28 Aralık 2017

Ne günlerden ne günlere geldik?

İnsan hayatı sayılı  günlerle dolu. Günler, haftalar, aylar birbirini kovalıyor. Dün yaşadığınızı zannettiğiniz olayın ardından bir de bakıyorsunuz ki yıllar geçmiş.

Bundan on beş yıl önce bu ülkede ‘ANASOL-M' şeklinde kodlanan bir hükümet oluşumu vardı. Zamanın partileri ANAP, DSP ve MHP'nin koalisyonundan oluşan bu hükümet, 28 Şubat Darbesinin hazırladığı ortamda, Darbecilerin taşeronu olarak iktidara getirilmişti.

Ne var ki işlerin iyi gitmediğinin onlar da farkındaydılar. Çünkü kendi parti programlarından daha çok Darbecilerin dayattığı programları uygulamakla meşguldüler.

Bunlardan biri de başörtüsü yasağı idi.Darbeciler sadece devlet dairelerinde, üniversitelerde başörtüsü yasağı ile yetinmiyorlar, din eğitimi verilen İmam Hatip Okullarında da bu yasağı uyguluyorlardı.

İşte bu yasağın mağdurlarından oluşan bir grup veli o günlerde yasağa bir çözüm oluşturmak için her hafta Ankara seferleri düzenliyordu.

Kartal ve Kadıköy Anadolu İmam Hatip Liselerinin Okul Aile Birliği yöneticilerinden oluşan bu ekibin içinde dönemin bazı toplum liderleri vardı

Ekipteki bir işadamının ifadesiyle '36 kez düzenlenen' bu Ankara seferlerinden birine ben de katıldım.

Katıldığım ekipte Bilge Danışmanlık'ın kurucusu işadamı Özkan Göksal, işadamı Metin Tavukçuoğlu ve MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır'ın kardeşi vardı.

Bir Eylül günü Ankara'ya vardık. O gün yine partilere uğranılacak, onların yöneticileriyle bu biçare çocuklara uygulanan başörtüsü yasağının kaldırılması talep edilecekti.

Önce ANAP'ın Genel Merkezine gittik. Burası rahmetli Özal döneminde Bal Peteği şeklinde yaptırılmış özel bir bina idi.

Nice hükümetlerin kurulduğu, nice tarihi olaya şahitlik yapmış binaya girdiğimizde şaşırdık. Çünkü bina son derece tenha idi. Merdivenlerde o dönem milletvekillerinden Haşim Haşimi ile karşılaştık.Hedef Mehmet Keçeciler idi ancak onu partide bulamadık.

İçimizde dönemin MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır'ın kardeşi vardı. 'Şimdi MHP'ye gidelim' dedik. Devlet Bahçeli, daha önce bu ekibi Kızılcahamam'da görüşme ümidiyle tam 7 saat bekletmiş, en sonunda görüşmemiş.

Devlet Bahçeli'nin başörtüsü sorununa ilgisini gösteren manidar bir hatıra bu.

Bu yüzden MHP'yi en sona bırakıp DSP'ye gitmeye karar verdik.

İktidardaki hükümetin başındaki partinin Genel Merkezi bende şaşkınlık oluşturdu. Çünkü 'Birlik Apartmanı No: 17' adresli bu bina 4-5 katlı eski bir apartmandan ibaretti.

Bülent- Rahşan Ecevit'in eskilerde kalmış yönetim tarzı Genel Merkez binasına da yansımıştı.

 Bizi bir bekleme odasına aldılar. Burada beş altı kişi ellerinde hediyelerle bekleşiyorlardı. Fakat her şey bir garipti. Bir genç kapıdan boynunu uzatarak sırası geleni “Dayı, sıra sende” diye çağırıyordu.

DSP Genel Merkezi, bir iktidar partisinin genel merkezinden daha çok, soğuk yüzlü Sovyet Dönemi uzantısı bir hastaneye benziyordu.

Sıra bize gelince önce bir İstanbul Milletvekili ile görüştük. Ancak onun bizim için yapabilecek bir şeyi yoktu. Bunu o da biliyordu. Biz ısrar edince bu kez bizi sarışın bir yetkiliyle görüştürdü. Bizi uzun bir masa etrafında kabul eden, hepimizin ismini bir listeye kaydettiren bu yetkili sonradan DSP'nin başına geçecek Zeki Sezer'di.

Zeki Sezer de bizi dinledi ancak bir çözüm ortaya çıkmadı. Tam kapıya çıktık. Ayrılmak üzereyken 'Rahşan Ecevit Genel Merkeze geliyor' diye bir haber geldi. Bu haberi duyan ekipteki birisi “Bekleyelim, fırsat bu fırsat, derdimizi ona anlatalım” dedi. Bekleşmeye başladık.

O sırada kapının önünde genç irisi, kulaklarında beyaz antenli koruma polisleri ortaya çıktı. Anlaşılan onlar da gelecek Rahşan Ecevit için tedbir oluşturuyorlardı.

Bizi kapıda bekleşiyor görünce uzaklaştırmak istediler. Ekipten birisi durumu özetleyip Rahşan Ecevit ile görüşme beklentimizi söyleyince genç koruma polislerinden biri kulağımıza eğilerek 'Siyasetten anlar mısınız?' dedi.

Ekibimizde belki onun yaşı kadar siyaset yapmış insanlar vardı. Ne var ki şimdi kendini dünyanın merkezi zanneden bu koruma görevlisine neyi nasıl anlatabilirdik? Silah belinde, telsiz elinde, boyu posu yerindeydi. Güç ondaydı yani…Bir cevap veremedik...

Ümitle beklememize rağmen bizi görüştürmediler. Üç partiyi hedefleyen maraton akşam saatlerini bulmuş, MHP'ye gidecek vakit kalmamıştı. O uzun günün ardından İstanbul'a döndük.

O yolculuğun müdavimlerinden Metin Tavukçuoğlu Beyle geçen hafta karşılaştık. Ben o gezilerden bahsedince 36 haftanın en çarpıcı birkaç sahnesini anlattı. Buradan tarihe mal olmasında fayda var.

Dönemin Meclis Başkanlarından DSP'li Uluç Gürkan kendisine yardım için gidildiğinde ve 50 bin genç kızın bu kapsamda mağdur olduğu söylenince “Beyler bu ülke kolay kurulmadı. Gerekirse 500 bin insanından bile vazgeçer “ şeklinde demokratik ve sol(!) bir cevap vermiş.

Dönemin DSP'li Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu ise Fazilet Partisi kendisi hakkında gensoru önergesi verince o kızgınlıkla  “Niye buralara geliyorsunuz? Sizler hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz anlamında demokratik ve sol(!) bir söz sarfetmiş.

Dönemin şahitleri hatıralarını yazsalar  pek çok ilginç tarihi ayrıntının ortaya çıkacağından eminim.

Ne günlerden ne günlere geldik çok şükür! Bu günlerin kadrü kıymetini bilmeli bir yandan şükrederken diğer yandan o günlerin kabuslarını bir daha görmeyecek kalıcı tedbirleri almalıyız.