Nezaket
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Son zamanlarda aklıma sık sık düşen sorulu-sorusuz kelime
tanzimleri:
Toplum ve nezaket…
Sosyal sorumluluk…
İnsanlığın ölçüsü…
Modernlik nedir?
Nezaketle ilgili olanı başa ve başlığa konduruşum sebepsiz değil.
Az olan en çok sözü edilendir desek de yeri, “az olan” yerine “özlem duyulanı”
desek de…
Dijitalleşmeyle sözünün daha da kabalaştığını gözlemlediğimiz
toplumun çelişkisi, nezaketi arayanın bile elinde ya da farkında olmadan
kabalaştığı gerçeği. Bunca yokluk, nezaketin azlığını ya da çokluğunu
değerlendirmeyi gereksiz kılıyor. Ölçüsünün ne olup olmadığının konuşulabilmesi
için dahi nezaketli bir zemine ihtiyaç var.
Bizde nezaketin, inceliğin, terbiyenin, zarafetin temeline edep, vitrinine
ise adabı muaşeret yerleştirilmiştir. Görgü kuralları, sosyal hayatı, kitle
içinde iletişimin seyrini, sokağın ahvalini, huzurun nasibini belirler. Yani
bir düzen ve intizam aracıdır adabı muaşeret. Dolayısıyla bu kuralların,
görgünün, saygının kaynağında da edep vardır.
Hayatın içinde yerli yerinde konuşma, davranma, tepki verme gibi
değişken meselelerin nizamı bozulduğuna göre edebin konumunu artık daha fazla sorgulamak
gerekiyor. Bu sorgulamanın varlığı yahut yokluğu yeterince ciddiye alınıyor mu?
Manzara bunun cevabını vermek için yeterlidir.
Şifahi ve yazılı kültür tarihine dair aktarımlarda karşımıza sık
sık edepten dem vurulduğu çıkar. Mekânlar yalnızca hayatın ihtiyacına cevap
verip vermemesi, bir sanat eseri olup olmaması üzerinden değerlendirilmez.
Mahiyeti, gördüğü muamele, gerektirdiği davranış kalıbı, insanların o mekânlara
yüklediği anlam, işlevinin sosyal hayata katkısı, insanlar üzerindeki olumlu ve
olumsuz etkileri topluca aktarılır. Yani mekânlar, insanlardan ve olaylardan
ayrı tutulamaz. Bu bir aradalığın sonuçları sosyal hayata yansır ve kültürün
ana hattını meydana getirir.
Eski İstanbul ramazanlarının veya eskimiş şehir geleneklerinin sık
sık hatırlanmasını biraz buna bağlamak lazım. Bayramlarda her şehrin kendi
kimliği, geleneği, göreneği kendini çokça belli ettiğinden bu birikimlerin
aktarılması da bir şekilde nesiller arası adabı muaşeret bağını kurmayı sağlar.
Böylesi sosyal hatıra biriktirememiş toplumlar son derece
kuraktır. Katıdır. İnceliği ve zarafeti umursamaz.
Hayatımızda her mekân yerini sanal versiyonuna bıraktıkça, gerçek
mekânlarla olan ilişkimiz de yok oluyor. Alışverişin adabı mekânında
öğrenilemiyor. Satıcı alıcıyı görmüyor, hâlini bilmiyor. Her şey rakam ve
istatistik veri üzerinden işliyor. Rakamlarla, kodlarla inşa edilen sanal
mekânlarda rakamlaşmış müşteri grubunun bir parçası oluyorsunuz. İletişimle
ilgili de fazla bir şey yok. Şablonlar, formlar dolduruluyor, “uzaktan” meram
anlatılıyor.
Fakat kişinin iletişim eksiği hangi tonda, hangi dilde kendini
telafi ediyor. Muhtemelen söylenmesi ve yaşanması gerekenler bir türlü
gerçekleşmediği için sanal ortamda gerçek dışı isimler, resimler, söylemlerle
kendini “iyileştirme”ye kalkışıyor insanlar. Orada gerçekten “kendi” olamayanlar,
her türlü resmin yansıması olabiliyor, her türlü hakaretin altından kalkabiliyor!
Sokağın, mekânın, hayatın içinde akıp giden insanın dilini unutmuş
nesiller var artık. Bu daha da artarak sürecek bir devinim. Nezaketin ölçüsü
şimdiden kayıpken toplumla maddi ve manevi bir biçimde, yüz yüze hiç sınanmamış
bir fert, nezaketle nasıl yüzleşecek? Ya onun temelinde ve tepesinde taşıdığı
diğer değerlerle nasıl tanışacak ve haşır neşir olacak? Edepten nasibini nasıl
alacak?
***
Künye: Nezaket, terbiye, edep, kibarlık, zarâfet; incelik, naziklik (Kubbealtı Lugati).