Nietzsche'yle kendine gelme yahut Nihilizmin soylu çağrısı
İnsan bir anlam varlığı olarak anlamın kaynakları ve kaynaklarının anlamlılığı arasında kendi yerini arar. Mananın kaybı bir büyük boşluk sebebidir. Kendiliğini kaybeden ve politik angajmaların arasında sıkışan hayat kendi yolunu ararken düştüğü boşluğu fark ettiği andan itibaren bir bilinç hali yeniden mana ve oluş iradesine kavuşarak terkar değerlerini düşünmeye başlar. İşte tam burada Nietzsche’nin bir ulusun, kültürün plastik gücü dediği; kendi içinden kendine özgü bir biçimde gelişen güç, geçmiş ve yabancı olanın biçimini değiştiren, ona yeniden biçim veren, yaraları iyileştiren, yitirileni yerine koyan, kırılan biçimlere kendi içinden biçim veren güç ortaya çıkar. Bir insanın yapısı ne denli güçlü kökler taşırsa geçmişten de o denli çok şey alır ya da bunu benimsemeye kendini zorlar. Bu güçlü ve yaman doğa tarihin yayılıp kaplayıcı ve zarar verici etkisini de yok edici bir doğadır. Kültürel şizofreni ve afazi yaşayan bir toplum içeriden ve dışarıdan maruz kaldığı yabancılaşmalardan eleştirel bakış ile kendine yol açar.
Eleştiri, takıntılı ve tepkili muhalif olmak değil, gerçeği
aramaktır. Bu manada eleştiri yıkmak için değil yapmak ve yenilemek için
yapılır/yapılmalıdır. Sövüşmekten ve demagojiden farklıdır; ideoloji ve inanç
argümanlarını karşı tarafa fırlatmak eleştirmek değildir. Eleştiri bir fark
ediş, anlayış ve açıklayış halidir. Can sıkıntısı ve aykırılığın patlamaları ve
hezeyanla tepki vermek eleştirmek değil sorunlu bir insanlık halidir. Anlama ve
açıklama için yapılacak gerçek perspektifli faaliyet eleştiriyi gösterir.
Farklı olanı gösteren, alternatife işaret eden, dekandans olanı işaret eden,
gerçeği görmeye çalışan samimi çaba eleştiridir. Mutlaklardan mutlak seçmeyi
dayatan değil mümkünler için nasılını arayan, tercihlere yol bulan ve imkânları
göstermeye çalışan düşünce eleştireldir. Nietzsche, evetleri ile hayır dediği
ve hayatı değersizleştiren Karamazov kardeşlerde İsa’yı sigaya çeken inancın
Tanrısı öldü, diyerek Tanrı adına Tanrısızlaştırılan hayatın durumuna karşı
işaret ettiği kavramlar, sahteleşen mananın ötesinde ve alacakaranlığında
gerçeğe bakmaya çalışan bir zihin olarak modern zamanlara bakarken kendine
gelme ameliyesinde bize ne söylemiştir? Eleştiri bir ideoloji ve muhalefete
yakıtı değil bir gerçek arama iradesidir.
Toplum, hayat içinde insan bireyinin teşkilatlı bir doğa
hali ve temel yapı unsuru olarak medeniyet çerçevesinin de en önemli
parçalarından biridir. Müşterekler ve değerler bu yapının birleştirici
unsurlarıdır. İşte bu unsurlar herhangi bir sebeple o toplumda iş göremez hale
geldiğinde, zihinlerde mefhum birliği bozulduğunda, değerler kendine
yabancılaşıp araçsal mahiyet kazandığında nihilizm yani boşluk durumu ortaya
çıkar. Bu durumda o toplum kendi manasına yabancılaşarak kendine kayıtsız bir
sürüye dönüşerek gelişme ve büyüme iradesini kaybeder. Orada boşluk ve
umutsuzluk söz konusu olur ve Nietzsche’nin tabiri ile en temelde yer alan
hakikat istenci/iradesi ile oluş düşüncesi değerini yitirir ki bu şartlar
nihilizmin de imkânını ortaya çıkarır. Nihilizm bir serserilik felsefesi
olmaktan öte Nietzscheci manada en yüksek değer yapılarının kendini
değersizleştirerek amacını kaybetmesi ve niçin sualinin artık bir değer
taşımaması halini anlatır. Yani nihilizm süreç ve oluş içinde değer, anlam ve
amacın kaybolması yahut bazı ve türlü ali cengizlerle insanların, toplumun,
dünyanın buna kayıtsız kalması halini gösterir. Bu kayıtsızlık iradi
olabileceği gibi simiülasyonlar tarafından kuşatılarak mefhum kargaşasına
düşmek yoluyla da olabilir. Bu çözülme ve dökülme hali o toplumu manuple
edilmeye ve mefhumu simülatif olarak belirlenmiş değerlerle sürüleştirmeye açık
hale getirebilir. Zira amaç ve anlam sabiteleri dağılan bir toplumda arayış,
bekleyiş, umutsuzluk, çıkar duygusu gibi pek çok sebep bu bünyeyi içeriden ve
dışarıdan etkiye açık hale getirir. Burada Nietzsche’nin yanlış anlaşılan yahut
Hitler ile özdeşleştirilerek doğru görülemeyen güç istenci meselesine gelinir: ‘Bence
hayatın kendisi gelişme içgüdüsü, idame içgüdüsü, güçlerin biriktirilmesi
içgüdüsü kısaca güç içgüdüsüdür. Güce yönelmenin olmadığı yerde çöküş vardır.
İddiam şu ki, insanlığın yüce değerlerinde işte bu yönelme eksiktir. En kutsal
isimler altında hüküm süren değerler, çöküş değerleri, nihilist değerlerdir.’
(Nietzsche, The Anti-Christ, Deccal, s. 6.) Güç istenci insanın amaç ve mana
arayarak potansiyelini gerçekleştirme ve oluşta yer alma mesesledir. Bu sebeple
Nietzsche için canlılık yaratmayan bir
öğretme, etkinliği uyuşturan bir bilim, anlama yetisi için bir pahası bilgi ve
lüks olan bir tarih anlayışı nefret edilmesi gereken bir şeydir.
İşte burada Nietzsche açısından nihilizm decadent bir toplum
görür: Burada şahısların gerçek ihtiyaçlarına cevap verilemez, dinamik unsurlar
kaybedilmiştir, insan yitirilmiştir, bu artık katı bir yapıdır. Burada çözülme,
dökülme, yabancılaşma, manasızlaşma söz konusudur.
Hayatın anlamını gelişme ve oluş olarak gören Nietzsche’ye
için böylesine decadans içindeki bir toplum işlevsiz, köhneleşmiş, ahlak
yapıları, baskı kuran eğitim ve hayata karşı olan ve mana taşıyamayan dini
inançlarla fertlerin duyguları ve içgüdüleriyle temasına mani olarak ahenginin
ve tabii olana uyumu bozar, nihayet insan kendözüne yabancılaşır. Nietzsche’nin
tabiri ile ‘İnsanın kendi içgüdüleri ile
kavga etmek zorunda kalması, işte decadence’ın formülü budur.’
Ahlak kanunları çıkarlar için değil insanın korunma ve
gelişme ve daha yüksek kültürel hayat formalarına ulaşması içindir. Neyim,
nasıl bu haldeyim ve mevcut şartlarda hangi duruma gelişebilirim soruları ve
ahlak güç ilişkilerini meşrulaştıran, hangi güçlerin lehi ve aleyhine
işledikleri ve bunların değerlendirmesi ile okunduğunda nihilizm yani boşluğu
oluşturan, dekadans sebepleri var eden, zayıf ve güçlü dengesizliğinden oluşan
bir çaresizlik ahlakının tespiti ve farkındalığı bakımından önem taşır. Nietzscheci jenoloji bu manada bir
değersizleşmenin anlaşılması peşine düşer. Modernite gelenek dünyası içinde var
olan gerçekliğin değerlerini manuple ederek hedef toplumları bu manada
nihilizme iterken bu toplumlar kendi dünyalarını başarısızlığın ve güç
istencinin önünde engel gördüklerinde yani potansiyellerini gerçekleştirme,
oluş ve mana arayışlarında kendözleriyle savaşmaya başladıklarında dekadans bir
savrulma o toplumu içeriden ve dışarıdan bezirgânların açık sahası haline
getirmez mi? Bu manada üst-insan
belki insan-ı kamil hayatı olumlayarak oluş ve mana peşinde kendini büyütme
derdinde olan insandır. Bunun içeriği Hitler gibi doldurulabileceği gibi Yunus
Emre gibi de anlaşılabilir. Burada önemli olan kendi ruhunu manuplatif bir ahlakın
çarşı pazarı haline getirmemek iradesi ve bilincinin var olmasıdır.
İşte tam burada soyluluk kavramı devreye girer. Nietzsche
için soyluluk bir sosyolojik olgu değil ferdi bir tutumdur. Harici eylem ve
faaliyetlerden ziyade bu soyluluk hali şahsın kendine saygısından oluşur ve
soyluluk kendini bu manada bilme ve emin olma durumu ve şuurunu işaret eder. “Nietzsche’ye göre her soylu ahlak, kendine
zafer kazanmış bir biçimde evet demekle gelişirken, köle ahlakı daha başında
farklı olana, dışarıda olana kısacası kendi olmayana hayır der. Filozof için bu
hayır kölenin yaratıcı eylemidir, köle ahlakının var olma için hep karşıt bir
dünyaya gereksinimi olmuş ve kölenin eylemi temelde tepkiden kaynaklanmıştır.
İyi öncelikli olarak soylu olanı dizayn eder, kötü bir sonuçtur ve köleyi
oluşturur. Kötü olan soylu ve soyluca olan her şeydir. Köle ahlakı, hakikat
adına varoluşu ve oluşu yadsıdığı ölçüde, iyi kavramını bir hiçleştirme
üzerinden ve iyi-kötü arasındaki düşmanlık ilişkisinden türetir. Köleci
değerlendirme açısından bu anlamda yaşam ve oluş kötüye işaret eder. (Yonca
Gökalp, Modern Dünyanın Sorunu: Değerlerin Değersizleşmesi Siyasal Felsefede
Nihilizm Ve Nietzsche, Ank, 2009, s. 90)” İşte tarih burada onun için bir
ihtiyaç alanıdır; onun tabiri ile “bizim
yaşama ve eyleme için tarihe ihtiyacımız var, yaşam ve eylemden rahatça yüz
çevirmek için ve bazı ayıpları örtbas etmek için değil…”
Toplumun kaybettiği mana ve amacı tarihte bulacağına dair
Nietzcshe “Bir zamanlar var olan büyüklük
bir kez var olabildiğine göre pekâlâ yeniden var olabilecektir; böyle bir kimse
cesaretle yolunu sürdürür, çünkü zayıf saatlerinde, yoksa olanaksız bir şeyi
istemiş olmayayım, diye sorduğu için düşen bu kuşku şimdi artık bir yana
atılmıştır.”Bu noktada nihilizm bir yok olma hali değil acıyı bile bir
anlam uğruna çekmek noktasında bir bilinç haline dönüşebilir. Soylu bir eylemin
peşine düşerek toplum mekanikleşen ve iktidar aracına dönüşen ahlak ve mana
dünyasından yeniden gelecek için imkânlar var edebilir. “Bir zaman gelecek, genelde artık yığının göz önüne alınmadığı, tam
tersine tek tek kişilere, insan teklerine, oluşun çılgınca akan ırmağında bir
çeşit köprü olan kişilere değer verildiği bir zaman gelecek ve o zamanda
evrensel sürecin ya da aynı zamanda insanlık tarihinin her türlü kuruluşundan
bilgece çekinilecek. Bu kimseler herhangi bir süreci sürdürmezler, tam tersine zaman-dışı-çağdaş olarak yaşarlar, bu
da böyle bir birlikte-etkide bulunmaya izin veren tarih sayesinde olur. Bunlar
dahiler-cumhuriyeti halinde yaşayan zamanların ıssız ve geniş boşluklarında
tinsel düzeyde yüksek görüşmeler sürdüren kimselerdir. İşte tarihin görevi, onlar arasında aracı
olmak, böylece de her zaman yeniden büyük adamların yaratmalarına fırsat vermek
ve onlara güç kazandırmaktır. Hayır, olamaz, insanlığın ereği en sonda bulunamaz, tam terine en yüksek örneklerde bulunabilir ancak.”,
derken Nietzsche bu yöndeki ifadesiyle büyük adamlar diyerek kendisini
geliştiren soylu ve güç istenci taşıyan üst insanın iradesinin bahsedilen kaosu
aşabileceğini gösterir. İnsanın devası kendi içindedir. Derdi ona derman imiş.
Kendi eliyle ona kazılan çukurdan yine kendisi çıkacaktır. Anlamak için
eleştirmek için anlamak değerlerin kaynağı ve kaynakların değerini kendi
ayakları üzerinden anlamak bakımından önemlidir. Tarih ve tarih bilimine bu
faydası ve işlevi açısından bakıyor muyuz?
Hak için olsun…
Vesselam