Nevzat Kösoğlu: Medeniyetimiz ilmihâl medeniyetidir
Türk kimliğinin, kültür ve medeniyetin esaslarını İslâm’da arayan, bu sahada tafsilâtlı ve muhtevalı kitaplar yazan fikir adamı Nevzat Kösoğlu’na göre İslâm medeniyeti Türklerin tarihidir ve îman hamlesinin ürünüdür. Türkler îman coşkunluğuyla kendilerine has üslûpla, Kur’ân ve Sünnet’e bağlı kalarak bu medeniyete örfî ve sultanî hukuklarıyla millî kültürlerini katmışlardır. Millî kültür îman manzûmesi çerçevesinde maddesi ve üslûbu ile Türklerin gerçekleştirdiği hayatın kendisidir. (Millî Kültür ve Kimlik, s.81-96)
Ona göre,
kültür ve medeniyet birbirinden ayrı değildir. İkisi de millîdir ve dinî
kaynaklardan beslenir. Medeniyet kültürün üst safhasıdır ve bunun adı İslâm
medeniyetidir. Kültür ve medeniyetin rûhî temellerinde inanç, yâni İslâm
vardır. İslâm medeniyetine en güzel rengini veren ise Türklerdir. Bunun içindir
ki Türklerin irfanıyla renklenen medeniyet ilmihâl medeniyetidir. İlmihâl
medeniyetinde çocuk doğarken ezanla karşılanır, öldüğünde namazla uğurlanır.
Dînin mukaddes saydığı değerler uğruna hayatını verenler şehittir. “İlmihal
Medeniyeti” amellerle kurulan ve Türklerin İslâm medeniyetine kattıkları
kemalâttır. Evden işyerine, acemi oğlan kışlasından vezir konağına ve
Enderun’dan medreseye kadar îman ve amelin ölçüleri verilirdi ve insanlara
şahsiyet kazandırılırdı. (Türk Dünyası Tarihi ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler,
s.13)
“KÜLTÜR VE MEDENİYETİMİZ
KUR’ÂN’LA BAŞLAR”
Millî kültür
ve medeniyet hareketimiz Kur’ân’la başlar. Önce îman ve ahlâk, sonra bu îman ve
ahlâktan kültür ve medeniyet meydana gelir. Millet, devlet ve içtimâî yapının
temelleri bu inancın ahlâk nizamıyla atılmıştır. Türkler Müslüman olduktan
sonra töreye bağlılık fikrini Kitab’a bağlılığa dönüştürmüş ve töre İslâmî Türk
kimliği ve hukuk düzeniyle devam etmiştir. Türklerin enerjileri İslâm îmanıyla
yeni bir istikâmet kazanmış ve güçlenmiştir. Bu îman sayesinde Türkler onuncu
asırdan itibaren İslâm medeniyetine liderlik etmiş, “Allah’ın ordusu” nâmıyla
İ’la-yı Kelimetullah’ı yaymıştır. (Millî Kültür ve Kimlik, s.95)
KÜLTÜRÜN VE MEDENİYETİN
ATEŞLEYİCİSİ: “MİLLÎ ÎMAN”
Sıkça
kullandığı “millî îman” yalnızca dinden ibaret değildir. “Millî îman” dan Türk
kültürüne şekil veren bütün inançları kastetmektedir. İslâm medeniyet dairesinde
İslâm’a ters düşmeyen örf-âdetler, deyişler, menkıbeler, şiir ve mûsîki gibi
birçok unsur “millî îman” ın unsurlarıdır. Dîne bağlı olarak kültürde millîlik
vardır. Aynı dîne mensup milletlerin farklı kültürler kurmasının sebebi ise
millî îmandır. Millî îman Türklerde kendi üslûbunca tarihî ve kültürel
sürekliliği sağlamıştır. Millî îman manzumesinin ana dokusu ve zemini
İslâm’dır. Eski inanç sisteminin ve millî kültürün üst hukuka, yâni İslâm’a
mugayir kısımları atılır veya tâdil edilerek İslâmî bir renk verilerek yaşamaya
devam eder. Dînin hükümleriyle çelişmeyen unsurlar yaşamaya devam eder. (Millî
Kültür ve Kimlik, s. 96)
“KİTAP ŞUURU, MİLLÎ BÜNYEMİZİN
DOKUYUCUSUDUR”
Kösoğlu,
Türklerde millî îman ve devlet şuuru “Kitap şuuru” yla başlamıştır diyor:
“Kitapta yer var mı? İşte bizi asırlarca hâkim kılan soru budur. Kitap şuuru,
millî bünyemizin en büyük dokuyucu unsurudur. Padişah-ı cihan ile tâciri, yan
yana durduran, âlimle câhili aynı değer çizgisi üzerinde yürüten güç; bizi yüz
yıllarca tarihe dev bir sütun gibi diken bu şuur budur. Kitap şuuru,
milletimizi, yazılı olan her şeye dünyanın en saygılı insanları hâline getirdi.
Kur’ân-ı Kerim yazılı bir Kitab’tı. İslâm inanç ve düşüncesi kültürümüze özünü
kazandırırken, ferdî ve içtimaî davranışlarımızın yönünü kitap belirlerdi. Bu,
gerçek diri çağlarımızda, hayatın her safhasına ve her meselesine ölçüyü kitap
verirdi. Hâkanımızdan çobanımıza kadar, bu ölçülerle şekillenerek aynı ruh
iklimine yönelirdik. Böylece dünyamız, daha bir sağlamlaşır, varlığımız,
îmanımızın temellendirdiği bir teminata kavuşurdu.” (Kitap Şuuru, s. 66-67-68)
Aynı dîne
mensup milletler, aynı “hadler” ile çevrili ve aynı üst hukukla kayıtlı olarak
millî îman enerjisiyle kendi üslûbuna göre Müslüman bir hayat kurabilir.
Türkler de İslâm’ın İslâm’ın hadlerine uymayan unsurları budamışlar, tadîl
etmişler ve nihayet bu hadler içerisinde hayatı ve dünyayı yeniden
kurmuşlardır. (Millî Kültür ve Kimlik, s. 95-98)
KÜLTÜR VE MEDENİYETİN ÂMİLLERİ:
“ÎMAN VE AMEL”
Hayatı, yâni
kültürü yapan âmiller ise amellerimizdir. Îman ile amel arasındaki münasebet,
Türk milletinin hayatını ve medeniyetin seyir çizgisini belirler. Îman güçlü
olduğu müddetçe ameller ölçülerine uygun olarak tecellî eder, toplumda millî
gerilim yükselir. Îman zayıfladıkça ameller ölçülerinden sapmaya başlar,
toplumdaki millî gerilim düşer. (Türk Dünyası ve Türk Medeniyeti Üzerine
Düşünceler, s. 12)
Ona göre
kültürler, îmanın şiddeti ile belirlenen ve tezâhürleri farklı olan ‘kuruluş’,
‘olgunluk ve durgunluk’ ve ‘soğuma’ diye üç ana safhadan geçer.8 Kültür,
maddesi ve üslûbuyla hayatın bütünüdür ve maddesinden çok üslûbudur. (Türk
Kimliği ve Türk Dünyası, s. 18-19-26)
“ÎMANIN ATEŞLİ OLDUĞU DÖNEMLERDE
MEDENİYET YÜKSELİŞE GEÇER”
Îman
arttıkça, ameller îman ölçülerine daha uygun bir biçimde gerçekleşir. Ameller
de îman ölçülerine uygun oldukça îman artar. Îman zayıfladıkça, ameller îman
ölçülerinden sapmaya başlar. Amelsiz îmanın ışığı zayıftır. Amel îmanın
fânusudur; onu korur ve ışığını parlaklaştırır. Îmanın ateşli olduğu dönemlerde
medeniyet yükselişe geçer. (Millî Kültür ve Kimlik, 49)
“ÎMANDA SOĞUMA BAŞLADIĞINDA
MEDENİYET KATILAŞIR”
Îmanda
soğuma dönemlerinde ise medeniyet hamlesi tersine işlemeye başlar. Böyle
durumlarda kültürün yeni bir hamle yapabilmesi için kuruluş dönemlerindeki gibi
îman coşkunluğuna yeniden katılması gerek. Îmanda soğuma başladığında adalet,
yerini zulme bırakır. Fertte ve toplumda ahlâk düşüklüğü çoğalır. Geleneklere
kapanan kültür gittikçe katılaşır ve hayatiyetini kaybeder. Aydınlar, aynı
zamanda yabancı kültürlere en açık kimseler olduğu için yabancı kültürlerde
çâre aramaya başlarlar. (Millî Kültür ve Kimlik s. 49)
“CUMHURİYET İNKILÂPÇILARININ
MEDENİYET TASAVVURU YANLIŞTIR”
Onun hülâsa
ettiğimiz kültür ve medeniyet fikri böylesine yerli… Ziya Gökalp’e hissî
yakınlık duysa da, Gökalp’in “Hars (kültür) millî, medeniyet millî değil, beynelmileldir, dîne
bağlanamaz. Dinî kaynaklarla ilgisi yoktur. Farklı etnik grupların oluşturduğu
ve birbirlerine aktardığı rasyonel davranış biçimleridir. İslâm medeniyetinden
kopmadan Batı medeniyetine geçiş olmaz. Türkçüler Garp medeniyetine girmeli”
fikri, Kösoğlu’nun kültür ve medeniyet fikriyle büyük nisbette ayrışır. Gökalp
kültür ve medeniyet anlayışında seküler ve şekilcidir. Kösoğlu ise İslâm
îmanını her hususta merkeze alan ve Batı’nın şekilciliğine düşmeyen, “kökü
mâzide bir âti”den, yâni en başta din olmak üzere temel değerlere bağlı kalarak
imtidat (devamlılık) fikrinden yanadır.
Kültür ve
medeniyet esaslarını kesin hatlarla İslâm’a ve ânanelere bağlayan Kösoğlu’na
göre, seküler aydınların ve inkılâpçı milliyetçilerin dinî değerlere dayanmayan
kültür ve medeniyet tasavvurları da yanlıştır. Bu sebepten dolayı Cumhuriyet
inkılâpçılarının tepeden inme kültür değiştirme hamleleri olan “cebrî kültür
değişmesi” çatışmalı bir toplum kültürünün oluşmasına sebebiyet vermiştir
(Kitap Şuuru, s.223)
Sözün hatmi: Türklerin ihya ettiği İslâm medeniyetine dair fikirlerin içinde Kösoğlu’nun fikirleri elbette tek değildir. Onun aşk derecesinde sevdiği Müslüman Türk kimliği gibi, yine aşk derecesinde sevdiği kültür ve medeniyetimizin “azat kabul etmez” bir muhafızı olduğunu unutmamak lâzım. (ilbeyali@hotmail.com)