Nankörlüğün faturası bir gün mutlaka kesilir
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır deyimini kullanırız sürekli... Zira millet olarak vefalıyız.
Bize yapılan her iyiliğin farkında olur,
zamanı geldiğinde teşekkür etmesini biliriz.
Bazen küçücük iyilik ve ikramlar, bazen de
hayatımızın seyrini değiştiren iyilikler ve güzellikler tarafımıza ihsan
edilir. Her biri için muhataplara defalarca teşekkür ederiz. Bu iyiliklerin
karşılığını vermek için fırsat kollarız.
Bu davranış erdemli insanlara has olan bir
özelliktir. Kulun kula vefasıdır bu!
Kulun kula bu denli vefası ortadayken,
kulun yaratan ve yaşatana vefası daha fazla önem arz etmez mi?
Vefanın kelimeyle tarifi şükür olarak ifade
edilebilir.
Bu sebeple, şükretmek için çok büyük
gerekçelerimiz vardır.
Milyonları teklif etseler vermeyeceğimiz
kulağımız, karşılığında dünyayı teklif etseler yine de vermeyeceğimiz gözümüz
ve yokluğunu düşündüğümüzde kâbus görmeye yol açan birbirinden değerli
organlarımız vardır.
Allah'ın bize bilabedel ikram ettiği
böbreği düşünün, insan için ne kadar önemli olduğunu...
Yaklaşık 10 cm büyüklüğünde olan böbrekte
1.200.000 süzgeç ve süzgeçleri birleştiren 34 km uzunluğunda süzgeç kanalı
bulunmaktadır. Küçücük olmasına rağmen günde yaklaşık 200 litre kanı
dönüştürmektedir. Böbrek kanda bulduğu 3.000 farklı kimyasalı test eder ve
faydalılarını bırakıp zararlılarını süzerek idrar yoluyla dışarı atar.
Tüm bu özellikleri ile insan böbreği taklit
edilmesi asla mümkün olmayan yaratılış harikası ilahî bir makinedir.
İnsanı böyle muazzam şekilde yaratan
Allah'a kulun şükretmesi, binlerce kez hamd etmesi vacip dolmaz mı?
Zenginliği ile ün kazanan birine verilen
nimete şükrün değerini ve dünyanın değersiz oluşunu anlatmak için iki soru
sorulmuş.
Birinci soru su olmuş;
“Kavurucu çölün ortasında günlerce susuz
kalsan ve karşına biri çıkıp, ‘sana bir bardak su vereceğiz ama karşılığında dünyanın
yarısını vermen gerekecek’ teklifi sunulsa ne yapardın?”
Biraz düşündükten sonra adam, “dünyanın yarısını verirdim” cevabını vermiş.
İkinci soru da şu olmuş:
“İçtiğin suyun bir müddet sonra vücuttan dışarı atılması gerekecek. İdrar
yolunda tıkanma olsa ve sancılar başlasa, bu sıkıntının giderilmesi için
dünyanın diğer yarısı senden istense ne yapardın?”
Adam biraz düşündükten sonra, “Onu da verirdim” cevabını vermiş.
Her şeyimizi uğruna feda ettiğimiz dünyanın
bir bardak su değerine sahip olmadığını, bunun yanında bize kana kana içmek
için sular ihsan edildiğini, içtiğimiz suları sorunsuz, sancısız vücuttan çıkardığımızı
düşündüğümüzde şükrün anlam ve değerini idrak edemeyecek miyiz?
Her bir organın paha biçilemez değeri
bulunmaktadır, birçoğunun farkında olmadığımız...
Şu bir gerçektir: İnsan elinde bulundurduğu
değerin farkında olmaz. Farkında olmadığı için de değerini idrak edemez. İdrak
edemediği için de karşılığını verme düşüncesinde olmaz.
Yaşadığımız salgın sürecinde malûm
hastalığa yakalanıp solunum sorunu yaşayanlar, özellikle de entübe olanlar
nefesin ne kadar büyük değer taşıdığını sağlıklı insanlardan çok daha iyi
anlayacaklardır.
Kanuni Sultan Süleyman bu hususu mısralara şu
şekilde dökmüştür:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Yönetim-toplum arasında hizmet-teşekkür
iletişiminin bulunması şükrün bir çeşididir. Ancak bu hususta da eldeki
nimetlerin kıymeti yeterince bilinmemektedir.
Kaddafi’nin Libya’sında zorunlu ihtiyaç
sayılan su ve doğalgaz ücretsizdi. Evlerdeki elektrik de bedavaydı. Eğitim ve
sağlık hizmetlerinden Libya halkı bedelsiz faydalanıyor, hastalar hiçbir ödeme
yapmadan ilaçlarını alabiliyorlardı.
Diğer taraftan; Kaddafi devrilmeden önce
dünyada borcu en az olan devlet Libya’ydı. Bu dönemde Libya IMF ve Dünya
Bankası kredisi kullanmamıştı. Kaddafi döneminde yurt dışında okuyan
öğrencilere 1650 Euro geri ödemesiz burs ödenmekteydi.
Libya’da böyle bir ortam varken halk isyana
kalkışmış ve liderlerini Batılı vampirlere yem olarak teslim etmişti. Sonrası
ortada…
Libya’daki durum eldeki nimetin kıymetinin
bilinemediği gerçeğini gözler önüne sermiştir. Nimetlere şükürsüzlük
nankörlüktür.
Burada bir konunun unutulmaması gerekir:
Nimetin kıymeti bilinmezse sonu felaket olur. Beşerin sunduğu hizmete nankörlük
sefalet ve esareti, Allah’ın verdiği nimete nankörlük dünyada huzursuzluğu,
ahirette ise ebedi azabı meydana getirir.