Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (39)
Münâfıklık, en büyük bir ahl̃âksızlık ve büyük bir tehlikedir
Dîğer taraftan,
Şişman’ın kitabında bizim için yine hiç kabûl̃ edilemez cihet, onun, en büyük
bir ahl̃âksızlık olan ve Müslümanlık için de, her cem’iyet için de büyük bir
tehlike arzeden Münâfıklığı mahk̃ûm etmemesi, ona cephe almaması, bilakis onu
têvîl etmiye, mâzûr göstermiye çalışması, sempatiyle karşılamasıdır.
Şu var ki
“Münâfıklık” mefhûmunun doğru anlaşılması l̃âzımdır:
“Münâfık”, sırf,
kendi hak̆îk̆î dînî, fikrî veyâ millî hüviyetiyle emellerine ulaşamıyacağı
düşüncesiyle kendisini bir başka dînî, fikrî veyâ millî hüviyete mensûbmuş gibi
gösteren kimse, “Münâfıklık” da, onun bu hâl̃idir.
Zâhirî
benzerliğe rağmen “Muztarr”ın hâl̃i
ondan çok farklıdır:
“Muztar”,
münhasıran, mensûb olduğu dînî, fikrî veyâ millî hüviyet sebebiyle kendisine
yönelen ağır baskıyı, büyük zarâr tehdîdini, ölüm tehlikesini def’etmek için
hak̆îk̆î hüviyetini gizlemek, başka bir hüviyete bürünmek mecbûriyetinde kalmış
kimse, “Muztarlık” da, onun bu hâl̃idir. Muztar, bu tavrıyle, bilfiil parçası
olduğu hâl̃de, kendisinin hak̆îk̆î hüviyetine tahammülsüzlük gösteren
cem’iyete, yaşadığı memlekete bir zarâr vermeyi veyâ ona misliyle mukâbele
etmek için fırsat kollamayı düşünmez; onun tek endîşesi, hiç olmazsa gizli
gizli, kendisinin ve cemâat̃inin hak̆îk̆î hüviyetini yaşatmak, onu, sonraki
nesillere devredebilmekdir. Elbette, bu meyânda, sînesinde yaşadığı cem’iyetin,
onu, hak̆îk̆î hüviyetiyle kabûl edecek bir insânî seviyeye yükselmesi için,
-ahl̃âk̆î vâsıtalar kullanarak- mücâdele etmekden de hâlî kalmaz.
Bu târifler
çerçevesinde, mesel̃â Moriskolar ve Marranolar, Muztardırlar, kendilerini
farklı bir hüviyette göstermekte mâzûrdurlar, haklıdırlar.
Buna mukâbil,
Sabataîler, Münâfıktırlar.
Bu hükmümüze
şöyle bir îtirâz vâk̆î olabilir:
Kabûl̃ edelim ki
Sabatay Sevi ve kendi devrindeki cemâat̃i, bir hatâ yapıp Münâfıklık yolunu
tercîh ettiler; mâmâfih, müteâk̆ib nesiller, bilfarz, bu hatâyı idrâk̃ edip
hak̆îk̆î hüviyetleriyle kendilerini tanıtmak istedilerse dahi, bunu
yapamazlardı; çünki Rivâyetci İslâmın “irtidâd” hükmüyle îdâm edilirlerdi…
Bu muhâkeme, bir
dereceye kadar şâyân-ı kabûl̃dür. Filhakîka, Osmanlı Devleti’ne de hâkim olan
(esâs îtibâriyle kısm-ı âzamı uydurma –“mevzû”- olan Hadîslere, muhtelif
rivâyetlere, efsânelere, İskolastik Zihniyete müstenid) Rivâyetci İslâm Telâk̆k̆îsiyle,
onların îdâm edilmeleri çok muhtemeldi. (Esâsı, Kurân-ı Hakîm’e ve –ondan
neş’et etmiş- Müsbet İlim Zihniyetine müstenid Dirâyetci İslâmda böyle bir
“irtidâd” hükmü yoktur; tam tekmîl Vicdân Hürriyeti cârîdir.) Vel̃âkin, 19.
asırda, Avrupa’nın zoruyle, Osmanlı Devleti’nde de “irtidâd” hükmü tatbîkâttan
kalkmıştı. Demek ki, artık Sabataîler için de korku kalmamıştı; zâhiren de
hak̆îk̆î hüviyetleriyle yaşıyabilirlerdi.
Hâl̃buki öyle
yapmadılar. Münâfık hüviyetiyle Devletin ve Cem’iyetin pek çok kilit mevk̆iini
ele geçirdiler, Osmanlı’nın izmihl̃âlinde tâyîn edici âmillerden biri oldular,
Jenosidci Siyonist Devleti’nin têsîsine yardım ettiler ve birbirini tâk̆îb eden
iki meş’ûm ihtil̃âl̃le, birbirini tamâmlıyan ink̆il̃âblarla, Osmanlı
cem’iyetini topyek̃ûn istihâle ettirdiler, onu Frenkleşmiş, L̃aik ve
Şahısperest bir cem’iyet hâl̃ine getirdiler. (Bütün bu gelişmeler, sâdece
onların eseridir demek istemiyoruz; fakat başlıca âmil, onlardır.)
Binâenaleyh
hakîkî mağdûr ve mazl̃ûmları (Münâfıklığı dîn hâline getirmiş bir dal̃âlet
ehlinin gadrine uğrıyanları) görmezden gelip zâlimleri şirin göstermiye
çalışmak, sahîh bir ilim adamına yakışır mı? Sahîh ilim adamı, dâimâ hak̆îkat̃i
söylemek, haklıların tarafını tutmakla mükelleftir. “Ben objektif kalacağım” diye
hakkın ve haklıların tarafını tutmaktan imtinâ edilemez; “objektif kalarak” bir
def’a vâkıalar tesbît edildikden sonra, sahîh ilim adamı için bir ahl̃âk̆î
vecîbe ortaya çıkar: Haklının tarafını tutmak…
Dr. Moïse Allatini’nin
rol̃ü atlanmamalıydı
Şişman’ın
kitabında müşâhede ettiğimiz büyük bir eksiklik de, 19. asırda, Sel̃ânik Yahûdi
ve –dolaylı olarak- Sabataî Cemâat̃lerinin aydınlanmasında Livornolu
Marranolardan Dr. Moïse Allatini’nin (1809-1882) rol̃üne dikkat çekilmemesidir.
Hâl̃buki, -âilevî menşêi Sel̃ânikli Sefarad olan- Prof. Dr. Edgar Morin’in
–Şişman’ın da İngilizce tercümesinden okuduğu- Vidal et les siens (Vidal ve Âilesi) ünvânlı kitabında (Paris: Seuil/Points, 1996) bu
husûsta pek mühim, pek ibretâmîz mâl̃ûmât mevcûddur. Öyle ki Müslümanların
içinden de -o zamân veyâ günümüzde- böyle şahsıyetler çıkmamasına çok esef ediyoruz… (Yeni Söz, 18-20.5.2019/238-240’a
mürâcaat)
Scholem ve Şişman’ın Sabataîlik hakkındaki çalışmaları arasında bir
mukâyese
Scholem
ve Şişman’ın Sabataîliğe dâir araştırmaları veyâ –daha doğrusu- onların
Sabataîliğe yaklaşımları arasında bir mukâyese yaptığımızda, şahsen şöyle bir
hükme varıyoruz:
(Sabataîliği kavramak
bakımından bizim çalışmalarından çok istifâde ettiğimiz) -İsrâil İlimler
Akademisi Reîsi- Prof. Dr. Gershom Scholem’in (1897-1982) Sabataîliğe
yaklaşımı, Şişman’ınkinden çok daha objektiftir. Onun, Sabataîliği Yahûdi
târihinin ve Sabataîleri Yahûdi milletinin bir parçası olarak görmekle berâber
(ki onun nazarında, -hahamlarınki gibi birtakım şartlar ileri sürmeden- kendini
Yahûdi telâk̆k̆î eden herkes Yahûdidir), têvîle, tahrîfe, sun’î îzâhlara
sapmadan, Sabataîliği olduğu gibi teşhîse çalışması, sahîh bir ilim adamına
yakışan tavırdır.
Sabataîlik hakkında
bizim kitabımız
Biz, 1980’li
senelerde, Scholem’in büyük ilmî kıymeti hâiz çalışmalarını keşfedince,
bilhassa Sabataî doktrini ve Sabataî târihinin başlangıcı hakkında, onu,
araştırmamızın merkezine koyduk. Dîğer taraftan, bedîhîdir ki Münâfık -ve
hâl̃iyle gizli- bir zümrenin cem’iyetimizdeki faâliyetlerini tesbît etmek ve
kendimizi onların verebileceği zarârlardan koruyabilmek bakımından, onların
teşhîs edilmesi fevkal̃âde mühim ve bir o kadar da zor bir mes’eledir.
Binâenaleyh, Scholem’in Sabataîlik hakkındaki objektif tesbîtlerini hep göz
önünde tutarak, Sabataî Cemâatinin mensûblarını da tesbît etmiye, böylece
onların husûsen “Kemalist Türkiye”nin yoğrulmasında ne derece têsîrli
olduklarını anlamıya çalıştık.
Bizim uzun
senelere yayılan bu çalışmalarımızın mahsûl̃ü, Yahûdi Fikriyâtı ve Dönmelik ismini verdiğimiz hacimli kitab oldu.
Bu kitab, Yahûdilik ve Dönmeler ismi
altında, muharref bir muhtevâ ve korsan baskıyle, 1989’da piyasaya çıktı. Onun
hakkında, bütün kusûrlarına rağmen, şu tesbîtte bulunulabilir: Türkiye’de
Sabataîliği ve Sabataîleri ilk def’a geniş çapta deşifre eden ve muâsır Türkiye
târihindeki büyük rol̃lerine dikkati çeken, bu bakımdan Türkiye’deki Sabataîlik
araştırmalarında bir dönüm noktası teşkîl eden eserdir.
Gizli hüviyet
üzerine kurulu Sabataî Cemâatinin -mezkûr eserimizde binlercesini
zikrettiğimiz- mensûblarını tesbît etmek husûsunda çok kafa yormuş ve netîcede
şöyle bir yol tâkîb etmiştik: a) Mâl̃ûm isimlerden yola çıkarak, esâs
îtibâriyle kendi aralarında evlenen bu insanların âilelerini, akrabâlarını
tesbît etmek, bunun için de bilhassa vefât îl̃ânlarına ve sosyete haberlerine
mürâcaat etmek; b) Sabataî mekteb ve vakıflarının, kezâ derneklerinin
idârecilerini, v.s. tesbît etmek; c) Üsküdar-Bülbülderesi Mezarlığı’ndaki
isimlere dikkat etmek; ç) Onları tanıyan şâhidlere mürâcaat etmek… (Bu son
şıkta, sâdece, Sabataî Hâriciyecileri tesbît etmiş bir şâhide ulaşabildik.)
Korsan ve muharref baskı
olarak –muhtemelen- Eylûl 1989’da piyasaya çıkan ve asıl ismi Yahûdi Fikriyâtı ve Dönmelik olan
kitabımız, bu kusûrlarına rağmen, Türkiye’de Sabataîliği ve Sabataîleri ilk
def’a geniş çapta deşifre eden ve muâsır Türkiye târihindeki büyük rol̃lerine
dikkati çeken, bu bakımdan Türkiye’deki Sabataîlik araştırmalarında bir dönüm
noktası teşkîl eden eserdir…
***