25 Şubat 2019

Nuri Killigil Sabotajı

Yıl 1949, Mart ayının 2'si, günlerden Çarşamba, Saat 17.10, yer Sütlüce.

Türkiye'nin ilk özel silah fabrikasında yangın başlıyor. Kısa sürede alevler her yanı sarıyor ve peş peşe patlamalar başlıyor. İtfaiye geldikten sonra tekrar büyük bir patlama daha oluyor. İtfaiyeciler, işçiler, ustalar, memurlar canlarını kurtarmak için kaçışıyor. Her taraf toz duman, barut ve yanık kokusu.

Saatler sonra yangın söndürülünce 7 işçi ve 6 itfaiyecinin cesetleri bulunuyor. 14 kişi ise kayıp. Fabrika sahibi Nuri Killigil'in cesedi parçalanmış olarak ancak 20 gün sonra Haliç'te bulunuyor. Ceset tam değil diye cenaze namazının kılınmasına bile izin verilmiyor. Şehit olan 27 kişi Edirnekapı Nuri Killigil Şehitliği'ne defnediliyor.

Peki acaba bu normal bir yangın mıydı, yoksa bir sabotaj mı? Bu sorunun cevabını verebilmek için ö günlerin dış siyasi olaylarına bir göz atmak yeterlidir.

İngiliz Manda yönetiminin Filistin'i terk etmesinden bir gün sonra, 14 Mayıs 1948 tarihinde Ben Gurion tarafından Telaviv'de İsrail Devleti'nin kurulduğu ilan edildi. Ertesi günü Filistinlilerin Nekbe dediği Büyük Felaket başladı. O gün nüfusu 1 milyon civarında olan Filistinli Müslümanların 750 bini, evlerinden, yurtlarından, topraklarından sürgün edildi. Binlercesi çatışmalarda ve yollarda şehit oldu.

15 Mayıs'tan itibaren Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan orduları Filistin'e girdi ve Arap İsrail savaşı başladı. Birleşmiş Milletler İsrail lehine karar alarak savaşan Arap Devletlerine silah ve cephane satışını yasakladı. Bu ambargo sonrasında Mısır, Ürdün ve Suriye'den yüklü miktarda silah, cephane, özellikle havan mermisi siparişi alan Nuri Killigil, Sütlüce'deki fabrikada üç vardiya üretime geçti. 2 Mart günü depolarda Suriye'ye gönderilmek üzere hazır bekleyen 2 bin havan mermisi vardı.

İşte böyle bir ortamda Sütlüce silah ve mühimmat fabrikasında yangın başladı. Ardından başlayan patlamalar sonunda fabrika harabeye döndü ve Türkiye'nin bu ilk yerli ve milli savunma sanayi hamlesi de Haliç'in soğuk sularına gömüldü. Geriye 27 şehit ve soru işaretleri kaldı. Fabrikada çalışan Yahudi işçilerin o gün işe gelmedikleri söylentisi çıktı. İçişleri Bakanı Mehmet Emin Erişirgil, İnönü'nün emriyle fabrikaya gelerek bizzat soruşturmaya el koydu. Başbakan Şemsettin Günaltay, Meclis'in gizli celsesinde konu hakkında bilgi verirken, bazı cesur milletvekillerinden "Hadise örtbas edilmeye çalışılıyor" sesleri yükseliyordu.

Bu kadar bilgiden sonra bu olaya kaza demek mümkün mü? Dış güçlerin planladığı ve onların taşeronluğunu yapan hainlerin tetikçiliğini yaptığı bu sabotajın bütün açıklığıyla gün yüzüne çıkarılması gerekmez mi?

Sonra ne mi oldu? Olaydan 26 gün sonra 28 Mart 1949 tarihinde Türkiye, İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu.(!)

Bakü Fatihi Nuri Paşa (1889-1949)

Enver Paşa'nın küçük kardeşidir. Aslen Gagavuz Türklerinden olan dedeleri İstanbul'a gelip yerleşmişlerdi. Babası Hacı Ahmet Bey, annesi Ayşe Dilara Hanımdır. Büyükleri Enver, Hasene küçükleri Mediha, Kâmil, Ertuğrul olmak üzere altı kardeşlerdi. Öğrenimine Manastır'da başladı, Kuleli Askerî Lisesinde devam etti. 1908'de Harp Okulundan mezun oldu. Bir süre amcası Yarbay Halil Kut Bey'in maiyetinde görev yaptı. 1911'de ağabeyi ve amcası ile beraber Trablusgarp'ta İtalyanlara karşı savaştı. Burada keskin nişancılığı ile meşhur olan Killigil, yüzden fazla İtalyan askerini kuş gibi avladı.

Birinci Dünya Savaşı başladığında Yüzbaşı olan Killigil, Enver Paşa tarafından tekrar Trablusgarp'a gönderildi. Rütbesi önce binbaşı, sonra yarbaylığa yükseltildi. Ayrıca fahri paşalık unvanı da verildi. 1918'e kadar burada İtalyanlara karşı savaştı.

Kafkas İslam Ordusu Kumandanı olarak, 13 Eylül 1918 tarihinde Bakü'yü Ermenilerden kurtardı. Bu yüzden Azeriler kendisine “Bakü Fatihi” unvanını verdiler.

Nuri Paşa at belinde, Türkiye'den Kars'tan gelir.

Azerbaycan diye diye, yenilmeyen aslan gelir.

Dalgalanan Türk Bayrağı, istiklalden haber verir.

Türk'ün şanlı tarihine, zaman er oğlu er verir.”

Ardından Karabağ ve Dağıstan'ı kontrolü altına aldı. Ancak Mondros imzalanınca İstanbul'a çağrıldı. Gelince de hemen tutuklandı ve hapsedildi. Batum'da bulunduğu hapishaneden kaçarak, yine Kızıl Ordu'ya karşı savaştı. Başarılı olamayınca Anadolu'ya gelip, Kâzım Karabekir Paşa'nın yanında çalışmaya başladı. 1921'de Erzurum'da bir tamir atölyesi kurarak, arızalı silahları yeniden kullanılabilir hâle getirdi.

Rahatsızlığı sebebiyle Berlin'e giderek tedavi oldu. Ermenilerin takibinden ve muhtemel bir suikastından korunmak için değişik kimlikler kullanıp sıkı sık yer değiştirdi. 1923'te Türkiye'ye döndü. 1925 yılında yarbay rütbesiyle ordudan emekli oldu ve İstiklal madalyası aldı.

  1. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'ya giderek Dışişleri Bakanlığında yetkililerle görüşmeler yaptı. Türkiye'nin Almanya ile birlikte Kızıl Ordu'ya karşı savaşması fikrini savundu. Ancak bu fikrin uygulama imkânı olmadığını görünce geri döndü.

İstanbul'da önce Zeytinburnu daha sonra Halıcıoğlu semtlerinde fabrika kurdu. Önce matara, gaz maskesi, gemi ve dağ topları için emniyet tapası üretti. Sonra mermi ve tabanca imalatına başladı. Fabrika'nın sorumlu müdürü Yıldırım Ordular Grubu'nda görev yapmış olan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir idi. Nuri Killigil Almanya Büyükelçisi Von Papen ile de dosttu.

1946 yılında Zeytinburnu'ndaki fabrikayı kapatarak, Sütlüce'deki tesisleri geliştirmeye başladı. Burası artık modern bir silah ve cephane fabrikası olmuştu. Türkiye'nin ilk özel savunma sanayi şirketi olan bu fabrika, ülkenin silah sanayiinde öncü bir kuruluştu. 400 tezgah ve 500 işçi çalışıyor, tamamen yerli silah ve mühimmatlar üretiliyordu. 1948 yılında Arap İsrail savaşı başlayınca, Mısır ve Suriye'den önemli miktarda silah ve cephane siparişi almıştı. Ayrıca Hindistan'dan ayrılarak bağımsız bir devlet olan Pakistan da yüklü sipariş vermişti. Ama işin en ilginç yanı Türkiye'de üretim yapıp ihraç eden bu fabrikadan, Türk Silahlı Kuvvetleri ciddi bir alım yapmamıştı.

Sütlüce'deki bu silah ve mühimmat fabrikasında, çizimini bizzat kendi yaptığı, kendi adını verdiği ve patenti kendisine ait olan Nuri Killigil Tabancası'nı üretti. Yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve milli tabancamız o yıllarda dünyanın en iyi silahları arasında gösteriliyordu. (Bu tabanca Harbiye Askeri Müzesi'nde sergilenmektedir.)

Türkiye'nin üç önemli sanayici ve müteşebbisine, "Milli Şef" devrinde fırsat verilmemiş, tam tersi önü kesilmişti. Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ ve Nuri Killigil. Nuri Paşa maalesef bu cesur ve tehlikeli teşebbüsünü hayatıyla ödemiştir. On beş yıldır dışa bağımlı olmaktan kurtarmaya çalıştığımız Savunma Sanayii'nin bu öncü şehit kahramanına Allah'tan rahmet diliyorum.