30 Temmuz 2017

Nietzsche ile Kudüs’te Duvarları Yıkmak

 

Bugünlerde Nietzsche Kudüs'te dolaşsaydı neler düşünürdü? Aksa'nın kapısında bekleşen insanları görse, onların önlerine duvarlar örenleri izlese meseleyi nasıl değerlendirirdi? Burada mesele Nietzsche'nin arkasına saklanıp bir yerlere ateş açıp, bunu onun kavramlarına sığınarak yapmak asla değildir. Meseleye bir çağ aykırısının gözünden bakarak alışıldık itirazlarımızı alışılmadık bir biçimde ortaya koymaktır. Önemli olan tumturaklı Kudüs sözleri etmekten ziyade, vaki retorik karşılaşmada meseleye yamuk bakarak şaşılaşmış gözlere bir açı kazandırmaktır. Daha önemlisi Kudüs'te yaşayan bir mazlum çocuğun sesi olarak çaresizliğine bir ses verebilmek, insanlığımızı hatırlayabilmektir. Kudüs'teki teoloji ve şiddet endüstrisinin dişlileri arasında ezilen ruhlara nefes aldırabilmek duasıdır.

Öncelikle aklı yani düşünce tarzını gözden geçirmek gerekir. Nietzsche gerçeklikten bütünüyle kopup, nesnel dünyadan soyutlanıp, "bilinmesi mümkün olamayan" ile ilgilenmeyi bir felsefe/düşünce zaafı olarak görür. Kudüs'te süreç içinde yaşananlar, hayatı yoran bu manada bir gerçeklikten kopuk, tek tipçi bir soyutlama ile vaat edilmiş kavramların peşine takılıp nesnel gerçekleri yok sayarak, mitolojik bir zamana dair bilinmezlerden kaynağını bulan bir din yorumunun felsefi ideolojik hallerini gösteriyor. Bugün Kudüs'te kapıları kapatan zihnin, gerçeklikle ilgisi nesnel dünyanın öteside bir vaat edilmiş gelecek ütopyasına mahkûm durumdadır. Kudüs'ün tarihi gerçekliği yerine 1948'den beri süren güvenlikçi ve şiddetti olumlayan ama hayatı yadsıyan bir decadans akıl bu şehri yozlaştırmakta, bir perspektifin despotizmi altında tüketmektedir. Bunun tersi Hz. Ömer- Selahaddin tecrübesi ise Kudüs'ü gerçekliğiyle buluşturup, nesnel dünyaya bağlayan objektif bir yaklaşımı ortaya koyar. Bu şehre bir “ele geçiren” edasıyla değil de “fetih” ahlakıyla gelenler şehri insanları, inançları ve tüm renkleri ile olumlamayı öngören İslam perspektifi ile bunu sağlamışlardır.   

Nietszheci yaklaşımla söylenecek olursa, bugün Kudüs'ü idare eden akıl “gerçekliği yadsıma hastalığına tutulmuştur.” Buranın tarihi, gerçekleri ve bugünü her şeyi yadsınarak bahsedilen kopuşla soyutlanmış bir şiddet ideolojisi şehrin mabetlerinde matemin sesi işitilir olmuştur. Bu nedenle özünden uzaklaşarak hayal dünyasının tutsaklığındaki bir anlayış bu şehrin kökenlerine, tarihine ve amacına hülasa metafizik varoluş esaslarına aykırı davranan bir hasta yaklaşımın mahkûmudur. Buradaki herkesin hakkı olmayı adalet bilen Hz. Ömer ve birlikte var olmayı düşünen Selahaddin Eyyubi insanlığı yerine, yok sayıp yok etmeyi, sürmeyi ve işgal etmeyi tercih eden bir yadsıma marazi hali şehrin özünü ve köklerini çürütmeye devam ediyor. Hülasa Kudüs'te yenilenme için hegemon aklın putlarının hikmetin çekiciyle kırılıp bakış açısının değiştirilmesi gerekiyor. Kudüs'te tutulan akıl'ın Nietzsche üzerinden bu analizi gelenekçi bakışın yorumlarını sorunlu bulanlar için bile yol gösterici olacaktır. Hz. Ömer, Kudüs'ün gerçekliğini yadsısaydı meşhur emannamesini yazmaz, Selahaddin bu gerçekliğe değil de hayal dünyasına dayansaydı aynı çizgiyi bu şehirde sürdürmezdi.

Kudüs'te, Nietzsche'nin tabiriyle  yozlaşmış ve gerçek tarih anlayışından uzak bir haleti ruhiye duvarlar örerek, işgal ederek, yok sayarak, öldürerek muhabbetin şehrinde Osmanlıların Lailaheillalahİbrahim Halilullah nezaketinden çok uzaklarda küresel bir destekle şehrin tüm hayat damarlarını kesmektedir. Burada sorun Nietzche'nin zaviyesinden ifadesi gerekirse “insanın doğayla irtibatında değil, insanlar arası alakalarında kavranılması” gereğini ön gören bakış açısının tam tersi bir durumun söz konusu olmasıdır. Kendisi dışındakileri doğal bir sorun gören bir anlayış doğa kuralları ile sorunu çözmeye çalışırken insanlığın kavramlarının ise çok uzağına düşmektedir. İkinci olarak aklını değiştirenlerin insanlıklarını da gözden geçirilmeleri şartı aşikârdır.

Peki, hangi insan? Nietzsche'nin, sürü insanı, özgür insan ve üstinsan olmak üzere bir tasnifi vardır.  Nietzsche'nin sürü/bilge olamayan insanı yürürlükteki “ahlak” içinde olan bu insan tipi Kudüs'te bahsedilen arızları ahlakının esası kılan, var olanı düzen sayarak konformizme mutabık yaşayan decadans bir tiptir.  Osmanlı sonrası döneme izini vuran bu tip Kudüs'ü tek bir inancın perspektifinden görmekte ve ahlakını meşru saydığı bir bencilliğe dayanmaktadır. Peki, buna karşı beklenen kimdir? Nietzsche'nin özgür insan dediği ahlakdışı insandır. Bugün Kudüs'te sürgit demegojinin nihayete ermesi, bireylerin içinde yetiştiği ve yaşadığı sürüden koparak, mevcut düzenin ahlaklı saydığı bencilliği bırakarak, Kudüs ruhu ile kendi yolunu arayıp, insanla alakalı durumları gören bir erdemle hareket etmesine bağlıdır. Bu vicdanın sahibi insan tipi aslında her iki taraf için de gereklidir. Hz. Ömer-Selahaddin perspektifindeki bir Müslüman aklı ve ahlakı ile Yahudiler içinden Nietzsche'nin özgür insanı gibi davranabilen bireylerin farklı bir bakışı aramaları gereklidir. Bunun bir ötesi ise Nietzsche'nin üstinsan zaviyesinden olaya bakıp “yeni değerler” ortaya koyan insanlık anlayışının bu şehre ulaşmasıdır.

Subjektif görülse de bizim zaviyemizden Kudüs'e giren Haçlılar ve güncel hâkim İsrail perspektifi bir “sürü” ahlakıyla şehirde tahribat yaparken, Hz. Ömer-Selahaddin-Yavuz Sultan Selim çizgisi ise özgür ve üstinsan tavrıyla şehirde Nietzsche'nin tabiriyle bir taraftan geçmişi kurtarırken diğer taraftan da geleceğe, insanın istikbaline yön vermişlerdir.  Adorno'nun “Biraz da hayatın iyi taraflarından söz edemez misin? Sonsuz burukluğun yerine sevgiyi ilke olarak ilan etmenin bir yolu yok mudur?” sözü Kudüs yönetimine sorulası bir sorudur. Bu analizlerden yola çıkarak, Nietzscheci kavramlara göre bile, tarihte Kudüs'ün özgür ve üstinsanlarının bahsedilen çerçevede kim olduğu, bugün yaşananlara bakılacak olursa o insan hala orada olup olmadığı sorusu esas önemdedir?  Sorunun cevabını tarih versin: Yahudilerin kıblesi olması hasebiyle, Hristiyanlar Kudüs'ü elde edince Hazreti İsa'nın intikamı amacıyla kutsal kaya mevkiini  çöplüğe çevirdiler. Bundan evvel ise Yahudiler Hazreti İsa'yı astıkları(!) yeri mezbelelik yapmışlardı. Hz. Ömer, Kudüs'ü fetih ettiğinde Hıristiyanların kirlettiği Davud mihrabını temizletir. İşte tarihi düşmanlıklarla gerçeklikten kopup, nesnellikten uzaklaşarak hastalanmış zihinler bir özgür üstakıl tarafından herkes için anlamındaki gerçek manasına kavuşturulmuştur. Kudüs egemen olunacak değil, hizmetinde bulunmakla şeref kazanılacak bir yerdir. Max Horkheimer'in ifadesiyle, “Egemenlik ilkesi, her şeyin feda edildiği bir put haline gelmiştir.” İşgalciler duvar örerken fatihler duvarları yıkarlar. Nietzsche'nin çekici yıkılacak duvarları aramaya devam ediyor.

Kin ve cehaletin zekâ düzeyinde Osmanlıyı zikreden bir akla gerçeklikten kopup, onu yadsımak ve hayal dünyasında bilinmesi mümkün olmayan tarihi devirlerin peşinde mitolojik hezeyanlar pek münasip düşüyor. Biz, Hz. Yakub'un aşkıyla ağlar, Hz. Yusuf'la kuyulardan çıkar, Hz. Davutla Calut'u yener, Hz. Süleyman ile karıncayla kelam eder, Hz. Musa ile Tur'da var oluruz, bizim imanızı budur, bu devirler de hep geçti dimi ama biz ruhuyla yaşıyoruz, ya siz? Hangi mitolojik boşlukta dolanırsınız acaba? Teolojik endüstri siyasetçisi olmakla, Muhammedi mümin olmak Kudüs'te olmakla Kudüs olmak farklıdır.   Vesselam…