Öğüt ve sakındırma
Yüce Allah, bütün Resullerini, insanlara doğru yolu göstermek, iyiliği önerip kötülüklerden alıkoymak için görevlendirdi. İslam’ın son tebliğcisi ve resullerin sonuncusu olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) görevlendirip İslam’ı tamamladı.
İslam’ı anlatma, yani
Allah’a kulluk/ibadet yapma, doğruyu, adaleti, merhameti, insafı, iyiliği,
insan hak ve özgürlüklerine saygıyı; kötülükten vazgeçirmeyi, insanlara
Allah’ın buyruk ve yasaklarını anlatıp böylece dünyada mutlu olarak insanlar
arasında güven ve barışı sağlama, ahirette kazançlı çıkmanın yolunu gösterme
Müslümanların yapması gereken görevdir. Günümüzde, çeşitli entrikalarla, söz
gelişi inanç ve duygu sömürüsü yaparak Allah’ın Resullerinin ortadan kaldırmaya
çalıştıkları kötülük ve yanlışları pervasızca yaparlarken insanların kılları
bile kıpırdamıyor; canlılara haksızlık yapıp yaşam haklarına engel oluyorlar;
işkence edip aç, susuz bırakıyorlar ve özgürlüklerini kısıtlıyorlar,
İnsanların çok çeşitli iletişim
araçlarıyla bilgiye ulaşıp yararlanmalarının kolaylaştığını ileri sürerek “İslam’ı
anlatma” görevini artık sürdürmek gerekmiyor gibi bir düşünce
yanlıştır. Devletin eğitim kurumlarında ve camilerde bu görevi yapmasına
rağmen; insanlar hala İslam’dan önceki dönemde olduğu gibi İslam’dan çok uzakta
bir yaşam sürdürüp yanlış işler yapmaya devam etmektedirler. Çünkü herkes okula
gitmediği gibi, her kes camiye de gitmiyor.
İslam’ı anlatma “yöntemini”,
Kur’an-ı Kerim bize şöyle öğretiyor: "İkiniz (Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun) Firavun'a gidin,
çünkü o, azmış bulunuyor." "Ona yumuşak söz söyleyin,
umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar." (Taha Suresi, 43-44)
Hz. Resulullah, (s.a.v.) Umeyr’in
oğlu Hz.
Mus’ab’ı (r.a.) Medine’ye öğretmen olarak görevlendirip
gönderdiğinde anlatma yöntemini şöyle açıkladı: “Ey Mus’ab, İslam’ı
anlattığında azılılar sana karşı çıkacak ve belki de öfkeyle sana
saldıracaklar. Sen de onlara: Oturup söyleyeceklerimi dinler misin? Eğer
söyleyeceğim şeylerden hoşlanırsan onları kabul edersin. Eğer hoşlanmazsan
kabul etmezsin, diyeceksin!”
Sanıldığının aksine,
Müslümanlardan bir topluluk İslam’ı anlatma görevini
yaptığında cenaze namazında olduğu diğer Müslümanların üzerinden farz kalkmaz.
Yani tebliğ görevi sanıldığı gibi farz-ı kifaye değildir. Bu yanlış anlama,
Al-i İmran,104.’ün yanlış tercime edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda
Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle açıklama yapıyor: “İçinizden
hayra çağıran, iyiliği öğütleyip kötülüğü engelleyen bir ümmet
bulunsun!” şeklinde tercüme edilmesi sorunludur. Çünkü burada
sayılan özellikler bütün müminlerin özelliği olarak tanıtılmaktadır. Zaten
kurtuluşa erecek kişilerin sadece bunlar olduğunun ifade edilmesi de bunu
göstermektedir. Diğerleri kurtulamayacaktır. Ayetteki “minküm”
ifadesindeki “min” edatına “beyâniye”
(açıklama) anlamı vermeyi tercih etmekteyiz.” (Kur’an Okuyan-Mehmet Okuyan)
Okuyan’a göre ayetin mealinin şöyle olması gerekir. “Hayra çağıran, iyiliği
emredip (öğütleyip) kötülükten engelleyen (sakındıran) bir ümmet olun!
İşte onlar kurtulanların ta kendileridir. (Al-i
İmran,104.) Buradaki “bir ümmet olun” buyruğunun hedef
kitlesi dünyadaki insanlar içinde Müslümanlardır. “Bunlar/ümmet”
kavramını; Müslümanların içinde bir topluluk olarak kabul edersek, o zaman
tebliğcilerin dışındakiler
kurtulmayacaklar anlamı çıkıyor. “Siz, insanlar için çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz! (topluluksunuz)” (Al- i İmran: 110) ayetinte “siz”
den kasıt ümmet-i Muhammed ‘dir.
Mümin erkeklerle mümin
kadınlar birbirlerinin dostudurlar. (Birbirlerine) iyiliği öğütler, kötülükten
sakındırır; namazı kılar, zekâtı verir; Allah’a ve elçisine itaat ederler. İşte
Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, doğru hüküm
verendir.(Tevbe: 71.)
“Onlar, işledikleri
(kötülükler) den, birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı.
Yaptıkları ne kötüdür!” (Maide: 79)
Yüce Allah Maide suresinin 79. ayetinde (yukarıdaki ayet)
İsrailoğullarının lanete uğratılmalarının diğer bir sebebini bildirmekte ve
yapageldikleri kötülüklerle ilgili olarak “birbirlerini
engellememeleri” ni bu sebeplerden birisi olarak
göstermektedir. Ayetin bugüne mesajı şudur: Âl-i İmrân 3:110’da bu son
ümmetin insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet olduğu, iyiliği emredip
kötülükten menettikleri ve Allah’a iman edip güvendikleri belirtilmektedir. Bu
ayet ümmetin her ferdinin iyiliği emredip kötülükten men etmesi ve bunu
yaparken de Yüce Allah’a inanıp güvenmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır. Âl-i
İmrân 3:104. ayette yer alan emrin ümmet tarafından yerine getirildiği işte bu
ayette dile getirilmektedir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.) de şöyle demiştir:
“İçinizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse
diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle öfke duysun ki bu imanın en
zayıf noktasıdır” (Müslim, İman, 78; Tirmizî, Fiten, 11; Nesâî, İman, 17; Ahmed
b. Hanbel, III, 20, 49). ((Kur’an Okuyan-Mehmet Okuyan)
Hz. Adem’den (a.s.) Hz.
Muhammed’e (s.a.v.) kadar, bütün Resuller insanları nelerden, hangi
kötülüklerden vazgeçirmek istedilerse günümüzde de o kötülüklerin aynısı
yaşanmakta ve toplum aynı hastalıklarla huzursuz olmaktadır.
İnsanlar var oldukça bu gereksinim var olacaktır. Dünyaya önce gelen inananlar; kendilerinden sonra gelen bütün insanlara yol gösterici olup onları aydınlatacak ve iyiliği önerecek, kötülükten vazgeçirecek!