22 Şubat 2022

​Öğüt ve sakındırma

Yüce Allah, bütün Resullerini, insanlara doğru yolu göstermek, iyiliği önerip kötülüklerden alıkoymak için görevlendirdi. İslam’ın son tebliğcisi ve resullerin sonuncusu olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) görevlendirip İslam’ı tamamladı.

İslam’ı anlatma, yani Allah’a kulluk/ibadet yapma, doğruyu, adaleti, merhameti, insafı, iyiliği, insan hak ve özgürlüklerine saygıyı; kötülükten vazgeçirmeyi, insanlara Allah’ın buyruk ve yasaklarını anlatıp böylece dünyada mutlu olarak insanlar arasında güven ve barışı sağlama, ahirette kazançlı çıkmanın yolunu gösterme Müslümanların yapması gereken görevdir. Günümüzde, çeşitli entrikalarla, söz gelişi inanç ve duygu sömürüsü yaparak Allah’ın Resullerinin ortadan kaldırmaya çalıştıkları kötülük ve yanlışları pervasızca yaparlarken insanların kılları bile kıpırdamıyor; canlılara haksızlık yapıp yaşam haklarına engel oluyorlar; işkence edip aç, susuz bırakıyorlar ve özgürlüklerini kısıtlıyorlar,

İnsanların çok çeşitli iletişim araçlarıyla bilgiye ulaşıp yararlanmalarının kolaylaştığını ileri sürerek “İslam’ı anlatma” görevini artık sürdürmek gerekmiyor gibi bir düşünce yanlıştır. Devletin eğitim kurumlarında ve camilerde bu görevi yapmasına rağmen; insanlar hala İslam’dan önceki dönemde olduğu gibi İslam’dan çok uzakta bir yaşam sürdürüp yanlış işler yapmaya devam etmektedirler. Çünkü herkes okula gitmediği gibi, her kes camiye de gitmiyor.

İslam’ı anlatma “yöntemini”, Kur’an-ı Kerim bize şöyle öğretiyor: "İkiniz (Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun) Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor." "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar." (Taha Suresi, 43-44)

Hz. Resulullah, (s.a.v.) Umeyr’in oğlu  Hz. Mus’ab’ı (r.a.) Medine’ye öğretmen olarak görevlendirip gönderdiğinde anlatma yöntemini şöyle açıkladı: “Ey Mus’ab, İslam’ı anlattığında azılılar sana karşı çıkacak ve belki de öfkeyle sana saldıracaklar. Sen de onlara: Oturup söyleyeceklerimi dinler misin? Eğer söyleyeceğim şeylerden hoşlanırsan onları kabul edersin. Eğer hoşlanmazsan kabul etmezsin, diyeceksin!”

Sanıldığının aksine, Müslümanlardan bir topluluk İslam’ı anlatma görevini yaptığında cenaze namazında olduğu diğer Müslümanların üzerinden farz kalkmaz. Yani tebliğ görevi sanıldığı gibi farz-ı kifaye değildir. Bu yanlış anlama, Al-i İmran,104.’ün yanlış tercime edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle açıklama yapıyor: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği öğütleyip kötülüğü engelleyen bir ümmet bulunsun!” şeklinde tercüme edilmesi sorunludur. Çünkü burada sayılan özellikler bütün müminlerin özelliği olarak tanıtılmaktadır. Zaten kurtuluşa erecek kişilerin sadece bunlar olduğunun ifade edilmesi de bunu göstermektedir. Diğerleri kurtulamayacaktır. Ayetteki “minküm” ifadesindeki min” edatına “beyâniye” (açıklama) anlamı vermeyi tercih etmekteyiz.” (Kur’an Okuyan-Mehmet Okuyan) Okuyan’a göre ayetin mealinin şöyle olması gerekir. “Hayra çağıran, iyiliği emredip (öğütleyip) kötülükten engelleyen (sakındıran) bir ümmet olun! İşte onlar kurtulanların ta kendileridir. (Al-i İmran,104.) Buradaki “bir ümmet olun” buyruğunun hedef kitlesi dünyadaki insanlar içinde Müslümanlardır. “Bunlar/ümmet” kavramını; Müslümanların içinde bir topluluk olarak kabul edersek, o zaman tebliğcilerin  dışındakiler kurtulmayacaklar anlamı çıkıyor. “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz! (topluluksunuz)” (Al- i İmran: 110) ayetinte siz” den kasıt ümmet-i Muhammed dir.

Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. (Birbirlerine) iyiliği öğütler, kötülükten sakındırır; namazı kılar, zekâtı verir; Allah’a ve elçisine itaat ederler. İşte Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir.(Tevbe: 71.)

“Onlar, işledikleri (kötülükler) den, birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları ne kötüdür!” (Maide: 79)

Yüce Allah Maide  suresinin 79. ayetinde (yukarıdaki ayet) İsrailoğullarının lanete uğratılmalarının diğer bir sebebini bildirmekte ve yapageldikleri kötülüklerle ilgili olarak “birbirlerini engellememeleri” ni bu sebeplerden birisi olarak göstermektedir. Ayetin bugüne mesajı şudur: Âl-i İmrân 3:110’da bu son ümmetin insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet olduğu, iyiliği emredip kötülükten menettikleri ve Allah’a iman edip güvendikleri belirtilmektedir. Bu ayet ümmetin her ferdinin iyiliği emredip kötülükten men etmesi ve bunu yaparken de Yüce Allah’a inanıp güvenmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır. Âl-i İmrân 3:104. ayette yer alan emrin ümmet tarafından yerine getirildiği işte bu ayette dile getirilmektedir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.) de şöyle demiştir: “İçinizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle öfke duysun ki bu imanın en zayıf noktasıdır” (Müslim, İman, 78; Tirmizî, Fiten, 11; Nesâî, İman, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 20, 49). ((Kur’an Okuyan-Mehmet Okuyan)

Hz. Adem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar, bütün Resuller insanları nelerden, hangi kötülüklerden vazgeçirmek istedilerse günümüzde de o kötülüklerin aynısı yaşanmakta ve toplum aynı hastalıklarla huzursuz olmaktadır.

İnsanlar var oldukça bu gereksinim var olacaktır. Dünyaya önce gelen inananlar; kendilerinden sonra gelen bütün insanlara yol gösterici olup onları aydınlatacak ve iyiliği önerecek, kötülükten vazgeçirecek!