09 Ekim 2016

Musul’da dokuz hata

Irak yakın bir gelecekte mutlaka parçalanacaktır. Bu, artık yıllar değil aylarla ölçülecek bir hâdisedir. Amerika 1983 yılındaki plan üzerinde yürümektedir. Kürtlerin müstakil bir devlet olma ihtimalini derpiş ederek, bu operasyona karşı tavı almak Türkiye için yanlıştır.

Yanlış hesap Bağdat'tan döner

Musul'da dokuz hata

Irak yakın bir gelecekte mutlaka parçalanacaktır. Bu, artık yıllar değil aylarla ölçülecek bir hâdisedir. Amerika 1983 yılındaki plan üzerinde yürümektedir. Kürtlerin müstakil bir devlet olma ihtimalini derpiş ederek, bu operasyona karşı tavı almak Türkiye için yanlıştır.

Musul'un Türkiye için ehemmiyetini üç temel noktada hülâsa edebiliriz:

STRATEJİK EHEMMİYET:

Irak, tarihte hiçbir zaman müstakil bir devlet olamamıştır. İngilizler Şerif Hüseyin Paşa'nın bize karşı vâkî ihanetine mükafat olarak burayı Birinci Cihan Harbi nihayetinde sunî bir sûrette “Devlet” statüsüne kavuşturmuşlar ve başına da “Kral” sıfatıyla onun bir oğlunu yerleştirmişlerdir. Hicaz Krallığı adıyla bugünkü Suudi Arabistan topraklarında bir krallık tesis edip onun başına Şerif Hüseyin'i yerleştiren İngilizler, bu devletin bir kuvvet olarak ortaya çıkmasını önlemek maksadıyla Irakla birlikte, Suriye ve Ürdün'ü de ayrı ayrı devletler haline getirmişlerdir. Araziler birbirine muttasıl, ahali din, dil ve hatta ırk itibariyle aynı olmasına rağmen böylece birçok devletçiğin ortaya çıkarılması bir güç oluşturamamaları maksadına bağlıydı.

Ancak bunlardan Irak, Arap, Türk ve Kürt olmak üzere muhtelif halklardan teşekkül ettiği cihetle orada istikrar tesis edilemeyeceği baştan beri belliydi. Nitekim öyle de olmuştur. Bu durum, Irak'ın tarihine kısaca göz attığımız zaman sarahatle görülmektedir.

Irak'ın bizimle hududu öylesine anormal bir şekilde çizilmiştir ki, hemen hududa muttasıl yerler Kürt, daha güneyi ise Türkmenlerle meskûndur. Bu durum, Türkiye'ye bağlılıklarından şüphe edilemeyecek olan Türkmenlerle Türkiye Türklüğü arasında bir Kürt sekene bulunması arzusundan doğmuştur. Böylece Türkiye'nin bu bölgedeki hudutlarında öteden beri devam eden istikrarsızlık için bir zemin hazırlanmış oluyordu.

Osmanli-askeri
Bir zamanlar Irak'da Osmanlı Askeri - Bağdat onüçüncü kolordu telgraf taburu

Hududları bu şekilde çizenler, yakın bir gelecekte tarihî ‘'Ermeni Meselesi”nin yerine “Kürt Mesele-si”nin ikâme olunacağım daha o günden biliyorlardı. Bin yıl beraber yaşadığımız Müslüman Kürt halkının bize karşı tahriklerinin başlangıcının bu tarihlerde olduğu bilinen bir keyfiyettir.

Bu sebepledir ki, bugünkü Türk-Irak hududunun askerî ve siyasî bakımdan hâiz olduğu anormalliğin izale edilebilmesi Musul'un kurtarılabilme şartına bağlıdır.

EKONOMİK SEBEPLER:

Haritaya bir göz atanlar Türk-Irak hududunun Hakkari dağlarının bittiği noktadan geçtiğini görürler. Hemen hududun ötesinde münbit topraklar vardır. Bunlar o gün cihan siyonizminin emrinde bulunan İngiliz siyasetinin icabı olarak millî hududlarımız dışında bırakılmıştır. Osmanlı devletinin son Musul valilerinden Ebubekir Hâzım Tepeyran'ın hatıratında bu arazinin verimliliği ve çeşitli madenler itibariyle zenginliği tafsilatıyla anlatılmaktadır:

musul_1

“Bu vilâyetteki tabiî servet menbâlarının çokluğu ve çeşitliliği yeryüzünde pek az memlekete nasib olan bir derecededir. Vilâyetin hemen her tarafında, her nevi değerli madenler bol ve petrol kaynaklan meşhur olmakla beraber Dicle nehrine yakın maden kömürleri bulunduğu gibi civardaki bazı kaynaklardan biraz kırılınca arasım parlak, fakat kaçıcı birer fikir gibi taş içinden fırlayarak otlar arasına kayan saf civa madeni de görmüştüm.

Kerkük kasabasında yağmurlardan sonra bazı kaynaklardan cıvalar aktığını ve bunlardan en ziyade musevi ahâlinin istifade ettiklerini mevsuk olarak işitmiştim. Hâtıra notlarıma mahsus karneye kaydı nasılsa ihmal edilmiş olduğu için, yerini kati bir surette hatırlayamıyorsam da, galiba Kerkük Livası dâhilinde bir dağdan getirilen kükürt renginde sarı ve ince bir kum tahlil ve tedkike değer bir şeydi. Tadı asit tartarik'i andıran bu kumu ora ahâlisi limon tozu gibi kullanarak hiçbir zarar görülmemiştir. Musul civarındaki, çıkarılan âsâr-i atikadan dolayı meşhur Koyuncuk tepesi etrafında yağmurlardan sonra Ninua çocuklarının küçük elmas kınatılan buldukları da vâki imiş. Vilâyetin muhtelif mevkilerinde erimiş altın ve yakut gibi, çukurlarda dalgalanıp boş yere akıp giden birçok petrol veya neft membaları bütün dünyaca mâruf ve Musul'un Mütâreke Anlaşmasından sonra uğradığı feci istilânın en ziyade bu mübârek ve mühmel mayîlerden ileri geldiği de mâlumdur.

Bu vilâyet dâhilinde bulanık akan Dicle ve sayısız çaylardan başka «Büyük Zap», «Küçük Zap» denilen ve daima berrak akan hayli büyük ırmaklar da vardır. Musul vilâyeti topraklarının yetiştirme kuvveti hakikaten fevkalâdedir. (...)

Resmî vilâyet gazetesinin 551 No'lu 16 Mart 1316 (1900) tarihli sayımında yazdı olduğu veçhile, bir çavdar tanesinden yüz otuz başak hasıl olması gibi bereket mucizesi nadir değildir. Bir buğday tanesinden yirmibeş başak çıkmış olduğunu ben de gördüm. 

Bunlara Musul vilâyetinin zengin petrol yataklarını da ilâve ederek düşünürseniz, bu bölgenin iktisâdı açından ehemmiyetini kavrayabilirsiniz. Türkiye'yi, içine sürüklendiği mâlî sıkıntılardan kurtarabilecek yegâne imkân budur. Bu da burasının Misâk-ı Millîye dâhil olması dolayısıyla mümkün olmakla beraber buna bugün bir de Amerikan menfaatiyle paralellik eklenmiş bulunmaktadır. Daha önceki birçok benzerleri gibi bu fırsatı da kaçırmak Cumhuriyet tarihinin en dehşet verici hatası olacaktır.

BEŞERÎ SEBEPLER

Irak havâlisi tarih boyunca çeşitli kavim ve kabilelerin meskûn olduğu bir bölge olmakla beraber, burası, Türklerin İslamiyet'i kabul ettikleri devirden beri Oğuzların muhaceret ettikleri belli başlı yerlerden biridir. Hatta bu göçler Anadolu'ya yerleşmekten çok daha evveldir Türklerin Musul havâlisinde hâkim bir topluluk oldukları bu vilâyete âid Salnamelerde de gözükmektedir. Esasen eski göçlere ilâveten Yavuz Sultan Selim Suriye'nin Akdeniz sahilindeki Lazkiye'den başlamak üzere Bahreyn'e kadar takribi seksen-yüz kilometre genişliğinde bir şerit, daha emin bir tabide beşerî bir set halinde Şia'nın “Bilâd-ı Mübâreke”ye sarkmaması için bölgeye yerleştirdiği Türkler sayesinde Anadolu'daki kadar bir kesafet kazanmıştır Bu yerleştirmelerin neticesi olarak bugün Musul vilâyetinde üç milyon civarında olan Türk asıllı ahâlî, yıllardan beri Arapların, bilâhare de Kürderin tazyiki karşısında, sağa sola kaçmış, başta Bağdat ve Türkiye olmak üzere bölgeden uzaklaşmış ve hatta bir çok batı ülkesine iltica etmiş olanlarla birlikte en az beş milyondur. Bunlar millî hudutlar dâhiline katıldığı takdirde asayiş ve emniyet bakımından güney hudutlarımızda gerçekleşecek huzur, sükûn ve emniyet münakaşa kabul etmez bir gerçektir. Böylece Kuzey Iraktaki Kürtler de içeride kalmış olacağı cihetle, bunların bugünkü oluşumlarının inkişafi önlenebilecektir. Bu durumun siyasî ve askerî bakımından değeri münakaşa edilemez.

misaki-milli-haritasi_1
Misak-ı Milli Haritası

Musul'da kaçırılan fırsatlar

Birinci Cihan Harbi nihayete ermek üzere iken Filistin havalisinde ‘Yıldırım Ordular Grubu” adıyla üç ordumuzdan müteşekkil “Filistin Cephesi” denilen bir cephe mevcut idi. 1918 yılı Eylül ayında bu cephede -bazılarınca bir ihanet neticesi olduğu iddia edilen- anî bir çöküş meydana geldi. Ve bunun neticesinde 30 Ekim 1918 tarihinde mahud Mondros Mütârekenârnesi imzalandı. Fakat İngilizler mütareke imzalandığını duymamış bulunduklarını iddia ederek, ileri harekâta devam ettiler ve 2 Kasım 1918 tarihinde Musul'u işgal ettiler. Şu keyfiyet, Musul'un “Mî-sâk-ı Millî” hududları içinde sayılmasını icap ettiren tarihî bir gerçektir. Zira Misâkı Millî, Mondros mütârekesinin imza edildiği gün itibariyle fiilen veya hukûken elimizde ve bizim olan yerleri “vazgeçilmez asgarî vatan” addetmektedir. Bu itibarla daha sonra ortaya çıkan Yunan işgal ve istilalarına karşı vâkî olan Millî Mücadelenin gerçekleştirmek istediği gaye, Millî Mîsak hudutlarıydı. Bu mücâdele zaferle nihayet bulduğuna göre, bu zaferi tasdik etmek mevkiinde bulunan Lozan Muâhedenâmesi'nde burasının Ingiliz işgal ve istilâlarından kurtarılmasını gerektiriyordu. Bu yapılamadı. Ve bununla birlikte daha bir çok fırsat da değerlendirilemedi

Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:

İLK HATA

Birinci hata Lozan'da işlenmiştir. Çünkü burada Irakla olan hududlarımızın tayin ve tesbiti umûmî sulhün kaderinden tefrik olunarak ileriye ta'lik olunmuş ve İngilizlerle aramızda ikili görüşme ile hallolunması kararlaştırılmıştır. Halbuki bütün dünya umûmî efkârı harpten bıkmıştı. Bir ân evvel sulhün gerçekleştirilmesi arzu olunmaktaydı. Musul mes'elesinde Türkiye'nin ısrarı halinde sulhün muallel kalması ve uzaması Avrupa diplomatlarının asla işlerine gelmezdi. Bu gerçeği Lord Curzon'un hayatını kendi ağzından dinleyerek kaleme alan Early of Ronaldshay şöyle ifade etmiştir:

“İngiltere Başvekili ümidsizliğe yaklaştığı biranda Curzon'a yazdığı bir mektupta şöyle diyor: Şimdiye kadar aşmaya muvaffak olduğun güçlükler çoğalmakta. Gazetelere bakılacak olursa, Türklerin Musul'u bir münakaşa mevzuu yapıp anlaşmamaları muhtemeldir. Her halükârda bundan daha kötü bir şey olamaz. Zira bu takdirde halkımızın en az yarısı ve bütün dünya, petrolün hatırı için sulhü reddettiğimizi söyler.»

Yalnız İngilizler mi böyle düşünüyorlardı? Hayır, Fransızlar da aşağı yukarı aynı kanaatte idi. Lord Curzon bir mektubunda aynen şöyle demektedir: “Bonar'ı bir kavga gürültü koparmaktansa, Musul, Boğazlar ve İstanbul'u terk edip herhangi bir şeyden ve hatta her şeyden vazgeçmeye çok hevesli buldum. ”

İsmet Paşa'nın bocası

Düşman cephesi böyleyken Türk murahhas heyeti gaflet içinde yüzüyordu. Gazetecilerle birlikte yüz elli kişiye ulaşan heyetimizden bazıları Lozan'a dolmuş İngiliz entelijans mensuplarıyla Musul petrolleri üzerine imtiyaz dalavereleriyle meşguldüler. İkinci murahhas Doktor Rıza Nur:

"Fakat İsmet Lozan'da Musul için dâimâ bana: Canım, gel şunu bırakalım da, sulh yapalım.» der, beni zorlardı.

Ben: “Olmaz, bütün mukavemetleri yapalım” derdim.

“Canım sonra boca ederiz, sulhü kaçırırız. Verelim” derdi. Boca, onun tâbiridir.

Esasen İngilizlerin sulh, Musul meselesinden dolayı bir çıkmaza girdiği takdirde yeni bir harbi göze alamayacağı, daha konferans başlamadan evvel belliydi. Lozan Konferansı için tayin edilmiş başlama tarihinde İsviçre'ye gelen Lord Curzon o kantonda mahallî seçimler bulunduğundan konferansın açılışını bir hafta tehir etmek mecburiyetinde kalmış ve bu bir haftayı müttefikleriyle fikir teatisiyle geçirmek maksadıyla Paris'e gitmiştir. Paris'te kendi başbakanından bir telgraf almıştı ki, o telgraf bu gerçeği bütün sarahatiyle ortaya koymaktaydı.

Bahsi geçen telgrafta aynen şöyle denilmekteydi: “Kanaatlerimi tam olarak bilmene rağmen muhtemel bir ihtilâfı önlemek için kanaatimce hayatî ehemmiyeti hâiz iki şeyin mevcud olduğunu tekrarlamam belki iyi olur. Birincisi şudur ki, Musul için harbe gitmemeliyiz. Sevr Muâhedenâmesi 'nden arta kalanı mer'iyete sokmak için Türkler'le yalnız başımıza savaşmayacağız. Bu noktalar hakkındaki fikrim o kadar kafidir ki, önceden kestirilemeyecek bir sebep hâriç, hiçbir şeyin fikrimi değiştirebileceğini zannetmiyorum. Binâenaleyh, bundan başka hiçbir siyâset hakkında mes'uliyet kabul edemem.

Bu vesikayı nakleden yazar, Lord Curzon'un harbi göze alma hususundaki arzusunun başvekilinden fazla olmadığını kaydetmekte ve Fransız hariciye nazın Mösyö Bonar”ın da Lord Curzon'un cebindeki bu vesikayı okurcasına benzer fikirler serdettiğini zikretmektedir. Bütün bu gerçeklerden gafil olan Türk murahhas heyeti sulhün Musul meselesinden dolayı muallel kalacağından endişe ederek onu sulhün umûmî kaderinden tefrik ederek sadece Türkiye ve İngiltere arasında bir mesele haline getirmekle azîm bir hata işlemiştir. Hâlbuki müttefiklerin sulh ihtiyacı da bizimkinden az değildi. Doğru olan petrolü bir imtiyaz mukavelenamesiyle İngilizlere terk edip toprağı kurtarmaktı. Böyle bir mukavele bilâhare iptal olunabilirdi. Bunu iptal etmek, hudud düzeltmek kadar zor olmazdı.