Ok-Yay Medeniyet Teorisi ve Orhun Abidelerinden Görünen Medeniyetimiz
Bir milletin tarihi kaynakları şüphesiz onun varlık vesikalarıdır. İnsan kendisini, kim(liğini) ve şahsiyetini tarih içinden köklerden süzülüp gelen bu akan suyun ayinesinde bilir zamanın şartlarında bunu geliştirerek geleceğe yürür. Gelecek tasavvuru olmayanlara hiçbir nazariye fayda sağlamaz. Lakin nazariyesi olmayanlarsa maziden geleceğe kavram, olgu ve hayat içinde bütünlüğü görerek makul zeminde kendi üzerine düşünüp, meselelerine çözüm ve yeni hayat başlıkları da oluşturamaz. Yurt dışına binlerce gidip gelenin taşeron olup fayda getirememesi de belki de bunla ilgilidir. Kendi sabitelerine akıl, fikir, kavram ve olgu desteği bulamayanlar olanı taklitten öteye geçemiyorlar. İşte tarihimiz içinde milletimiz ve milliyetimizin kültür çevresinde oluşan medeniyet zemininin varlığını bir faraziye olmaktan çıkarıp bir gerçeğe dönüştürecek bir tasavvur yahut nazariyemiz yoksa binlerce sayfayı okuruz ama bütünlük içinde bulabileceklerimiz tesadüflerin bizi sürüklediği yerden fazlası olamaz. İşte bizim medeniyete dair ileri sürdüğümüz OK-Yay nazariyesi(teorisi) olarak adlandırmaya cüret ettiğimiz, bir bütünlük içinde medeniyeti oluşturan hakikat parçaları olarak düşündüğümüz ve gerçeklik üzerinden okumaya çalıştığımız yaklaşımımızda toplum-devlet ve şehir/mekân/vatan bütününün insanlığın medeniyet dediği yapının mütemmim cüzleri olduğunu ve tarihin herhangi bir devrine dair kaynaklar ve eserlere baktığımızda buna dair bir şeyleri görmemizin muhtemel olduğu savını müdafaa ediyoruz. İşte bu çerçevede kültürümüzün Türkçe en eski yadigârlarından olan Orhun Abidelerine bu nazarla bakarak düşünmek istedik.
Toplum/Millet
Orhun Abidelerinin çok
bilinen, dillere pelesenk bazı kısımlarının bir medeniyetin tezahürleri
olduğunu hiç düşündük mü? Mesela, “Üstte mavi gök, altta yağız yer
kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım
Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini
tutu vermiş, düzene soku vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek
dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş,
dizliye dik çöktürmüş.” Abidelerde, mitolojik zamanlardan beri,
efsane, destan gibi kültür değerlerimizde de yer alan yaradılıştan söze başlanarak,
gök, yer ve insan üçlüsü dikkate
dokunur. Teorimizin adını da gök, yer ve insanı sembolize eden ok, yay ve kiriş
üzerinden kurduğumuza nazaran buradaki anlatının büyük ölçüde teorimizle
mutabakat içinde olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın var olması/yaratılışı sonra
toplum ve onun üzerinde de devletin teşekkülü şeklindeki faraziyemiz Türk
devlet felsefesinin bu büyük kaynağında teorize etmeye çalıştığımız vakıanın
olgu karşılığı olarak görülüyor dersek yanlış olmayacaktır. Lakin bu manada
gözlem ve yanlışlamalar bilim zihniyeti açısından savımızın doğru yahut
yanlışlığı bakımından fevkalade önemlidir. Orhun abidelerinin devamında
toplum/millet ve devlet bağlamında, “Yukarıda Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu
öyle tanzim etmiştir. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam
İltiriş kağanı, annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı
kaldırmıştır. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses
işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş. Toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı
kuvvet verdiği için, babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi
imiş. Doğuya batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş.
Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş
milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış,
yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş.”, denilerek meseleye işaret edilir.
Abidelerde bu yazının konusu olmamakla daha önce sömürgeciliğin yöntemlerine
dair Orhun abidelerine bakarak hazırladığımız makaleye konuyu havale ederek
milletin/toplumun ikaz edildiği de görülmektedir. “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, aldatıcı olduğu için, Çin
milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi
birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk
milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş.
Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye
kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin
kağanına itaat etmiş.” Burada toplum millet kavramı ile birleşerek devlet
yapısı içerisinde düşünülmektedir ki bu bizim teorimizin organik bütünlüğü ve
mantığı ile tekabül eden bir olgu durumunu göstermektedir. Bu abideleri
vulgarize milliyetçiliğin naif araçları gibi görenlerin bu çerçevede Ötüken ve
köklerimize bakmalarında faide yok mudur? Türk milletinin adı sanı yok olmasın denilerek bahsedilen yerde
toplumun adı ve varlığının merkeziliği hayat içerisinden bizlere gösterilmiyor
mu?
Devlet/Millet
Orhun abidelerinde,
yukarıda da görüldüğü gibi millet ve devlet hayatı birleşir. “Tanrı lütufkâr olduğu için, benimde talihim
olduğu için, hakan olarak tahta oturdum.” “Yukardaki Türk Tanrısı ve Türk
kutsal yer ve su (ruhları) şöyle yapmışlar: Türk halkı yok olmasın diye, halk
olsun diye, babam İlteriş Hakanı ve annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup
daha yükseğe kaldırmışlar muhakkak ki” “Tanrı öyle buyurduğu için, devletliyi
devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış, düşmanları bağımlı kılmış, dizlilere
diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş” “Türk halkının adı sanı yok olmasın
diye, babam hakanı ve annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı,
Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı, hakan olarak tahta
oturttu, hiç şüphesiz” “Tanrı bağışlasın, ilâhi lütfum olduğu için, kısmetim
olduğu için, ölecek halkı diriltip doyurdum” “(Ebedî) gök şöyle demiş elbette:
Han verdim, hanını bırakıp tâbi oldun. Tâbi olduğun için (ebedî) gök ‘öl’ demiş
elbette” Görüleceği gibi Türk milleti, devleti ve yer ve suları denilerek
ok-yay nazariyesinin esasındaki toplum-devlet ve şehir-mekân bütünlüğü burada
söz konusu edilir.
“Tanrı gibi Tanrı yaratmış
Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı ... Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz
çadırlı beyleri, milleti ... Türk tanrısı ... üzerinde kagan oturdum.
Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere
dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört
taraftaki ... dim…Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar
kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Gök Türk'ü düzene sokarak öylece
oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî,
Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş
tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefât etmiş….O töre üzerine
amcam kağan oturdu. Oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, tekrar besledi.
Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim prens ...
Tanrı buyurduğu için ondört yaşımda Tarduş milleti üzerine şad oturdum. Amcam
kağan ile doğuda Yeşil Nehir'e, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda
Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettik. Kögmen'i aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu
sevk ettik. Yekun olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık.
İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük,
başlıya baş eğdirdik.”,
ifadeleri ile devletin bu bütünlük içerisinden yeri vurgulanır. Toplumun içinde
teşekkül edeb devlet algısı onun töre ve nizamı vurgulanır. “Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök
basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?
Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan
kağanına, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun.
Silâhlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp
gönderdi? Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin! Doğuya giden, gittin!
Batıya giden, gittin! Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın nehir gibi koştu.
Kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdını kul kıldın. Hanımlık kız evlâdını
cariye kıldın. O bilmemenden dolayı, kötülüğün yüzünden amcam kağan uçup gitti.
Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk
milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükselten
Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin
adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı,
zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan
millet üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin, iki şad, küçük kardeşim
Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın,
amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için
gece uyuyamadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad
ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumdan her yere
gitmiş olan millet yaya olarak, çıplak olarak, öle yite geri geldi. Milleti
besleyeyim diye kuzeyde Oğuz kavmine doğru; doğuda Kıtay, Tatabı kavmine
doğru; güneyde Çine doğru on iki defa ordu sevk ettim ... savaştım. Ondan sonra
Tanrı buyurduğu için, devletim, kısmetim
var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli
kıldım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım.” Burada devletin
Türk milletinin adı sanı yok olmasın vurgusu ile ifadesi ve töre içerisinde
milletin kalkındırılması zor zaman içinden bol zaman var etme irade ve ülküsü
tarihimiz kadar eski bir devlet görevi olarak ortaya konulmaktadır.
Şehir-Mekân-Vatan
“Tanrı gibi gökte olmuş, Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum” “Üstte
mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişioğlu kılınmış.” Gök
ile yay, yer/mekan ile kiriş ve aralarında ok ile temsil ettiğimiz milletin
varlığını ifade eden bu satırlar bir mekân anlayışı da getirmekte, kozmoloji
kurmakta kağanların gökte, diğer insanların ise yer-suda yaratıldığına dair bir
mekân bir anlayışını göstermenin ötesinde göğün yer-suya olan faikiyeti gibi
kağanların da diğer insanlara olan üstünlüğünü yahut bu manadaki toplum-devlet
nizamını göstermektedir. Orhun Abidelerinde yer alan “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk
milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge
Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak” “Üstte gök basmasa, altta
yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim bozabilecek?”“Yukarıda Türk
Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş” tasvirleri ile mekân
anlayışı, vatan bilinci vurgulanıyor. Türklerin yurdu Tanrı yarattığı için
mukaddestir. “Ecdadımızın tutmuş olduğu
yer, su sahipsiz olmasın diye Az milletini tanzim ve tertip ettim” : “Türk
kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur” . “Ötüken ormanında
oturursan ebediyen il tutacaksın” gibi ifadeler de toplum/millet, devlet ve
mekân ilişkisi ortaya konulur ki burada kurulacak olan yurtlar ve Sırderya
kıyılarında ve başka mekânlarda ortaya çıkan şehirler bir medeniyetin
tezahürleri olarak okunabilirler.
Kültürümüz üzerinden
yapılan bu okuma hem medeniyete dair teorimizi kendi kaynaklarımız üzerinden
düşünme hem de kültürümüzün medeniyet var etme ve dilimizin bunu ifade etme
gücü görmek açısından tecrübi bir değer taşımaktadır. Oğuz Kağan destanından
yola çıkarak adını koyduğumuz bu teori Türklerin felsefe ve düşünce mahrumu
olmadıklarını varsa sıkıntı güncel Türklerin geçmişle gelecek arasında anda
gösterdikleri nakısalarla ilgili olmasını göstermek bakımından da kanımızca
önemlidir. Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan kağanına, hür ve
müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun, diyen
köklerimizden bugüne mesaj yok mudur?
Vesselam.