VF kat sol
VF kat sağ

21 Aralık 2017

Necip Fazıl adına ödül almak ve mefhumları aleyhimize çevirmek

“Necip Fazıl Ödülleri” dördüncüsünü tertip eden Star gazetesi takdire şayan bir iş yapıyor. Merâsimi yerinde takip etme imkânım oldu.

Her ne kadar “ilk eserler” ödülüne layık görülen gençleri tanımasam da dostum Ahmet Murad, Necip Tosun, Ahmet Özalp beyefendiler, Bosna Hersek'in milli şairi Cemalettin Latiç ve son devrin nadir omurgalı akademisyenlerinden kıymetli mütefekkir Teoman Duralı hocam son derece doğu seçimlerdi.

Teoman hoca takdim edilirken “dekanlığa kadar yükseldi” ibaresi incitici bir nazarlık olsa da, hazırlanan videolar, davetlilere takdim edilen Büyük Doğu setinin özel kurulu tıpkıbasım nüshaları ince ve değerli bir işçiliğin ürünüydü.

Hakeza Yücel Arsen'in geceye has hareketli bestesi de oldukça hoştu. Devamı gelir inşaallah…

Ayrıca Erdoğan varken ödülleri başkalarının vermemesi de beklenirdi.

Plaketleri yakından görmedim ama memleketimiz bir plaket çöplüğüne döndü. Evde bir kamyon dolusu plaket vardı, hepsini geri dönüşüme verdim. Necip Fazıl ödüllerinden bağımsız olarak, ülkemizde ‘selam verdin al bir plaket' şeklinde sürüp gittiği için mânâsı kalmıyor bu icraatların. Bunlardan geriye kalan tek şey israf...

Bu nedenledir ki, Star yönetimi gelecek yıllar için çok özel nişan tasarımı yaptırmasında faide var.  Ancak bu modern zamanların plaketinin yeniden tasarımı değil, nişana layık görülen şahsın aldığı ödülü anlatan zata has yazılmış bir hat levha olabilir.

Hatta bu evvelce Necip Fazıl ödülleri almış zatlara da takdim edilebilir.

Bu tür göz dolduran, muvaffakiyeti hepimizi mes'ud edecek icraatları, Necip Fazıl merhuma kan kusturan Kemalizm'in uydurduğu ve Üstad-ı muhteremin de nefret ettiği kelimelerden kurtarmak gerekiyor.

Mesela Fransızca “juri” kelimesi yerine “Seçici Kurul”, konuşmalarda sık sık kullanılan “onur” yerine izzet, şeref, haysiyet benzeri asil kelimeler kullanmak iyi olmaz mı?

Bu vesileyle Necip Fazıl ödüllerinden bağımsız olarak şu plaket ve basit bir yazı tablosu israfına bir son versek artık.

Bu masraf yerine bir ağaç dikeriz. İlla bir şeyler vermek istiyorsak kitap verelim veya işe yarar bir eşya… Yazık ediliyor milli servete… Allah, bu israfın hesabını sormaz mı sanıyoruz?

MEFHUMLARI ALEYHİMİZE ÇEVİRMEK

Bir kitapçı vitrininde Lütfullah Karaman imzasını taşıyan “Filistin Sorunu” isimli İz Yayıncılıktan çıkmış bir telif eser gördüm. Henüz sahip olma, dolayısıyla inceleme ve okuma imkânına sahip olmadım. Ancak eser, Türkiye'de Filistin konusunda yazılmış en dokümanter çalışmalardan biri imiş.

Muhakkak ki muhtevası değerlidir. Ancak bu isimlendirme kendi kalemize büyük bir gol atmak değil mi?

Batıdan bakınca bir “Filistin sorunu” var olabilir. Oysa yerinden ahlakî bir bakış “Filistin sorunu” diye bir meselenin olmadığını gösterir. Aksine “Siyonist terörü”, “Yahudi sorunu” denilen bir musibet var, Filistinlilerin, Müslümanların, Kudüs'ün ve hatta insanlığın başında!

İsrailoğlulları Mısır'dan Filistin'e gelmeden önce de o topraklar Filistinlilerin yurdu idi. 1917'den sonra Filistin'e doğudan-batıdan gelip (veya zorla getirilip) Müslüman yurdunu bin bir desise ve şeytanlıkla işgal edenler değil de Filistinliler mi sorun oluyor?

İşte bu nedenle doğru tespit yapmadığımızda, haklı iken haksız hale düşeriz. Usule riayet etmediğimizde de davamıza zarar veririz, el an yaptığımız gibi.

Ülkemizde de benzer bir mesele yok mu? Türkiye'nin Güneydoğu diye bir sorunu yok. Ama batının maşası terör örgütü PKK diye bir sorunu var.

Yıllarca Filistin için yaptığımız hatayı burada da yaptık. “Güneydoğu Sorunu” diye raporlar hazırladılar, haber ve konuşmalar yapıldı. Bugün “Arakan sorunu”, “Doğu Türkistan sorunu” diye bir meseleden söz edilebilir mi? Edilemez aksine bir Budist sorunu, bir emperyalist Çin sorunu olduğu açıkça ortada değil mi?

Hatta insanlığın başına bela olmuş, bir Hıristiyanlık sorunu ile Siyonizm/Yahudilik sorunu olduğundan da şüphe yok.

O halde bir şey, yerli yerinde kullanıldığında anlam taşır. Aksi halde zarar verir. Kemalizm'le birlikte Türkçe'nin incelik ve zarafeti de ortadan değilse de tedavülden kalktı. Bu zillete en çok da Müslümanlar müptela oldular.

Herkesten ricam şudur ki, gelin kendi latif lisanımıza sahip çıkalım. İşe de Ahmet Cevdet Paşa'nın riyâsetinde hazırlanan Mecelle'nin, hiç olmazsa ilk yüz maddesinin, sadeleştirilmemiş halini öğrenerek başlayalım.

Vesselam!