Ne olacağızdan nasıl yapacağıza geçememek yahut kendöz fukaralığı
Ne olacağız sorusundan nasıl yapacağız sualine geçemedik uzunca asırlardan beri! Milletçe kendimizi ne olarak tarif edip tanımlayacak; anlayacağız meselesini çözemedik, çözemiyoruz. Zamanın ruhu, geçmişin gölgeleri, kültürümüzün izleri, kendözümüzün esasları ve geleceğin umutları arasında öylece duruyoruz. 100. yılında olmanın mutluluğunu her halükarda yaşadığımız Cumhuriyetimizin tarihi, ne olacağız sorusuna cevap aramanın tarihidir desek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan medeniyet meselemizin bir temel sorusu ve sorunu olan ne olacağız; biz kimiz sualine müşterekler üzerinden toplum-devlet-şehir tezahürlerimizle ortamala; vasati bir cevap bul-a-madıkça halimiz dibi delik bir kovaya su doldurmaya çalışmaya benzeyecek gibi görünüyor.
Ülkede sürekli
kutuplaşmalar modern dünyanın muasır düzeydeki yerlerinde görüldüğü üzere
yöntem meselesi üzerinden değil de biteviye ve yozlaştırıcı bir şekilde, hem de
son derece sathi bilgilere dayanan ideolojik bir itiş kakış şeklinde ve asla
kalkınma, refah, düzen sağlayamadan devam etti, ediyor. Hep siyah ve beyaz
zeminler karşıtlıkları üzerinden birbiriyle muhalif görüntüsü altında birileri maslahat
devşirirken, medeniyet meselemiz ve kendöz konumuz arafta kalıyor. Bu durum
aslında ülkeyi ve toplumu provakasyon, manüplayson ve ajistayona da açık halde
bırakmıyor mu? Ülke/millet bir yandan kendisini bir bütünlük ve mantık içinde
müşterekleri ile birleştirmeye çalışırken öte yandan ne olacağız sorusunun bir
cevap bulamaması modernleşme dönemindeki bütün makul ve mantıklı çabaları da
mahut istikrarsızlık ve zaaf söz konusu olduğu için işe yaramaz kılıyor.
Sisifos yorgunlarıyız. Savaşlar, darbeler, krizler arasında bulanık bir idrakle
kendözümüzün gölgesinde yürümeye çalışıyoruz.
Ülkemiz sosyolojik olarak
kendi bütünlüğünü ve biz şuyuz sorusunu dini, milli ve insani farklı yollardan
cevap arayan, ne olacağız sorusunun farklı kutuplaşmaları ve partileşmeleri
arasında içerideki ve hariçteki gelişmelerin tesiri altında, kendi otantik ve
tarihi yolundaki medeniyetçi süreçten ve kendi öz değerlerinden yüksek insani
ve cihan şümul değer üretme ve düzen kurma yolundaki seyrinden bu sebeple bir
nicedir uzakta kaldı.
Bir millet asırlar boyu
medeni bir hayat kurduğu; müşterekler etrafında değerleri çerçevesinde yaşadığı
bir coğrafyada/Türkiye’de bu denli nasıl ne olacağını tartışarak yıllarını heba
ediyor. Tarihte toplumların zaaf ve dağılma dönemleri vardır elbette ve bunu
aşmak da iki günde olmaz. Lakin ülkemizde çok daha kronikleşen bir
bütünleşememe krizi yaşanan ekonomik türbülanslardan bile daha tehlikeli bir
beka meselesi olarak derinleşmiyor mu? Milli vicdanın her yara alışı bizi
diğerimize biraz daha gayrı kılmıyor mu? Bu meseleyi/krizi gözlemlediğimiz daha
somut bir örnekle makulleştirmeye çalışalım. Devletimiz yıllarca yurt dışına
insanlarını yolladı. Cumhuriyetin öncesinde ve sonrasında devletimiz nasıl yapacağız sorusuna cevap aramak
için gönderdiği çocuklarının ya yarım yamalak bohem tipler olarak ya da ne olacağız sorusunu yüklenmiş olarak
ülkeye sorun taşıyan insanlar olarak gördü. Elbette değerli yetkinliklerle
dönüp ülkemize fayda sağlayan; bir şeyin en iyi nerdeyse onu bulup ülkesine
getirip milleti ve insanlık için fayda üretmeye çalışan insanlar da oldu
hepsini saygıyla anmak isterim. Lakin muhtelif konularda yurt dışına gönderilip
sonra yöntem bilgimizi takviye etmek; nasıl yapacağız sorusuna cevap üretmek
üzere bizden adam olmayacağını, nasıl olmamız gerektiğini söyleyen insanlar bu
milletin yitik hazineleri değil midir? Dünyanın bütün güçlü devlet akılları
yeteneği kendi emrinde, kendi ülkülerince değere dönüştürmeye çalışırken biz
kendi yeteneklerimizi bırakın geliştirmeyi devşirilmelerini engelleyemediğimiz
gibi ülke içinde kutuplaşma değirmenine su taşıyan insanlara dönüşmelerini
izledik durduk. Yurt dışı misyonlarımız bugün bile hala bulundukları ülkede
Türk çocuklarına karşı nasıl bir misyon ve mesuliyet hissediyorlar? Millet olma
vasfımız yıprandığı için yetkililer alt gruplardan kime dairse ona mensuplara meşru
olarak bakan kendinden olmayana ise bizden değil deyip arka mı dönülüyor. Kendine
sanusan ayruğa da onu san diyen kültürün çocuklarına ne oldu? Kimseyi suçlamak,
aktüel bir polemik açmak derdinde asla değiliz. Hele iç politika meselelerine
bulaşmaya hiç niyetimiz yok. Bu bir milletin medeniyet, adab ve beka
meselesidir.
Kendözümüzü
manalandırmadıkça, köklerimizin insani ve milli renklerini birlikte taşımanın
zihni olgunluğuna ermeden; ırkçı ve enternasyonelci aşırılıkların yoksunluğu
içinde kendözümüzü yitirmeden Türk olmanın farklı yönlerini bütünlük içerisinde
ve medeniyetçi bir gayenin milliyetçiliği ile nasıl yapacağız sorusuna
odaklanmadan ithal ve kes yapıştır çözümlerle ya da içerideki bazı palyatif
tedbirler dairesinde idare-yi maslahat ettikçe hayatın ve tarihin kıyısında
sayıklamaya ve hayallerin şizofrenisi içinde kendimizi olduk sandıklarımızla
yolda saymaya devam edip duracağız. Ne olacağız sorusundan nasıl yapacağız
pratiğine geçemedikçe medeniyetçi kendözümüzün istidatları parlamayacağı için
köklerimiz, tarih ve gayelerimiz bize hiçbir faydası olmayan yükler olmaya
devam etmeyecekler mi? Gündelik hayatlarımızdan orta ve uzun vadeye kadar her
aşamada bizleri olumsuz etkileyen bu duruma karşı farkındalığımız var mı yoksa
bu halden memnun muyuz bu gidişatın sonunda ne olacağını düşünüyor muyuz? Sahi
nasıl yapacağız?
Vesselam