04 Ekim 2021

​Ney, Yay ve İnsan

Toprak bereketlidir, bize varlıktır. Toprağın en büyük ürünü insandır.  Onun eli ise umumen doğa ve hususen toprakla ilişkisinde sembolik bir değerdir. El insanın var edici imkânının akılla birlikte maddi çerçevesinin önemli bir parçasıdır. Sazlıkta rüzgârda sallanan kamışlar insanın elinde ve aklında ney olup kamiliyete alamet olacak kadar manalar katmanı içerisinde hayata dâhil olur. Ormanlardaki akça ağaçlar topraktan hayatımıza katılırken insan aklı ve eli ondan var ettiği yay ile kendisini savunur. İşte insan hayatı malzemesi gibi organik bir zemine kavuştukça öz ile şekil arasındaki mesafe sanki kısalır gibidir.   

Ney bir sazlıktan kopan kamışın sadası ile inleyen bir saz.

Yay ise ormandan alınan ahşaba, boynuz ve sinir ilavesi ile teşekkül eden bir savaş ve spor aleti.

Neyin doğru ses çıkarması bazı esaslara bağlı: neyin doğasını var eden malzeme, bunu doğru bir el ve akıl ile şekillenmesi ve neyi üfleyen ağzın selim bir tavra ve hale sahip olması. Burada hangisini diğerine tercih edeceğiz. Doğamı, maddemi, insan mı? Peki, neyden duyduğumuz sesler? Bunu hangisine mal edeceğiz. Bölüne bölüne hayatta kendimize bigâne kaldık. İnsanlığımızın bir parçasına taraf iken diğer yanına muhalif hatta bazen düşmanız. Bunu sorgulamak bile haşa aforoz sebebi. Toprağı, kamışı, neyi, neyzeni ve sesleri birden bütün olarak görüp varlığı tasavvurumuzu bütün içinde idrak; organik bir bilinçle hayata bakabilmek neden asap bozucu bir vaziyet alıyor? Ney bir musiki midir, inanç mıdır, din midir? Taşıdığı sembollerce neye taraf olmak nicedir. Mesnevi’de “Dostum oldu herkes kendi görüşünce içimden sırlarımdan lakin haberdar olmadı, sırrım feryadımdan uzak değil gözde ve kulakta lakin o nur var değil canda ten, tende can gizli değil canı görmeye kimse izinli değil.”, denilen o sırdan hayata bakarsak bölünmüşler yeniden birliğe ve bütünlüğe koşarak, modern zamanların suni bölünmelerinden yeni bir zamanın değerlerine dönüşebilir mi? Sadi’nin dediği gibi Beni âdem aza-yı yek-digerend Ki der-âferineş zi-yek gevherend; İnsanoğlu birbirinin uzvu gibidir; Yaratılışlarındaki cevher ise aynıdır. Burada moda olan çoğulculuk gibi bir sonuç çıkarmak abesiyeti yerine insan olmanın bize verdiği müşterek üzerinde bizi var eden organik bütünü milli ve insani çerçevede düşünmek gerekiyor. Neye manasını veren bütünlük ile bizim ona kattığımız sahte kutsamalar ise tersten kendimizi sigaya çekmemiz gereken başka bir durumu da ortaya çıkarıyor. Olana yamuk bakmak yahut parçalı bir perspektif ile algı ile olguyu tahrip etmek başka bir şey bir de ona ve yapısına müdahale ile suni bir içerik kazandırıp bunun üzerinden çıkar kovalamak bambaşka bir insan ayıbı olarak orta değil mi?

Yay üzerinden kendine toprağın verdikleri ile bir silah ve anlam dünyası inşa eden insan için savaş bir cinayet mi kahramanlık mıdır? Yayı devlet ve göğe benzeten bir sembolik akıl ahşap, boynuz ve sinirden yapılan bir alete mana yüklerken malzemeyi kutsamaktadır yoksa bütününü temsil ettiği manayı mı? Gaza niyetine ok atan yaylar mı, atan kemankeş mi yoksa niyeti mi bizim için öndedir. Bir savaş aleti mi, yoksa adalete vesile bir sembol mü? Yay, insan zihni kadar derinlere gidebilecek bir anlam dünyası katmanında hayata bakıyor. ''Ok gibi doğru olsam yayla atarlar beni Yay gibi eğri olsam elde tutarlar beni Doğruda aç görmedim, eğride tok Eğri yay elde kalır, menzil alır doğru ok'', derken Mevlana ok ve yaya kendince yoldaş oluyor.

Kamışın neye, ağacın yaya dönüşmesi ki bunların ikisi de gelenekte insanın o topraktan var olan yapısı ile birleşir ve ruhu ile renklenir bir haldedir. Ney ile insan ve yay ile insan arasında toprak müşterekinden başlayan benzeyiş insan elinde aldıkları şekil ile mahiyet kazanırken insan ruhunun ve aklının ilaveleri ile başka bir tabakayı daha kazanmaktadır. Hayat yalınkat bir kuru süreç değildir. İnsan kadar çok ve katmanlıdır. Organiktir. Lakin bizim elimizde sunileşir, aklımızda yozlaşabilir. Neyi üflemek yahut yayı germek ile kibre giren üzerindeki toprak hakkına vefasızlık etmiştir. Ne bir mutlağın muktediriyiz ne de alemde eli olmayan bir yokluk. Her mana bir katman yahut bizim kendimize samimiyetsizliğimiz olabilir. Hayata baktığımız yerden gördüğümüzü her şey farz ederek sınırlar çizmek gerçeğe saygısızlık ve kendimize haksızlık olmaz mı? Topraktan gelip ona giden bir hayat ve kader çizgisinde Aşık Veysel ile bitirelim: Dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sâdık yârim kara topraktır Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın kul da Allah'a Hakkın gizli hazinesi toprakta Benim sâdık yârim kara topraktır.

 

Geleneğin değerleri hayat olup geleceğe aksetmedikçe, hele de hayata dayatmaya dönüştükçe varlığının manasını tüketerek özündeki cevheri de göstermeyen bir şekil olarak insanlığımızı tüketmeye devam edecektir. Toprak, yay ve ney yapımından kullanımına ve manalarına kadar çok temel bir hikâyeye dayanırlar; özü bir ama şekli farklı olmanın hilkatteki hikmeti ve dahi sabrın içinden geçmeden kendileriyle hemhal olmayacağımız gerçeği. Toprağın bereketi, elimizin emeği ve aklımızın hikmeti ile oluşan bütün bir hayatın içinden değerleri ile model olmaya aday bir medeniyetin zemini için faydalı olabilir. Kamışta kâmil insanı ve toplumu, yay da devleti gören ve bunları bir şehrin içinde hayata dönüştüren nazari yaklaşım ile medeniyete bakmak ameli planda gelişmeler için yolumuzu açabilir. Mega binalar gibi içi boş mega söylemler yerine hayatta düşen bir taşı yerine koymak ile hayata katılmak sanki dudak büktüğümüz ama bize süreç içerisinde çok şey kazandıracaktır. Nicelin değerlerin hep bir niteliğe fayda için olduğunu sayılanın ötesindekinin insana ve hayata anlam taşıdığını unutmamak da lazım diye düşünüyoruz.

Vesselam.