Ney, Yay ve İnsan
Toprak bereketlidir, bize varlıktır. Toprağın en büyük ürünü insandır. Onun eli ise umumen doğa ve hususen toprakla ilişkisinde sembolik bir değerdir. El insanın var edici imkânının akılla birlikte maddi çerçevesinin önemli bir parçasıdır. Sazlıkta rüzgârda sallanan kamışlar insanın elinde ve aklında ney olup kamiliyete alamet olacak kadar manalar katmanı içerisinde hayata dâhil olur. Ormanlardaki akça ağaçlar topraktan hayatımıza katılırken insan aklı ve eli ondan var ettiği yay ile kendisini savunur. İşte insan hayatı malzemesi gibi organik bir zemine kavuştukça öz ile şekil arasındaki mesafe sanki kısalır gibidir.
Ney bir sazlıktan
kopan kamışın sadası ile inleyen bir saz.
Yay ise ormandan
alınan ahşaba, boynuz ve sinir ilavesi ile teşekkül eden bir savaş ve spor
aleti.
Neyin doğru ses
çıkarması bazı esaslara bağlı: neyin doğasını var eden malzeme, bunu doğru bir
el ve akıl ile şekillenmesi ve neyi üfleyen ağzın selim bir tavra ve hale sahip
olması. Burada hangisini diğerine tercih edeceğiz. Doğamı, maddemi, insan mı? Peki,
neyden duyduğumuz sesler? Bunu hangisine mal edeceğiz. Bölüne bölüne hayatta kendimize
bigâne kaldık. İnsanlığımızın bir parçasına taraf iken diğer yanına muhalif
hatta bazen düşmanız. Bunu sorgulamak bile haşa aforoz sebebi. Toprağı, kamışı,
neyi, neyzeni ve sesleri birden bütün olarak görüp varlığı tasavvurumuzu bütün
içinde idrak; organik bir bilinçle hayata bakabilmek neden asap bozucu bir
vaziyet alıyor? Ney bir musiki midir, inanç mıdır, din midir? Taşıdığı
sembollerce neye taraf olmak nicedir. Mesnevi’de “Dostum oldu herkes kendi görüşünce içimden
sırlarımdan lakin haberdar olmadı, sırrım feryadımdan uzak değil gözde ve
kulakta lakin o nur var değil canda ten, tende can gizli değil canı görmeye
kimse izinli değil.”, denilen o sırdan hayata bakarsak bölünmüşler yeniden
birliğe ve bütünlüğe koşarak, modern zamanların suni bölünmelerinden yeni bir
zamanın değerlerine dönüşebilir mi? Sadi’nin dediği gibi Beni âdem
aza-yı yek-digerend Ki der-âferineş zi-yek gevherend; İnsanoğlu birbirinin uzvu
gibidir; Yaratılışlarındaki cevher ise aynıdır. Burada moda olan çoğulculuk
gibi bir sonuç çıkarmak abesiyeti yerine insan olmanın bize verdiği müşterek
üzerinde bizi var eden organik bütünü milli ve insani çerçevede düşünmek
gerekiyor. Neye manasını veren bütünlük ile bizim ona kattığımız sahte
kutsamalar ise tersten kendimizi sigaya çekmemiz gereken başka bir durumu da
ortaya çıkarıyor. Olana yamuk bakmak yahut parçalı bir perspektif ile algı ile
olguyu tahrip etmek başka bir şey bir de ona ve yapısına müdahale ile suni bir
içerik kazandırıp bunun üzerinden çıkar kovalamak bambaşka bir insan ayıbı
olarak orta değil mi?
Yay üzerinden
kendine toprağın verdikleri ile bir silah ve anlam dünyası inşa eden insan için
savaş bir cinayet mi kahramanlık mıdır? Yayı devlet ve göğe benzeten bir
sembolik akıl ahşap, boynuz ve sinirden yapılan bir alete mana yüklerken malzemeyi
kutsamaktadır yoksa bütününü temsil ettiği manayı mı? Gaza niyetine ok atan
yaylar mı, atan kemankeş mi yoksa niyeti mi bizim için öndedir. Bir savaş aleti
mi, yoksa adalete vesile bir sembol mü? Yay, insan zihni kadar derinlere
gidebilecek bir anlam dünyası katmanında hayata bakıyor. ''Ok gibi doğru
olsam yayla atarlar beni Yay gibi eğri olsam elde tutarlar beni Doğruda aç görmedim, eğride tok Eğri yay
elde kalır, menzil alır doğru ok'', derken Mevlana ok ve yaya kendince yoldaş
oluyor.
Kamışın neye, ağacın yaya dönüşmesi ki bunların
ikisi de gelenekte insanın o topraktan var olan yapısı ile birleşir ve ruhu ile
renklenir bir haldedir. Ney ile insan ve yay ile insan arasında toprak
müşterekinden başlayan benzeyiş insan elinde aldıkları şekil ile mahiyet
kazanırken insan ruhunun ve aklının ilaveleri ile başka bir tabakayı daha
kazanmaktadır. Hayat yalınkat bir kuru süreç değildir. İnsan kadar çok ve
katmanlıdır. Organiktir. Lakin bizim elimizde sunileşir, aklımızda
yozlaşabilir. Neyi üflemek yahut yayı germek ile kibre giren üzerindeki toprak
hakkına vefasızlık etmiştir. Ne bir mutlağın muktediriyiz ne de alemde eli
olmayan bir yokluk. Her mana bir katman yahut bizim kendimize
samimiyetsizliğimiz olabilir. Hayata baktığımız yerden gördüğümüzü her şey farz
ederek sınırlar çizmek gerçeğe saygısızlık ve kendimize haksızlık olmaz mı? Topraktan
gelip ona giden bir hayat ve kader çizgisinde Aşık Veysel ile bitirelim: Dileğin varsa iste
Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sâdık
yârim kara topraktır Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın kul da
Allah'a Hakkın gizli hazinesi toprakta Benim sâdık yârim kara topraktır.
Geleneğin değerleri hayat olup geleceğe aksetmedikçe,
hele de hayata dayatmaya dönüştükçe varlığının manasını tüketerek özündeki
cevheri de göstermeyen bir şekil olarak insanlığımızı tüketmeye devam
edecektir. Toprak, yay ve ney yapımından kullanımına ve manalarına kadar çok
temel bir hikâyeye dayanırlar; özü bir ama şekli farklı olmanın hilkatteki
hikmeti ve dahi sabrın içinden geçmeden kendileriyle hemhal olmayacağımız
gerçeği. Toprağın bereketi, elimizin emeği ve aklımızın hikmeti ile oluşan
bütün bir hayatın içinden değerleri ile model olmaya aday bir medeniyetin
zemini için faydalı olabilir. Kamışta kâmil insanı ve toplumu, yay da devleti
gören ve bunları bir şehrin içinde hayata dönüştüren nazari yaklaşım ile
medeniyete bakmak ameli planda gelişmeler için yolumuzu açabilir. Mega binalar
gibi içi boş mega söylemler yerine hayatta düşen bir taşı yerine koymak ile
hayata katılmak sanki dudak büktüğümüz ama bize süreç içerisinde çok şey
kazandıracaktır. Nicelin değerlerin hep bir niteliğe fayda için olduğunu
sayılanın ötesindekinin insana ve hayata anlam taşıdığını unutmamak da lazım
diye düşünüyoruz.
Vesselam.