Neden Medeniyet Merkezli Tarih Okuması
Tarih/hayat felsefemize dair olarak üçleme olarak kaleme alınan Sendeki Ben, Bendeki Biz, Bizdeki Can yazılarının temasındaki ana konu kendi bil olarak ifade edilen meselenin esasına dair idi. Bir de mavi gök yağız yer arasındaki halimiz… Tarih felsefemize dair diyorum çünkü insanı bilmek adına tarihe dair her bakış tarihi varlık, bilgi ve ahlak üzerinden okuyarak aslında kendiliğimizi okumaktır. İnsanın kendini bilmesi ne demektir? Bu tarihteki en yaman sorulardan biridir. Esasen tarihin yapısına ve kanunlarına dair tüm okumalarda bu sorunun cevabı peşinde gibidirler. Kendini bilmek ve kendiliği üzerinden evreni ve var oluşu anlamaya çalışmak düşünen insanın esaslı faaliyetlerinden biri olarak görünüyor. Orhun Abidelerinde de henüz çok farkında olmasak bu medeni yüksekliği görmek mümkündür. İşte bu bakımdan insanın kendini bilmesi bakımından ürettiği en yüksek form olan medeniyeti anlamak ve bilmek isteği tarih felsefelerinin en önemli araştırma ve düşünme alanlarından biridir. Hele de modern zamanda yolunu kaybetmiş, geleneği zamanın işlerine akıl uydurmamış olanlar için medeniyet merkezli tarih okumaları kendini bilmek faaliyeti içerisinde son derece önemli olmalıdır. Lakin ülkemizde durum böyle midir? Medeniyet meselemize muvazi bir tarih okumamız ve felsefemiz var mıdır?
İşte
bu soruların cevabı başta Türk Tarih Kurumu olmak üzere Tarih Bölümlerimiz ve
bize göre genel olarak Edebiyat Fakültelerimizin kendini oryante etmesi gereken
kendilik bilgisi ve kendini bilme olarak tarih okumaları noktasında bizi
medeniyet merkezli tarih okumasına götürür. Medeniyet merkezli tarih okuması
öncelikle ideolojik veya politik bir okuma önceliği olmadığı için tarih metodu
ve araştırma ilkeleri açısından sorun çıkaracak bir çerçeve oluşturmayacaktır. Yani
bilime ve bilimin ilkelerine aykırı bir davranışı, tutumu ve bakış açısını söz
konusu kılarak hakikati eğip bükmemize yol açmaz. Burada odağın siyaset, iktisat,
askerlik gibi aslında her biri medeniyetin bir alt konusu olan meseleleri
medeniyet merkezli okuyarak araştırmalarda buna dair sonuçları dikkate almaya
başlamak demek olan bu bakış açısı geçmiş-gün-gelecek arasında kendimizi
tanımak, bilmek ve yeniden düzenlemek adına tecrübe-mevcut durum-tasavvurlar
noktasında bizi düzenleyecektir. Bu sebeple medeniyet merkezli okuma bir içerik
okumasından önce medeniyet adına kendimizi bilmek noktasından neyi
okuyacağımızı bilmek demektir: Bu ne demektir? Bundan önceki yazılar,
Türkistanlılık kitabımız ve diğer çalışmalarda işaret ettiğimiz gibi medeniyeti
oluşturduğunu düşündüğümüz parça ve unsurları tespit ederek bunlar üzerinde
çalışarak insan olarak kendimizi bildiğimiz medeniyet içinden düşünen varlık
olarak medeniyetimizi düşünmeye başlamak söz konusu edilmektedir. İşte bu
noktada medeniyet üzerine Oğuz Kağan destanı, Farabî ve İbn Haldun gibi
kaynaklar üzerinden oluşturmaya çalıştığımız ok-yay medeniyet teorisi,
toplum-devlet-şehir üçlemesini bilmek, bunlar üzerine düşünmeye başlamak ve
bunlarla medeniyeti kavramak medeniyet bilig üzerinden kendimizi bilmek
noktasında bizi faydalı bir yere taşıyabilir. İnsanlığın ortak bilgi havuzu
elbette değerlidir lakin modern zamanlarda bu konudaki nazari ve ameli birikimimiz
genelde batı merkezli olduğu için medeniyet bilige dair düşüncemiz hep o
dünyanın kavramları üzerinden gelişti. Otantik bir kavrayış ve tasavvura sahip
olamadık. Kendimizi kendimizce düşünemedik. Bu yolda yapılan gayretler
ideolojik, slogancı, vaazcı ve dışlayıcı olduğu için ya övdük ya sövdük ama
medeniyet denilen efsunu anlamaya çalışmadık. Kes kopyala yapıştır. Bu merkezde
medeniyetle alakamız bizi kendimizden uzak kıldığı gibi insanlığın ürettiği
gerçek öze ulaşmak konusunda da yetersiz ve nakıs bıraktı. İşte medeniyet
merkezli tarih okuması kendini bil çağrısına modern zamanda Türkiye’den Türkçe
bir çağrıdır. İnsana kendini düşünme, bilme, anlama ve açıklama davetidir. Bu
bir dava değil, bir hakikat arayışıdır. Kendi merkezinden kendine ve cihana bakarak
yitiğini bulma gayretidir. Medeniyeti uzunca bir zamandır teknoloji zanneden
bizler medeniyet merkezli tarih okumalarımız olmadığı için ne geçmişte olana
vakıfız, ne bugünkü hali değerlendirebiliyoruz ne de geleceğe dair bir
tasavvurumuz oluşabiliyor. İnsanlığın bu konudaki birikiminden de haliyle
mahrumuz.
Bu
bakımdan nedir bu eski köye yeni adet mi denilirse hayır yeni köye eski adeti
davettir deriz. Bu bakımdan Türk tarihçiliği Türklerin medeniyet meselesine
dair bir bakış açısı geliştirip tarihi bu meselenin esasına koymadıkça
teknoloji peşinde medenileşme arayışımız hüsranlarla devam edip gidecektir.
Dolayısıyla medeniyet kendiliğimizi bilmek adına insanın kendisine tarihten
geleceğe bakması noktasında medeniyet merkezli okumanın çok önemli olduğunu
düşünüyoruz. Toplumu, devleti ve şehri düşünürken siyasi, askeri, sosyal,
ekonomik tarihin tüm alanlarında açılımlar yaparak bunların alt yapılar olarak
düşünüldüğü medeniyet tarihinin bir çatı kavram olarak yer aldığı bir yapılanma
Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere Edebiyat Fakülteleri ve tarih bölümlerinde
gözden geçirilmelidir. YÖK bu noktada üniversitelere bahsedilen çerçevede hazırlanmış
Medeniyet Tarihi dersleri ihdas etmelidir. Bu çerçevede oryante olmuş zihinler
şüphesiz medeniyet içinde yaşama, onu var etme ve koruma noktasında topluma,
devlete ve şehre bakış açılarında daha bir bilinç ve hareket imkânına sahip
olacaklardır. Bu konunun Orta Öğretime inmesi konusunda MEB’de bir şeyler
yapabilir. Bizim medeniyetimiz kavramı işte bu kavrayıştan sonra ele alınacak
ve medeniyetin zihin kavramlarını, değer dünyasını, dünya görüşünü ve hayat
tarzını oluşturan öznel unsurlar bu çerçeve içinde daha tutarlı ve dikkatli ele
alınabilecektir. Böylece hem kendimizi medeniyet bilig ile düzenlemiş hem de
insanlığa Türkler olarak medeniyete dair anlamlı bir düşünce zeminimiz olduğunu
göstermiş olacağız. Bu aslında Türklerin Türkçe medeniyete dair moda tabirle
evrensel olduğu iddiasındaki bir medeniyet okuma teklifidir. Annales nasıl
kendi medeniyetinin zihin dünyasında ekonomik olan üzerinden zamana bir bakış
açısı geliştirdiyse medeniyet merkezli okuma da Türklerin düzen ve nizam ülküsü
bağlamında insanlığa medeniyet ve adalet çağrısının otantik tarih okumasıdır. Hz.
Mevlana ve Yunus Emre gibi kendini bilme üstatlarına sahip bir medeniyet ki
burada medeniyetin ima ettiği şey oradaki toplum ve şehrin yetiştirdiği insan
tipidir, medeniyete dair de kendini bilmek noktasında düşünce ve hareket
geliştirebilmelidir.
Medeniyet
merkezli tarih okuması tarihçiliğimiz açısından da bir yenilik olarak
görülebilir. Zira bakıldığında tarihe dair tüm okumalarımız hali hazırda batı
merkezli kavram, teori, felsefe ve anlayışlar çerçevesinde ve modern başlığı
altında oluşmaktadır. Elbette insanlığın hakikat birikimine agâh olmak milli
bir vazifedir. Lakin bunların üzerine kendi sözünü diyemedikçe uydu bir düşünce
dünyası ve tarih anlayışından çıkılamayacağı da ortadadır. Bu bakımdan
medeniyet merkezli tarih okuması geliştirilerek toplum tarihi, devlet tarihi,
şehir tarihi başlıkları ve bunların alt dalları üzerinden tarih ve tarihçilik
anlayışımızın geliştirildiği bir yeni bakış açısını da teklif etmektedir. Medeniyet
biligi bilme ve kendini tanıma adına bu önemlidir.
Kendini
Bil! Bu kadim çağrıya medeniyet açısından bakış açımızı yeninden gözden
geçirmenin vakti gelmedi mi? İnsanı, toplumu, devleti ve şehri bu bakımdan bir
kendini bilme ve medeniyeti tanıma bunun üzerinden kendi kültür çevresindeki
medeniyet yapılarını değerlendirme, günü ve geleceği bu zaviyeden okuma çağrısı
olarak medeniyet merkezli tarih okuması medeniyet biligimiz adına son derece
önemlidir ve medeniyetçi milliyetçiliğin de tarih okuma tarzı olarak dikkatle
değerlendirilmelidir.
Farabî’nin
göklerdeki düzen ve/veya insan vücudundaki nizamdan yola çıkarak; makro ve
mikro düzene bakarak bir medeniyet bilig oluşturması bize ne düşündürmeli?
Vesselam