30 May 2023

Nurettin Topçu ile Taklitten Tahkike Medeniyetçilik Davamız

Mavi Gök Yağız Yer

Medeniyet meselesi ve medeniyetçi milliyetçilik çerçevesi 21. Asırda Türklerin insanlığa bir kere daha sözünü söyleyeceği esas yer olarak görülmelidir. Medeniyetin toplum oluşturabilen, millet düzeyinde müştereklere sahip bu çerçevede devlet kuran ve nihayet bu bütünlük içinde şehre sahip olan bir anlam bütünlüğü olarak bakabiliriz. Medeniyetin şu ana kadar insanlığın geldiği noktada gösterdiği teorik ve pratik tecrübesinin öğrettiği, İbn Haldun gibi büyük zihinlerin işaret ettiği durum budur. Belki bir Anadolu çocuğunun sözleri bu konuda kifayet etmeyebilir bu noktada muteber medeniyet bilimci A. Toynbee “Tarihe devletten değil de medeniyetten bakmalı; çünkü devletler, medeniyetlerin bağrında yetişip ölen geçici siyasal fenomenlerdir” (A. Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, (Ter. Ufuk Uyan, 1991, İstanbul, 198) tespitinden bakarsak parçalara bölünmüş zihinlerimiz medeniyet noktasında kendi bütünlüğüne kavuşabilir. Medeniyet merkezli tarih okuması yazılarımızla ne kast ediyoruz belki şimdi malumları olur efkâr-ı umumiyyenin. Bu bilince ulaşmadan; toplum derece farkları ile bu bilgi ve bilinç durumuna gelmeden muasırlaşmak iddiası son derece sathi ve taklidi aşamayan beyhude gayretlerin ötesine geçemeyecektir diye düşünüyoruz.  Medeniyet davasının bizce öncü kişilerinden Nurettin Topçu bu hususa işaretle: “Dünyamız yeni kültürlerin yaratacağı ruh içinde gelişerek insanlığı tabiatın bağrına basacak ve insanı makinenin esaretinden kurtarıp, kendi kendisinin ve ruhu kâinatın hâkimi yapıcı yeni bir medeniyetin doğuşunu bekliyor. Bu medeniyet Anadolu’dan yani güneşin doğduğu yerden doğmazsa dünyamız kararacaktır. Çünkü her taraf sislerle örtülüdür. Bize düşen Anadolu çocuğunu içine yuvarlandığı Batı hayranlığından kurtarıp yeni doğan güneşe teslim etmektir.” N. Topçu, Yarınki Türkiye, (Hazırlayanlar: Ezel Erverdi, İsmail Kara), 2010, İstanbul, s. 12.) Hayranlıktan tecessüse ve oradan medeniyetçi milliyetçi bilince evrilecek olan bir yaklaşım bizi medeniyet teorisinden temeddün hareketine götürebilir; N. Topçu’nun tabiri ile düşünmek ve hareket etmekten ibaret olan var olmak eylemi medeniyet çerçevesinde bu şekilde yeniden zuhur edebilir. Anlam dünyamızın mazi ve mevcut arasında geleceğe dair güncel meseleleri çözerek ve medeniyet çerçevemizi tahkim ederek kültür ile birlikte bizi dağınıklıktan düzene taşıması bu yolda belki ümit edilebilir bir durumdur.

Burada bir umumi malumat olması bakımından kültür ve medeniyet terimlerinin dünyada ve bizde kullanılmaya başlanmasını hatırlatmak isteriz. “Kültür terimi, antropolojideki anlamıyla Almancadan Batı dillerine geçmiştir. Kelimeyi ilk kullanan Klemn’dir (1843). Ünlü İngiliz Antropoloğu Taylor’un da ondan iktibasta bulunduğu görülür (1871). Türkçeye, Fransızcadan alınan terimŞerif Mardin’e göre ise kültür, toplumdaki anlamlı semboller bütünüdür. Batı dillerinde “medeniyet”i ifade eden “civilisation” sözcüğünün ilk defa 1756 yılında Fransızcada kullanıldığı görülür. İngilizcede ise ilk 1770’de “civilization” şeklinde kullanılmıştır. Kavramın ilk kullanıldığı yıllarda anlam olarak, “edep-erkan, öğrenme, zariflenme” gibi özellikleri içerdiği görülür. Kavramın zamanla güçlenmesi ve hem Fransa, hem de İngiltere’de bugünkü anladığımız manada “medeniyet” karşılığı olarak kullanılması 19.Yüzyıl başında gerçekleşmiş ve daha sonra diğer Avrupa ülkesi ve Amerika’ya kademe kademe yayılmıştır. Civilisation kelimesini “sivilizasyon” olarak Türkçede ilk kullanan Mustafa Reşit Paşa’dır. M. Reşit Paşa, Paris’ten gönderdiği resmi yazılarda (1834) Türkçe karşılığını bulamadığı bu kelimeyi, “terbiye-i nâs ve icrâ-yi nizâmât” olaraktarif eder (Meriç, 1979: 95). Kelimeyi “medeniyet” biçiminde ilk kullananın 1838’de Sadık Rıfat Paşa olduğu söylenir, ancak daha kesin biçimde Bianchi’nin Fransızca-Tükçe Sözlüğü’nün 1843 baskısında görülür. Latince civitas yani “şehre ait” gibi, şehir anlamındaki Arapça “medine”yi çağrıştıran “medeniyet” kelimesi, çabuk tutularak 1845’lerden sonra yaygınlaşmış, 1850’lerde sözlüklere girerek, 1860’lardan sonra “sivilizasyon” kelimesinin yerini almıştır. (Tuncer  Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, Akademi Kitabevi, İzmir, 1992, s. 1-2, C. Meriç, Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları, 1979, İstanbul, s. 94-95; Muhittin Bilge, Nurettin Topçu’nun Kültür Ve Medeniyet Anlayışı, https://sosyolojiden.files.wordpress.com/2015/09/k...

Nurettin Topçu kültüre bir anlam bütünü olarak bakar. Kültür onun için değer ve karakter demektir. Medeniyeti doğuran güç de kültürün canlı ve dinamik hale gelmesidir. O bu dinamiği aşk kavramı ile resmeder. Nevzat Kösoğlu buna iman demişti. “Bir milletin kültürü, onun bütün fertlerinin sahip olduğu hadiseleri karşılayan duyuş şekilleriyle, bütün tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümleridir” Nurettin Topçu değerlerin bilim, felsefe, sanat ve din tarafından temsiline ve sürdürülmesine yahut bunlar ile tezahürüne işaret ile her toplum ve millet değerleri kendi ruh yetenek ve iradeleriyle yoğurmuş ve kendi karakterini vermiştir. Görüleceği üzere, toplum kültürü, medeniyetin teşekkülünde merkezi konumda yer alır. Medeniyetin dış unsurları toplum-devlet ve şehir ise içinde ona muhteva veren kültürdür. Bu bakımdan Topçu’ya göre “Kültür, onu yaratmış milletin malıdır”, “Yeryüzünde medeniyetler yaratan kuvvet, her devirde yeni değerlere duyulan sürükleyici aşklar olmuştur. Tabiat veya cemiyet içinde kendiliğinden doğan şartlar, sade zorlayıcı kuvvetler hiçbir yerde bir medeniyet yaratmadı. Medeniyet doğması demek, bir insan kalabalığı içinde, yeni ruhi değerlerin doğması ve fertlerle zümrelerin bu değerlerin arkasından hür iradeleriyle zorlanmaksızın koşmaları demektir. Bu aşkı öldüren zorbalıkların harekete geçirdiği kuvvetler, yani ruhi esaretler doğunca medeniyetler söner, çöker ve yerini zulümle yıkımlara bırakır…” Nurettin Topçu, medeniyet var eden esas unsurları “soy, dil ve din birliği” içinde anlar ve bu birliklerin yapısının hala ayakta duran bir dilek birliği ile yaşamasının medeniyeti doğurduğunu belirtmiş, Çin medeniyetini, bu duruma örnek olarak göstermiştir. Ayrıca Hint, Mısır, Yunan, Roma, İslam, Avrupa medeniyeti kavramları, arka planlarındaki devindirici güçleri ile birlikte açıklanmıştır (Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, (Haz. Ezel Erverdi, İsmail Kara), Dergâh Yayınları: İstanbul, 2010, s. 209-211 Topçu, Nurettin, Kültür ve Medeniyet, (Hazırlayanlar: Ezel Erverdi, İsmail Kara), Dergâh Yayınları: İstanbul, 2004). Medeniyet merkezli tarih okuması bu bakımdan geçmişin öz ve tecrübesinin gelecek için faydaya dönüşmesi için elzemdir. Bu bakımdan siyasi tarih saplantımızdan hızla medeniyet merkezli tarih yaklaşımına yönelmeliyiz. Toplum bu çerçevede tenvir olmadıkça münevver bu yapıya taş taşımadıkça çelik çomak oynamaya devam ederiz.

İşte burada Nurettin Topçu medeniyet hakkında ne der sorusuna cevap verebiliriz: “Medeniyet, insanlığın muayyen tarihî devirlerinde, bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayışların bütününe denir. Teknik eserlerin ve âdetlerin bütününden ibarettir ve maddî hayatı ilgilendirir. Kültür ise, bir cemiyetin kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bu değerler, ilim, sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir.” Nurettin Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yayınları, İstanbul, 1978, s. 67). Buradaki yaşayışlar kelimesini özellikle dikkate sunmak isteriz. Bizim toplum-devlet-şehir üçlüsü ile sınırlarını çizmeye çalıştığımız medeniyet mefhumu açısından değer bütünü olarak medeniyetin bir dış çerçevesi vardır ki Topçu da buna işaret etmektedir. Medeniyet meselemize işaret etmek istediğimiz çerçeveden eleştiri de getirir: “Medeniyet, satın alınır zannettik, elbiseyi aldık, insanı göremedik. Hazır aldığımız bu teknik, sahibi tarafından kullanılamayan, sahibine yabancı bir gizli el tarafından sahibinin hesabına ve onun varlığında kullanılan bir bıçak gibi benliğimizde yaralar açtı” Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, (Haz. Ezel Erverdi, İsmail Kara), Dergâh Yayınları: İstanbul, 2004, s. 21). Yanlış bir medeniyet mefhumu ve okuması Beytu’l-Hikme tecrübesine sahip bir medeniyetin çocuklarını yolda yaya bıraktı. Halbuki biz farklı kültür ve medeniyetlerle iletişime geçerek kendimize terkibi yollar açmanın her daim yolunu bulmuş bir millet idik. Bunu düşünme lazım değil mi?

Medeniyet meselesinde toplum, devlet, şehir meselelerinden birini diğerine mühim görmeden bütünlük içindeki anlamı kavrayarak meseleye bakarsak hangi peteğe bal dolduracağımızın en azından sınırlarını çizmeye başlayabiliriz. Bu bakımdan Nurettin Topçu’nun görüşleri düşünmek ve hareket etmek bakımından yol başçıdır diye düşünülerek hatırlatmak babında efkarı umumiye arz olundu efendim.

Vesselam