22 Aralık 2015

Nobel’in “Aziz” hikâyesi

Bu topraklar asırlarca değer var etti. Aziz Sancar hocam, öncelikle Anadolu topraklarının yetiştirdiği bir birey olarak, bu toprakların insanlarının zihin olarak antropolojik bir geri kalmışlık boşluğu yaşamadığını, doğru bir motivasyonla küre insanlığının itibar edeceği işler başaracağını bizlere bu zor zamanlarda gösterdiniz; Mardin'in “cevizli sucuğu” ile yoğurulan zihninizin başarısıyla bu toprakların nasıl muktedir olduğunun mesajını dünyaya verdiniz;

aziz olasınız

Emeğin en yüce değer; liyakatin en büyük rütbe ve adanmışlığın en faziletli sermaye olduğunu bizlere bir kere daha hatırlattınız. Kurnazlığın, uyanıklığın ve kısa yolculuğun karşısında emeğin ve gayretin değer olduğunu varlığınızla bizlere bir defa daha gösterdiniz.

Aziz olasınız…

Türk akademisyenine ne yapması gerektiğine dair ilham olacak bir hikâyeyle gelecekte yapılması gerekenleri gösterdiniz. Çalışmanın en büyük torpil ve kayırma olduğunu, sahte unvanlarla değil gerçek gayretle işlerin kemale ereceğini ortaya koydunuz. Hikâyeniz ülkemiz akademik hayatını sathi bir düzeyde görmek ve göstermek isteyenlerin, BU ÜLKE'nin çocuklarının gerçek ilham kaynaklarından mahrum kalmasını isteyenlerin şüphesiz rahatını kaçırdı; bu sebeple de var olun, sağ olun,

aziz olun hocam…

Dünyanın en gelişmiş!!?? ülkesindeki imkanlarla ülkenizde size verilmeyen şartlara kavuşunca Türkün neler yapabileceğini, bu ülkenin hangi potansiyel kudrete haiz olduğunu ülkenize çok asil ve necip bir tavırla BU ÜLKE'nin çocuklarına anlattınız.

Yurt dışında olmanın, oralarda kariyer yapmanın ille de yabancılaşmaya sebep olmaması gerektiğinin özlü bir dersini verdiniz. Vatan sevgisinin sözde değil özde olduğunu muhterem duruşunuzla anlattınız. Kibrin dar sokaklarına sapmayıp tevazunun kanatlarında nasıl yükselindiğini hafızası fersudeleşmiş milletimize aynı tevazuyla fısıldadınız.

Aziz olunuz hocam var olunuz…

Türkiye'yi bir etnisiteler ve mezhepler aşuresi gibi görmek isteyen küresel kafa karışıklığına verdiğiniz cevapla bu toprakların ruhunu NOBEL almış bir dev zihin olarak modernlerin yüzüne çarptınız. Tarihe geçen “Türk olduğunu unutmayacaksın. "Ben Türk'üm dediğinde kendinizle gurur duyacaksınız ki karşınızdaki adam da size hürmet göstersin, onu söyledim gençlere…” diyerek faşizme, ırkçılığa düşmeden modern takıntılara da sapmadan sade ve gerçek bir üslupla varoluş durumunu aktardınız. BBC spikerinin “Kürt müsünüz, Arap mısınız?" diye sormasını saygısızlık olarak niteleyip "Kızıyorum ona, çünkü bunlar Allah'ın gavuru, orayı karıştırdılar yüz yıl önce, hâlâ karıştırıyorlar. İngiltere'de kaç çeşit etnik grup var, ben sana soruyor muyum?" diye sorarak bu ülkedeki sessiz milyonların sesi oldunuz. Derdiniz ne milliyetçilik taslamak, ne Kemalizm dersi vermek ne de muhafazakâr bir tavır takınmak değildi; olduğunuz gibi neyseniz onu söylediniz. Cehalete, görgüsüzlüğe ve paçozluğa anlamlı ve mütevazı bir cevap oldunuz var olunuz, aziz olunuz hocam. BU ÜLKE'de bir olmanın, biz olmanın manasını yitiren düşünce ve gönüllerimize çok efsunlu bir eski zaman hikâyesini hatırlattınız.

Nihayet taktığınız Osmanlı tuğralı kravat, yakanızdaki Türk bayrağı ve Atatürk rozetiyle Mardin'den çıkan bu toprakların bir asil evladı olarak gönüllerimize tarihi idrakimiz ve vatan tasavvurumuza dair hep birlikte Türkiye olduğumuzu gösterdiniz. Bazı akrabalarınız bile yaşadıkları zihin kaosunun sisleri arasında sizi görmekte zorlandılar bu süreçte. Siz şahsiyetiniz, sözleriniz ve tavırlarınızla nihayet ödülünüzü Türkiye'ye tevdi ediş şeklinizle de BU ÜLKE'nin ruhuna aydınlık verdiniz.

Son söz olarak, Cemil Meriç'in BU ÜLKE'de “Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım hiç değilse. Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir. Kronoloji aptalların tarihi”der.

Hülasa, Aziz Sancar hocamın hikâyesi bir kronoloji değil bir düşünce ve hayat görüşüdür; anlamak isteyen oraya baksın vesselam.