09 May 2023

Müştereksizleşme yahut Dualist İntihar

Mavi Gök Yağız Yer…

Millet müşterek değerler, doğrular ve güzel anlayışı yani ahlak, akıl ve estetik etrafında oluşan bir mensubiyettir. Millet ortak kökler, süreç ve gaye etrafında toplanan bir insan mecmuasıdır. Millet medeniyet kurma bilincine ulaşmış olan insan topluluğudur. Millet kendisi dışında ötekiyle de olgun ilişki kurarak insani değerlerde birleşme mesuliyeti de taşıyan bir yapıdır. Millet kültürüyle anlam ve medeniyetle tarz kazanır. Bu manada millet katmanları olan bir anlam bütünlüğüdür. İçerdikleri ile insan topluluğuna bir kimlik, aidiyet, mensubiyet, mukaddesat ve mesuliyetler tevdi eder. Hülasa millet için müşterekler hamulesidir demek de yanlış olmaz. Zira insan parmak izi kadar çok ve hâli kadar çeşitlidir. Bu bakımdan aynı dili konuşsa ya da farklı mahalli lehçe yahut dillere sahip de olsa bir millet müşterekleri, mazisi, müstakbeli ve mesuliyetleri ile oluşturduğu birlik ölçüsünde manalı bir bütündür. Kültürün merkezi unsuru çevresinde oluşan bu bütünlük bu merkeze göre adını alır. Siyasi sınırlar ve yasal çerçeveler bu ilişkiye formal etki eden hususlardır. Millet için zahiren var olan müşterekler kadar mefhum birliği de hayatidir. Aynı lafza farklı içerikler yükleyen bir toplum millet olma hüviyetini yitirerek zoraki bir arada duran bir çıkar yığınına dönüşebilir. Burada Mevlana’nın aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır sözü ile Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir ifadelerini gelenekten modern zamanlara düşünerek meseleye bakmakta fayda vardır. Bunun bir de hususen din hamasetiyle ve asabiyesiyle modern zamanların başka yerlerdeki sapmalarını doğrudan bizim millet anlayışımıza katıp millet algısını din kavramının karşısına konulan modern bir öcü gibi göstermek ve Allah’ın ayetleri olan millet olgusunu batıl ilan etmek milli bünyeyi parçalamak için bir kasıt değilse olsa olsa kendi inandığı Kitaptan dahi habersiz kalan bir cahiliyeti gösterir. Humanizma adına soldan gelen yaveler var elbette. Sanki millet olmak esası bataklıkta biten bir ayrık otu da hayatımızdan çıkınca beynelmilel değerlere koşup uygarlık yarışında öne çıkacağız gibi bir anlayış söz konusudur. Bu modern zaman kavrayışları eleştirilebilir elbette ama iyi niyetle bakıldığında hepsinde milli birliği korumaya yönelik, düzen oluşturmaya matuf daha üst ve insani bir arayışın olduğunu da bir ihtimal olarak düşünmek birliğimizi muhafaza ve birbirimizi anlamak adına fayda olabilir.

Müşterek değerlerimiz, kıymet hükümlerimiz, mukaddesatımız aramızdan kalktığında varlık içinde nefes alan biyolojik nesnelere dönüşmüyor muyuz? İnsanın toplum varlığı olması gerçeğini kabul ettiğimizde bu toplumun zahirî tarafı hayat tarzı ve medeniyet bakımından batınî/iç yanı ise kültür, insan ve hayatın manalandırılması ve meseleleri çözme pratiği açısından fevkalade önemli bir yerde durur. Modern dünya bize gelenek içinde bütünüyle var olduğumuz parçalarımızdan birini seçme ve atomize olma simülasyonunu dayatır. Saçma gelse de kendi vaziyetimize göre kol, bacak yahut kafamız neyse tercihimiz onu seçer ve ocu oluruz. Sanki kolumuz artık yok, bacağımız değersiz kalmış gibi kafamızı ele alır kavgaya başlarız. Aliya İzetbegovic modernizmin       oluşturduğu bu dualizmi Doğu Batı Arasında İslam kitabının dibacesinde enfes bir şekilde paylaşıp dikkat çekmişse de her şeyi bilen akıllarımız için Aliya sarf-ı nazar edilebilir idealist naiflerden olduğu için kenarda köşede okunup anlaşılmayan bir şahsiyet olarak bir gün medeniyetçi kafa taşıyan ve zihniyeti buna oryante doğulular ve belki de insanlık tarafından anlaşılmayı bekler haldedir.

Müştereksizleşme bugün millet hayatı için son derece hayatî bir risk olarak globalleşen dünyada bekamızı tehdit etmektedir. Milliyet mi diyanet mi hümanizm mi gibi oryantalist tuzaklar içinde dualist intiharlar içinde kıvranan bünyemiz medeniyetçi bir tarih okuması ve güncel bilinçten mahrum kaldıkça da gençlerden başlayıp ileri yaşlara doğru ilerleyen bir yoksunlaşma ve yozlaşma söz konusu olmaktadır. En başta anneler beşikte evlatlarına bu bilinç halini anlatmalıdırlar. Hafıza fersudeleşmekte bu yaşandıkça da kimlikler artık popüler içerikler tarafından iyice hırpalanarak insanlığımız yara almaktadır. Anomi yaşayan bir toplum zaman ve mekândaki yerini kaybetmekte ve “metaverse” projeler için daha da uygun hale gelmektedir. Hükümsüzleşme ve kuralsızlaşma ile yaşanan kutuplaşmalar, krizler ve kaoslar hayatı, ferdiyetten cemiyete müştereksizleşmeler bataklığına çevirmektedir. İşin daha fecisi de bu yalnızlaşma, parçalanma ve bölünmelerin ham ihtiraslar adına kullanılarak toplumun çıkar ve ideoloji peşinde sürüklendiği politik angajmanlardır.

Toplum çözüldükçe değişik renklerdeki alt gruplar güçlenmekte ve başta kadın olmak üzere şiddet mağduriyetleri artmaktadır.  Müşterekleri temsil eden kurum ve simgelere alt grup gölgeleri düştükçe cemiyet çözülmeye devam etmek ve herkesin müştereği olan kurum ve semboller artık parçalara bölünmüş bünyenin manasız ve hükümsüz yapılarına dönüşmektedir. Artık herkesin olan bir tarih filancacıların diğer bir yapı falancacıların değerine dönüşmekte böylece gittikçe cemiyet mahiyet farkları arasında savrulan bir yozlaşmaya dönüşmektedir. Müştereklerin hükümsüz kalması, kültürel yozlaşma şiddet ve çatışmayı peşinden getirecektir. Nepotizm ve eşitsizlikler bu kaosun koç başları olarak toplum hayatımızın millet hüviyetine çarptıkça müstakbel adına değersizleşme, yabancılaşma ve eylemsizlik söz konusu olacaktır. Şiddet kavramına bir de buradan bakmak gerekmiyor mu?

Millet olarak mefhumuzun neresindeyiz ve nereye gidiyoruz? Konuşmaya değil dinlemeye muhtaç imişiz…Hal imiş…

Vesselam