olmazsa bir
dereceye kadar- aydınlatan pek çok bilgi ihtivâ ediyor. Bunların mühim bir
kısmı, Yahûdi Âleminden ve Sabataî Cemâatinden yardım görmiyen bir
araştırmacının ulaşamıyacağı bilgilerdir. Sabataîliği ve târihimizdeki rolünü
anlamak için, tenk̆îdî zihniyetle tartarak, bunlardan pek çok istifâde
edilebilir. Bu bakımdan, Şişman’ın kitabının, Sabataîlik ve muâsır Türkiye
târihinin perde-arkası hakkında bir kaynak eser olduğuna şüphe yoktur.
Şişman’ın kitabının
esâs noktainazarı, tarafgîrdir, tahrîfk̃ârdır
L̃âkin, bahis
mevzûu eser, bizim gibi uzun seneler zarfında –elindeki kıt imk̃ânlarla, hiç
kimseden yardım veyâ teşvîk̆, hattâ anlayış dahi görmeden- Sabataîliği
araştıran birisinin kabûl̃ edemiyeceği bir noktainazarla têlîf edilmiştir:
“Yahûdiler, bîgünâh yere, bütün târih boyunca ve dünyânın her tarafında zulüm
görmüşlerdir” şeklinde hül̃âsa edilebilecek o bıktırıcı mazl̃ûm edebiyâtı… Bu
edebiyâtın burada büründüğü şekle nazaran, Sabatay Sevi’yi ve mürîdlerini,
g̃ûyâ Türkler cebren, tehdîdle, tazyîk̆le “ihtidâ” ettirmişler ve onlar,
gizlide Sabataî tel̃âk̆k̆îye muvâfık Yahûdiliklerini yaşatırken, bu hâl̃den
ıztırâb duymuşlar, acı çekmişler; bir başka zâviyeden de, bu hâl̃i bir imtiyâz
olarak yaşatmışlar…
Bu yaklaşım,
düpedüz, göz göre göre, âşik̃̃âr târihî hak̆îkat̃leri tahrîf etmekdir.
Yalnız, evvel
emirde şu tesbîti yapmak lâzım: Şişman’ın “sükûtun yükü” yaldızlı tâbiriyle
ifâde ettiği şey, hak̆îkat̃te, “Münâfıklığın yükü”, daha doğrusu, iç sıkıntısı,
huzûrsuzluğudur. Bittabi, her Münâfık da, böyle bir sıkıntı duymaz; herhâl̃de
pek çoğu bu hâl̃den memnûndur. Nitekim başka Münâfıklarda ve riyâk̃ârlarda bu
hâl̃i müşâhede edebiliyoruz.
Cengiz Şişman’ın kitabının
(The Burden of Silence: Sabbatai Sevi and the Evolution of the
Ottoman-Turkish Donmes, New York: Oxford University Press,
2015, XVIII+315 p.) İngilizce aslının ön ve arka kapakları… Esâs müddeâsı hatâlı
olsa da, bilhassa, ihtivâ ettiği Sabataîliğe dâir objektif bilgiler bakımından,
kat’iyen ihmâl̃ edilemiyecek bir kaynak eser… Kitabın -Müellife “Şişli Terakkî
Vakfı tarafından” verilmiş- ön kapağındaki resimde, Mustafa Kemâl̃’in muallimi,
Sabataî Hahamı, Cemâat̃in üç hizbini birleştirmek için faâliyet göstermiş,
İstanbul’a taşınmadan evvel münhasıran Sabataî ve Yahûdilerin kabûl̃ edildiği
meşhûr iki Sabataî mektebinin (Terak̆k̆i ve Fevziye Mekteblerinin) müessisi
Şemsî Efendi (1852-1917), (kitabın arka kapağındaki hâmişe nazaran)
talebelerinden –Fuad Akev’in kızı- Nuriye ile görülüyor. (Nuriye’nin evlilik
soy adı, “Eden”.)
***
Sabatay ve mürîdleri,
Müslüman baskısıyle değil, kendi hür irâdeleriyle Münâfıklığı tercîh ettiler
Asıl mes’ele
ise, Sabatay’ın ve mürîdlerinin zâhiren dîn değiştirmelerinin sebebinin,
Pâdişâhın ve Türklerin zorlaması yâhud ağır baskısı olduğu iddiâsıdır. Hak̆îkat̃
şudur ki “Mesîhliğini” îlân eden Sabatay, kendisinin kral olacağı ve –dünyânın
dört bir köşesine kral veyâ kral naîbi tâyîn ettiği- 12 yardımcıyle idâre
edeceği bir Yahûdi Dünyâ Devleti têsîs etmek emeliyle yola çıkmış, açıkça
Osmanlı Pâdişâhının tahtına oturacağını propaganda etmiş, iddiâlarına inanmıyan
birçok hahamla karşı karşıya gelmiş,
Yahûdi cemâat̃lerinde kargaşa ve çatışmalara sebeb olmuştur. Bu
gelişmeler, tabiî olarak, umûmî âsâyiş ve ictimâî huzûru da bozmuş, netîcede,
bizzât hahamların şik̃âyeti üzerine, Osmanlı resmî makâmları mes’eleye müdâhil
olmak mecbûriyetinde kalmışlardır. Böylesine bir fesâd hareketinin müsebbibi,
elbette îdâmı hakketmişti. (Osmanlı, bundan çok daha hafîf cürümler için nice
insanın kellesini uçurmuştur…) Fakat, Pâdişâh ve etrâfındakiler, -Müslümanların
umûmî tavrına muvâfık olarak- zaaf göstermişler, sübût etmiş cürmüne mukâbil,
hemen onu îdâm etmek yerine, “Mesîhlik” iddiâsından vazgeçip ihtidâ ederse,
affa mazhar olacağını, hattâ iltifât göreceğini kendisine bildirmişlerdir.
Görülüyor ki burada, bir cebir değil, îdâmı hakketmiş birisinin şarta tâbi affı
bahis mevzûudur. Zâten İsl̃âmda “Lâ ikrâhe fi’d-dîn” umdesinin cârî olduğu
herkesin mâl̃ûmudur. Sabatay, merd bir adam olsaydı, sonuna kadar dâvâsının
tâk̃îbcisi olur ve ölümden korkmazdı. Fakat o, fazlasıyle hakkettiği îdâma râzı
olamamış, kendi hür irâdesiyle, ihtidâ etmiş görünerek, Münâfıkça yaşamayı
tercîh etmiş, üstelik, zâhirî
ihtidâsına, dînî bir kılıf giydirmiş, bunu “il̃âhî vazîfesi”nin bir îcâbı gibi
takdîm etmiştir…
Sabatay Sevi’nin
sahte ihtidâsı bir tarafa, ya âilesinin, etrâfının ve sâir mürîdlerinin de
Münâfıklığı tercîh etmelerine ne demeli? Çünki onların, böyle bir hayât-memât
mes’elesi hiç bahis mevzûu değildi. Onlar da ancak kendi hür irâdeleriyle Münâfık
reîslerinin izinden gitmeyi tercîh etmişlerdir. Binâenaleyh, bu kitlenin dahi
cebren, baskı altında “ihtidâ” ettiğini yazmak, ne büyük bir tahrîfk̃ârlıktır!