12 Haziran 2018

Nedir bu mimar düşmanlığı

Bir mimar olarak tanıştığımız herkesin iç mi dış mı sorusuna cevap veremedik yıllardık.

Ya da eli betona, tuğlaya ya da herhangi bir inşaat malzemesine değen birinin birkaç gün sonra artık ben de mimar oldum sözünü hep olumlu yorumladık bugüne kadar.

Müteahhitlerin hızlı inşaat yapmaları da hep olumlu karşılandı ülkemizde. Türk müteahhitleri dünyada çok iyi işler yapıyor, inşaat işini çok iyi biliyorlar, tüm detaylara hakimler diye.   

Ne güzel, insanımız iş öğreniyor, öğrendikçe de binalar ve şehirlerimiz daha güzel olacak zannettik hep bu olumlu bakış yüzünden.

Ama hep bir şeyler içimizi kemirip durdu bu şekilde.

Çünkü bu sorular, hızlılık, uyanıklık, hep mimarlık meslek alanımıza müdahaleydi aslında.

Okulu bitirirsiniz, şantiyede ilk gününüz, ustalar alaya alır, dalga geçer, sürekli bir espri ve aşağılama tavırları.

İş ararsınız, yüzünüze bakan yok.

Staj yeri ararsınız, yardımcı olan yok.

Kamu kuruluşuna gidersiniz, mesela belediyelere. Hep aynı soru “kime geldiniz”

İmar müdürlüğündeki memurların yüzündeki tavır “niye geldin ki” şimdi işim var sonra gel.

Bazı belediyelerde duvardaki kâğıtta şöyle yazar “proje takipleri öğleden sonra”. Sabah gidersen işini çözemezsin. Ertesi gün bir daha git işin yoksa.

Hele proje tashihleri var ki sormayın. Memur sanki başınızdaki hoca. Bu olmamış, şunu değiştir, onu düzelt, bugün bakamam, bir hafta sonra gel.

Ama aynı olumsuz tavrı mal sahibine göstermezler memur arkadaşlar. Aynı soruyu mimara farklı, mal sahibine farklı cevaplarlar ve sizi mal sahibine karşı açığa düşürürler. Çünkü amaçları o projeyi piyasada ortak oldukları mimara pas etmektir.

Kamudaki yöneticilerin proje ihalesi öncesi müelliflik haklarını peşinen devreden taahhütname imzalatması ise başlı başına bir zulümdür, mimarlar ve eserleri için.

Tüm bu olumsuzluklar üst üste bindikten sonra bir de evlerin ve şehirlerin estetik yoksunu halleri için mimarlar suçlanmaz mı tam bir saçmalık.

Siz hem mimarın yetki, hak ve sorumluluk alanlarını yok sayın hem de oluşan rezalet için mimarları suçlayın. Pes doğrusu.

En son 2017'de çıkan tip imar yönetmeliğinde mimarların her türlü çalışma ilkesini belirleyen en temel metinde bile mimarın tasarımını içinde inşaat mühendisi, peyzaj mimarı, sanat tarihçisi, şehir plancısı ve harita mühendisinden oluşan estetik kurula beğendirme zorunluluğu getirilmişti.

Ayrıca mimarlar için çok önemli hatta başat unsur olan “tip imar yönetmeliği” mimarları mesleğini icra ederken merkeze koyan değil birçok cümlede mühendisten sonra adı geçen edilgen bir şekilde tanımlamaktadır.

Şimdi ise TS 8737 numaralı inşaat ruhsatını düzenleyen formda proje hazırlayan mimar ve mühendislerin imza sütunu kaldırıldı.

Yıllardır mücadele ettiğimiz ve inşaatların projesine uygun şekilde yapılmasını sağlamaya çalıştığımız bir ortamda mimara ve projeye önem vermeyen, ehemmiyet göstermeyen uyanık ve şark kurnazı tavrın içerisinde bir de ruhsatlarda müelliflik sorumluluğunu taşıyan imzanın kaldırılmasını anlamak ve izah etmek imkânsız bir durumdur.

Bir de gerekçe olarak bürokrasi çoktu o yüzden imzaları kaldırdık demek acı bir fıkra gibi adeta.

Her şeyin elektronik olarak hızlanması başka bir şey. Bir sürecin tanımlanması ve tamamlanması için ıslak imza barındırması başka bir şey.

Sanki bürokrasi, projeleri çizen mimarlar tarafından üretiliyor ve işi onlar yavaşlatıyormuş gibi.

Belediyelerin imar müdürlüklerinde, eski eserlerin restorasyonları için ilgili kurullarda, muhtelif evrakın havalesi için bilumum kamu kuruluşunda bekleyen biz mimarlar, bürokrasi oluşturuyor diye haksız yere imzası elinden alınan yine bizler.

Vatandaşın ve ilgililerin gözünde zaten itibarı olmayan mimarlık ve mimari proje hizmetleri bir de bu işlemle daha bir ayaklar altına alınmış oluyor.

Bir şey daha var ki ilgili ruhsat belgesinde mimarın imzasının olmaması sorumluluğunu da ortadan kaldırmıyor.

Bu durumda proje müellifi mimar söz konusu inşaat sürecini nasıl takip edecek belli değil maalesef.

Bu kadar sitemden sonra olaya bir de tarihi malumattan bakalım.

Çok sevdiğimiz ve övündüğümüz Osmanlı Devleti döneminde de durum pek farklı değil maalesef.

O dönemde yapılan binaların girişlerinde yapının banisini yani yaptıranını ve diğer bilgileri içeren kitabelerde mimarının ismi pek az zikredilirdi.

Mimarlar banisinin genel kararlarının dışına çıkamaz ve yetkileri sadece binanın genel tasarımı ve inşaatına dönük olurdu. Bu süreçte fazlasıyla baninin etkisinde görev yaparlardı.

Mimar Sinan'ın döneminde en fazla ücret alan mimar olarak 55 akçe yevmiye aldığını biliyoruz. Aynı dönemde inşaatlarda çalışan ustalarla aynı, yani 8 ila 12 akçe yevmiye alan mimarlar vardı. Düşünün o koca eserleri yapan mimarlar gündelik yevmiyeleri ile bu hizmetleri veriyordu.

Mimarlar teknik zorunluluktan kaynaklanan meseleleri banilere izah etme imkânı bile bulamazdı.

Ömürleri bina tasarlamak ve maliyet hesabı yapmakla geçen Osmanlı mimarlarının sadece adlarını anıyoruz bugün.

Mimar Sinanlar, Mimar Hayrettinler, Sedefkar Mehmet Ağalar, Mimar Davut Ağalar ve benzerleri.

Bir de Osmanlı döneminde bilinen kayıtlarda geçen ilk mimar Hacı Ali vardır. Hicri 750 senesinde (miladi 1349) İznik'te Hacı Hamza Kümbetini yapmış. Yapının banisi de Hamza İbni Erdemşah.

Yakın tarihli başka bir belgede Hicri 777 (miladi 1375) senesinde ise 1. Murad'ın yaptırmış olduğu Ankara Murad Hüdavendigar Köprüsünün (Çankırı Kapı köprüsü) Mimarı Hacı İbni Musa vardır.

Adları pek bilinmeyen, bilinse de sadece sözle itibar edilen, fiiliyatta baninin etkisinde çalışmak zorunda olan mimarlar da kendilerine aşağıdaki lakapları takmışlar tarih boyunca.

Mimar

Benna

Amelî

Aciz

Fakir

Köle

Aziz

Hakir

 1_22

Mimar Sinanın mührü

https://twitter.com/Mimarserkanakin