Müştereksizleşme yahut Dualist İntihar
Mavi Gök Yağız Yer…
Millet müşterek değerler,
doğrular ve güzel anlayışı yani ahlak, akıl ve estetik etrafında oluşan bir
mensubiyettir. Millet ortak kökler, süreç ve gaye etrafında toplanan bir insan
mecmuasıdır. Millet medeniyet kurma bilincine ulaşmış olan insan topluluğudur.
Millet kendisi dışında ötekiyle de olgun ilişki kurarak insani değerlerde birleşme
mesuliyeti de taşıyan bir yapıdır. Millet kültürüyle anlam ve medeniyetle tarz
kazanır. Bu manada millet katmanları olan bir anlam bütünlüğüdür. İçerdikleri
ile insan topluluğuna bir kimlik, aidiyet, mensubiyet, mukaddesat ve
mesuliyetler tevdi eder. Hülasa millet için müşterekler hamulesidir demek de
yanlış olmaz. Zira insan parmak izi kadar çok ve hâli kadar çeşitlidir. Bu
bakımdan aynı dili konuşsa ya da farklı mahalli lehçe yahut dillere sahip de
olsa bir millet müşterekleri, mazisi, müstakbeli ve mesuliyetleri ile
oluşturduğu birlik ölçüsünde manalı bir bütündür. Kültürün merkezi unsuru
çevresinde oluşan bu bütünlük bu merkeze göre adını alır. Siyasi sınırlar ve
yasal çerçeveler bu ilişkiye formal etki eden hususlardır. Millet için zahiren
var olan müşterekler kadar mefhum birliği de hayatidir. Aynı lafza farklı
içerikler yükleyen bir toplum millet olma hüviyetini yitirerek zoraki bir arada
duran bir çıkar yığınına dönüşebilir. Burada Mevlana’nın aynı dili konuşanlar
değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır sözü ile Mustafa Kemal Atatürk’ün
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir ifadelerini
gelenekten modern zamanlara düşünerek meseleye bakmakta fayda vardır. Bunun bir
de hususen din hamasetiyle ve asabiyesiyle modern zamanların başka yerlerdeki
sapmalarını doğrudan bizim millet anlayışımıza katıp millet algısını din
kavramının karşısına konulan modern bir öcü gibi göstermek ve Allah’ın ayetleri
olan millet olgusunu batıl ilan etmek milli bünyeyi parçalamak için bir kasıt
değilse olsa olsa kendi inandığı Kitaptan dahi habersiz kalan bir cahiliyeti
gösterir. Humanizma adına soldan gelen yaveler var elbette. Sanki millet olmak
esası bataklıkta biten bir ayrık otu da hayatımızdan çıkınca beynelmilel
değerlere koşup uygarlık yarışında öne çıkacağız gibi bir anlayış söz
konusudur. Bu modern zaman kavrayışları eleştirilebilir elbette ama iyi niyetle
bakıldığında hepsinde milli birliği korumaya yönelik, düzen oluşturmaya matuf
daha üst ve insani bir arayışın olduğunu da bir ihtimal olarak düşünmek birliğimizi
muhafaza ve birbirimizi anlamak adına fayda olabilir.
Müşterek değerlerimiz,
kıymet hükümlerimiz, mukaddesatımız aramızdan kalktığında varlık içinde nefes
alan biyolojik nesnelere dönüşmüyor muyuz? İnsanın toplum varlığı olması
gerçeğini kabul ettiğimizde bu toplumun zahirî tarafı hayat tarzı ve medeniyet
bakımından batınî/iç yanı ise kültür, insan ve hayatın manalandırılması ve
meseleleri çözme pratiği açısından fevkalade önemli bir yerde durur. Modern
dünya bize gelenek içinde bütünüyle var olduğumuz parçalarımızdan birini seçme
ve atomize olma simülasyonunu dayatır. Saçma gelse de kendi vaziyetimize göre
kol, bacak yahut kafamız neyse tercihimiz onu seçer ve ocu oluruz. Sanki
kolumuz artık yok, bacağımız değersiz kalmış gibi kafamızı ele alır kavgaya
başlarız. Aliya İzetbegovic modernizmin oluşturduğu
bu dualizmi Doğu Batı Arasında İslam
kitabının dibacesinde enfes bir şekilde paylaşıp dikkat çekmişse de her şeyi
bilen akıllarımız için Aliya sarf-ı nazar edilebilir idealist naiflerden olduğu
için kenarda köşede okunup anlaşılmayan bir şahsiyet olarak bir gün medeniyetçi
kafa taşıyan ve zihniyeti buna oryante doğulular ve belki de insanlık
tarafından anlaşılmayı bekler haldedir.
Müştereksizleşme bugün
millet hayatı için son derece hayatî bir risk olarak globalleşen dünyada
bekamızı tehdit etmektedir. Milliyet mi diyanet mi hümanizm mi gibi oryantalist
tuzaklar içinde dualist intiharlar içinde kıvranan bünyemiz medeniyetçi bir
tarih okuması ve güncel bilinçten mahrum kaldıkça da gençlerden başlayıp ileri
yaşlara doğru ilerleyen bir yoksunlaşma ve yozlaşma söz konusu olmaktadır. En
başta anneler beşikte evlatlarına bu bilinç halini anlatmalıdırlar. Hafıza
fersudeleşmekte bu yaşandıkça da kimlikler artık popüler içerikler tarafından
iyice hırpalanarak insanlığımız yara almaktadır. Anomi yaşayan bir toplum zaman
ve mekândaki yerini kaybetmekte ve “metaverse” projeler için daha da uygun hale
gelmektedir. Hükümsüzleşme ve kuralsızlaşma ile yaşanan kutuplaşmalar, krizler
ve kaoslar hayatı, ferdiyetten cemiyete müştereksizleşmeler bataklığına
çevirmektedir. İşin daha fecisi de bu yalnızlaşma, parçalanma ve bölünmelerin
ham ihtiraslar adına kullanılarak toplumun çıkar ve ideoloji peşinde
sürüklendiği politik angajmanlardır.
Toplum çözüldükçe değişik
renklerdeki alt gruplar güçlenmekte ve başta kadın olmak üzere şiddet
mağduriyetleri artmaktadır. Müşterekleri
temsil eden kurum ve simgelere alt grup gölgeleri düştükçe cemiyet çözülmeye
devam etmek ve herkesin müştereği olan kurum ve semboller artık parçalara
bölünmüş bünyenin manasız ve hükümsüz yapılarına dönüşmektedir. Artık herkesin
olan bir tarih filancacıların diğer bir yapı falancacıların değerine dönüşmekte
böylece gittikçe cemiyet mahiyet farkları arasında savrulan bir yozlaşmaya
dönüşmektedir. Müştereklerin hükümsüz kalması, kültürel yozlaşma şiddet ve
çatışmayı peşinden getirecektir. Nepotizm ve eşitsizlikler bu kaosun koç
başları olarak toplum hayatımızın millet hüviyetine çarptıkça müstakbel adına
değersizleşme, yabancılaşma ve eylemsizlik söz konusu olacaktır. Şiddet
kavramına bir de buradan bakmak gerekmiyor mu?
Millet olarak mefhumuzun
neresindeyiz ve nereye gidiyoruz? Konuşmaya değil dinlemeye muhtaç imişiz…Hal
imiş…
Vesselam