Ne Akdeniz ne de bölgede Türkiye'siz bir denklem mümkün değildir
Hikaye, Doğu Akdeniz bölgesinde ilk olarak Mısır’ın 1969 yılında doğalgaz keşfi ile başladı, bu keşif diğer bölge ülkelerini de kaynak arama faaliyetlerine yönlendirdi.
ABD’nin Jeoloji Araştırmaları Merkezi
2010 yılında iki ayrı rapor yayınlamıştı. Bu raporda Filistin, İsrail, Lübnan,
Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni
(GKRY) kapsayan Levent havzasında ciddi anlamda petrol, doğalgaz ve Hidrokarbon
rezervinin olduğuna yer verilmişti.
Toplamda keşfedilen 122 trilyon metre
küp hidrokarbon rezervinin olduğu Doğu Akdeniz, günümüze kadar ticaret rotası
olmasının dışında enerji kaynağı bir bölge haline gelmişti. Dolayısı ile Bu
durum bölgede yeni enerji denklemlerinin oluşmasına neden oldu.
Bölgesel aktörlerin yanı sıra
özellikle Yunanistan ve GKRY’nin bölge politikaları gereği ruhsatlandırma
anlaşmaları sonrası bölgede çok uluslu bir enerji denklemi oluştu.
Çok uluslu ve ortak politika etrafında
hareket eden blokların oluştuğu bölgede; Yunanistan, İsrail, Mısır, GKRY ve
arkalarında bu bloğu destekleyen ABD, AB ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi
Arabistan gibi uydu Körfez ülkeleri ilk günden Türkiye’siz denklemler üzerinde
çalıştılar. Türkiye ise tüm bu oluşumlara karşı tek başına uluslararası
hukuktan doğan haklarını savundu.
Siyasi nedenlere bağlı olarak Mısır,
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi gibi aktörler Türkiye'yi Doğu
Akdeniz'de yalnızlaştırma politikası güderken Ankara hükümeti her söyleminde
oldu-bittiye izin vermeyeceğini; ancak diyaloğa açık olduğunu dile getiriyordu.
Türkiye’nin tezi, herkesin ortak
paydada kar elde edeceği fayda maliyet açısından en tutarlı adımları
içermekteydi. Bölgedeki tüm aktörlerin çıkarını gözeten bu önerileri kabul
etmeyip sonuçsuz girişimlerle maceracı bir tutum sergileyen
Yunanistan-GKRY-İsrail Mısır bloğunun Türkiye ile ortak paydada yer almak
durumunda kalacağı aşikar olsa da. Özellikle Mısır ve İsrail için en gerçekçi
adım Türkiye ile yapılacak olası bir anlaşma ile etkilerini artırmak ve global
birer enerji tedarikçisi olmaktı. Libya ile yapılan anlaşma bu gerçekliğin bir
ön gösterimi niteliğinde oldu.
Benzer şekilde Mısır, Türkiye ile
olası bir anlaşma neticesinde deniz yetki alanlarını genişletebilecek ve yeni
keşfedilen alanlardaki enerjisini dünyaya en etkili ve en az maliyetle
ulaştırma imkanına kavuşabilecektir.
İsrail ise dünya piyasasına açılıp
global bir enerji tedarikçisi konumuna gelebilmek için en iyi alternatifin
Türkiye üzerinden geçecek bir rota olduğunun idrakinde olmasına rağmen politik
sebeplerle bu seçeneği değerlendirememektedir.
Söz konusu enerji mücadelesi bölgesel
barışa olumsuz etki yapmaktadır. Bölgede adeta savaş diplomasisi hakim durumda.
Karşılıklı tatbikatlar ile birbirlerini tartan bölge ülkeleri, Kıbrıs sorunu
gibi mevcut anlaşmazlıkların üzerine yeni bir anlaşmazlık eklemiş oldu.
Böyle bir ortamda mevcut enerji
kaynaklarının tansiyonu giderek artıracağını söylemek mümkündür.
Türkiye’nin ortak komisyon kurulması
gibi herkesin çıkarına olabilecek tezlerinin reddedilmesi olası bir barış
ortamını engellemektedir. Dolayısıyla, bölgede keşfedilen enerji bir barış
enstrümanı olabilecekken, tam aksine mevcut krizleri tetikleyen bir etken
olarak karşımızdadır.
Bunun temel sebeplerinden birisi de
Türkiye’yi enerji denkleminde saf dışı bırakma isteğidir.
Bölgedeki hidrokarbon kaynaklarına
ulaşabilmek, Türkiye için hem enerji bağımlılığını azaltma hem de enerji
transferinde bir numaralı ticaret merkezi olma hedefleri açısından önemlidir. Öte
yandan, planlanan projelerin Türkiye’nin deniz yetki alanlarından geçiyor
olması anlaşmaya taraf ülkeler için en büyük engel durumundadır.
Uluslararası hukuk açısından mevcut
deniz yetki alanlarının altından boru hattı geçirmek mümkün olsa da Türkiye’nin
fiziki olarak var olduğu bir alanda bu çalışmaların yapılabilmesi mümkün
görünmemektedir.
Bu noktada İsrail’e ayrı bir parantez
açılması gerekecektir. Keşfettiği enerjiyi dünyaya ulaştırmanın en masrafsız ve
kısa yolun Türkiye olduğu gerçeğinin farkındadır.
Sadece Doğu Akdeniz’deki enerjinin
değil mevcut boru hatları ile diğer tedarikçilerden gelecek enerji kaynakları
için bir rota konumundaki Türkiye, AB ülkeleri için de büyük öneme haizdir. Bu
noktada Avrupa’nın Yunanistan ve GKRY’nin politikalarına mahkum pozisyonu
kendileri açısından bir çelişkidir.
Orta ve uzun vadede coğrafi konumunun
verdiği avantaj ile Türkiye bölgede enerji merkezi hedefine mutlaka
ulaşacaktır.
Geldiğimiz noktada, dünya siyasetinde
söz sahibi olabilmenin temel koşulunun sahada askeri başarı olduğu gerçeğini
her geçen gün yaşayarak görmekteyiz.
Caydırıcılık kartını kullanmak için
özellikle kendi ürettiği İnsansız Hava Aracı (İHA), Silahlı İnsansız Hava Aracı
(SİHA), firkateyn ve deniz altılarla arama ve sondaj gemileri ile bu konudaki
kararlılığını göstermiştir.
Askeri caydırıcılığının yanında
Türkiye, uluslararası hukuktan doğan hakları gereği bölgede en uzun sınıra
sahip olduğu Akdeniz’de egemenliğini koruma noktasında önemli bir motivasyona
sahiptir.
Bu motivasyon ile kararlı adımlar atan
Türkiye, sahada sonuç almaya başlamıştır.
Türkiye, Rusya ile yapacağı işbirliği
ile kendine daha geniş alan açabilecektir. Sonuç olarak karşı bloktaki
ülkelerin East-Med projesine imzası attıkları ‘Gaz Forumu’ gibi kapsayıcı
olmayan adımların gerçekçi ve etkili olmadığı anlaşıldığında farklı denklemler
ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin bahsi geçen yeni
denklemlerin ana aktörü olması hem uluslararası hukuk temelli coğrafi hem de
ekonomik bir gerekliliktir.
Sonuç olarak Tüm bölge ülkelerinin
ortak çıkarlarını gözeten bir anlaşma bölgede kalıcı barış için en önemli adım
olacaktır.
Vesselam.