Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (5)

                                akşam.jpg

                                    (Akşam, 19.11.1938, ss. 1 ve 2)

19 Teşrînisânî 1938, Cumartesi: Dokuz gün bekliyen tahnît edilmiş cesed, nihâyet Ankara seyâhat̃ine çıkıyor… İki gün de böyle geçecek, ancak 21 Teşrînisânî 1938, Pazartesi günü Etnoğrafya Müzesi’ndeki mahsûs mahâlline konulacak, defnedilmiyecekdir. Acabâ Tâbut, (sanki teşhîrlik bir müze eşyâsıymış gibi) nîçin târihî, nâdide, kıymetli eserlerin teşhîr edildiği bir binâya konulmuştur?

***                

Diyânet İşleri Reîsini, dîğer dînlerin reîsleriyle berâber yürüttüler ama, birincisine olduğu gibi bu ikinci cenâze merâsimine de Müslümanlığın gölgesinin düşmesine dahi müsâade etmediler: Sal̃â vermediler, cenâze namazı kılmadılar, Kur’ân okumadılar, duâ etmediler… Hattâ mumyayı da çözüp cesedi kefenlemediler! Kendisine, Tâbutun açılıp cesedin ne hâl̃de olduğunun tedk̆îk̆i vazîfesi tevdî edilmiş olan Marazî Teşrîh Profesörü Kâmile Mutlu’nun müdâhalesi üzerine, tahnît bozulmadı, mumya olduğu gibi bırakıldı ve Anıtkabir’deki mahsûs mahâlline de o hâl̃iyle konuldu. (“Defnedildi” diyemiyoruz…)

Zâten, bu memlekette olup bitenlere az-çok vâkıf aklıselîm sâhibleri bu hâl̃i herhâl̃de yadırgamamışlardır: Hayâttaki en büyük gâyesi İsl̃âmı târümâr etmek olan bir şahsıyetin ölüsüne nîçin Müslüman muâmelesi yapılacaktı ki? Âşik̃ârdır ki o, böyle bir muâmeleyi şahsına, hayât felsefesine, İnk̆il̃âblarına yapılmış bir hakâret kabûl̃ ederdi!

Hâl̃ böyledir ve Mustafa Kemâl̃’in 1920’li, 30’lu senelerde dirisine, 10 Kasım 1938’den beri de ölüsüne arz-ı ubûdiyet edilmiye devâm ediliyor…

11 Kasım 1910'da Resne Locası'nda tekrîs edilen Mithat Cemal Kuntay, 19 Kasım 1938 târihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında neşredilen “Atatürk'ü Ankarada karşılarken” başlıklı şiirinde:

“Gene sağdır, gene sağlamdır O, hem dünkü kadar.

Ona mâtemle… Hayır, sâde taabbüdle eğil!

Ölüdür, doğru, fakat öldüğü hiç belli değil!”

demişti…

Filhakîka, Kemalistler (daha doğrusu Sabataî Cemâat̃i ve Siyonist, Farmason, Frenk, v.s. müttefîk̆leri), Mustafa Kemâl̃’e, cesedini mumyalıyarak, sağımızı, solumuzu, önümüzü, arkamızı, tepemizi onun nâmıyle doldurarak, mumyasının konduğu ve her tarafını hâtıraları, nutukları, vecîzeleriyle donattıkları Anıtkabr’ini bütün bir Milletin panteonu hâl̃ine getirerek, şu veyâ bu vesîleyle milyonlara mermer l̃ahdi önünde resmigeçid yaptırarak, onlara, her fırsatta kabrine koşup ondan meded umacak veyâ huzûrunda, yapılan herhangi bir işin hesâbını verme ihtiyâcı hissedecek bir zihniyet (İnsanlık Âleminin asırlarca geride bıraktığı pek iptidâî bir zihniyet) aşılıyarak öylesine bir mevcûdiyet, bir hayâtiyet kazandırdılar ki “öldüğü hiç belli değil”! O, Anıtkabir’den Memleketi idâre etmiye devâm ediyor!

O sağken başlatılan tapınış, ölümünde daha da şiddetlendi ve öylece devâm ediyor

Cemâat̃, o hayâttayken, bütün Anadolu Milletini ona tapınmıya zorluyordu ve elindeki muazzam imk̃ânlarla (cebren ve hîleyle) geniş kitleleri bu şahısperestlik dînine kazanmıya muvaffak olmuştu. Ölümü, onu mâbûdlaştırmak için yeni bir vesîle oldu; ölüsüne tapınış, belki dirisine tapınışı da geçti ve günümüze kadar böylece geldi: Bir asırdır, kendisi bir tabudur, totaliter rejimi bir tabudur, ideolojisi bir tabudur…

 

 

 

2. görsel.jpg

 

Sağlığında ve onun irâdesiyle, bütün halk ve bilhassa yetişmekte olan yeni nesiller, Devletin imk̃ânları kullanılarak ve her çeşid propaganda vâsıtasıyle, ona tapınmıya sevk̆ediliyordu…

Solda: “Mutlak Şef”in değişmez Dâhiliye Vekîli (Beynelmilel Masonluk Mâbedinin 33 dereceli müntesibi) Şükrü Kaya’nın tâmîmi: “Vilâyet ve belediyelerin Ulu Önderi ve büyük inkılâbı tebcil için yer yer anıtlar yapmak teşebbüsünde bulundukları memnuniyetle haber alınmaktadır. İlh…”

Ortada, bu umûmî hâl̃e bir misâl̃: “Atatürk’ün Türk ağır endüstrisine ilk armağanı olan millî şeker fabrikalarımız, bunu her an minnet ve şükranla yadetmek için Alman sanatkârı Prof. Thorak’a büyük önderin çok kıymetli bir büstünü yaptırmışlardır…”

Sağda, Mütehakkim Zümrenin güzîdelerinden İsmail Müştak Mayakon’un haberi: “27 Mart [1937] cumartesi gecesi, Ankara Halkevinde bir toplantı vardı. Ankarada tahsilde bulunan Bursalı gencler bir yurd şenliği yapıyorlardı. Toplantıya riyaset eden Ekonomi Bakanı Celâl Bayar Bursa genclerinin tazim ve şükranlarını bir telgrafla Atatürke arzetti. […] Celâl Bayar, telgrafında Bursa genclerinin Büyük Öndere sonsuz inan ve itaatlerini ve onun nurlu yolunda yorulmadan Atatürkü takibe andlarını bildiriyordu. [Bunun üzerine, “memnuniyetlerini yüksek huzurlarile Bursa genclerine ifade etmek için Halkevini şereflendiren”] Ulu Önder, yalnız Bursa genclerinin değil, bütün Türk milletinin kalbine ve dimağına nakşedilmek lâzım gelen şu yüksek sözleri söylediler: Arkadaşlar, bu gece buradaki toplantınızı ve benim hakkımdaki derin duygularınızı Celâl Bayar çok güzel ve canlı bir ifade ile bana bildirdi. İlh… […] Salon halkı, bu Tanrısel sözleri bir ibadet vecdi içinde dinledi… [Bayar, ayrıca, bu toplantıda söz alarak, “heyecandan titriyen bir sesle” konuşuyor ve Milletimiz nâmına şu taahhüdde bulunuyor:] Atatürk te bahtiyardır; çünkü o da tek bir emri, tek bir işareti üzerine nefsini, hayatını, çoluğunu çocuğunu, varını yoğunu, hulâsa bütün mevcudiyetini, tereddüdsüz fedaya hazır bir milletin Şefi, Ulusu, Atası olduğunu ve milletinin kendisine böyle bir iman ve itaatle bağlı bulunduğunu biliyor…”

***   

 

 

Filhak̆îka, Kemalist matbûât (ki olmıyanı yoktu, -Totaliter Rejim îcâbı- olamazdı) ve bütün imk̃ânlarıyle Kemalist Totaliter Rejim, ölümü vesîlesiyle de efk̃ârıumûmiyeyi öylesine  bir propaganda bombardımanına tutmuştu ki onu âdetâ hipnotize etmiş, afyonlamış, sersemletmiş, istediği cihete yönlendirdiği, istediği hareketi yaptırdığı bir kuklaya çevirmişti… Kukladan beklenen ise, kendileri gibi, “Mutlak Şef”in l̃âyemûtluğuna inanmak ve ona taabbüd etmekdi…  Aklıselîmin, sâlim müşâhedenin ancak istifhâhla karşıladığı bir yalanın hak̆îkat̃ olduğuna, bin dereden su getirerek, gece-gündüz onu tekrâr ederek kendilerini de, bütün halkı da inandırmak için çırpınıp duruyorlardı… (Türkiye’nin bir asırlık manzarasına bakınca, gayretlerinin boşa gittiği söylenebilir mi?)

Burada, ölümünün halkı ona tapındırmak ve Kemalist Totaliter İdeolojinin sâdık mü’minleri hâline getirmek için nasıl müstesnâ bir vesîle, bir fırsat vazîfesi gördüğüne dâir devrin en îtibârlı birkaç gazetesinden nümûneler arzedeceğiz.