29 Haziran 2021

​Ok-Yay Medeniyet Teorisi ve Orhun Abidelerinden Görünen Medeniyetimiz

Bir milletin tarihi kaynakları şüphesiz onun varlık vesikalarıdır. İnsan kendisini, kim(liğini) ve şahsiyetini tarih içinden köklerden süzülüp gelen bu akan suyun ayinesinde bilir zamanın şartlarında bunu geliştirerek geleceğe yürür. Gelecek tasavvuru olmayanlara hiçbir nazariye fayda sağlamaz. Lakin nazariyesi olmayanlarsa maziden geleceğe kavram, olgu ve hayat içinde bütünlüğü görerek makul zeminde kendi üzerine düşünüp, meselelerine çözüm ve yeni hayat başlıkları da oluşturamaz. Yurt dışına binlerce gidip gelenin taşeron olup fayda getirememesi de belki de bunla ilgilidir. Kendi sabitelerine akıl, fikir, kavram ve olgu desteği bulamayanlar olanı taklitten öteye geçemiyorlar. İşte tarihimiz içinde milletimiz ve milliyetimizin kültür çevresinde oluşan medeniyet zemininin varlığını bir faraziye olmaktan çıkarıp bir gerçeğe dönüştürecek bir tasavvur yahut nazariyemiz yoksa binlerce sayfayı okuruz ama bütünlük içinde bulabileceklerimiz tesadüflerin bizi sürüklediği yerden fazlası olamaz. İşte bizim medeniyete dair ileri sürdüğümüz OK-Yay nazariyesi(teorisi) olarak adlandırmaya cüret ettiğimiz, bir bütünlük içinde medeniyeti oluşturan hakikat parçaları olarak düşündüğümüz ve gerçeklik üzerinden okumaya çalıştığımız yaklaşımımızda toplum-devlet ve şehir/mekân/vatan bütününün insanlığın medeniyet dediği yapının mütemmim cüzleri olduğunu ve tarihin herhangi bir devrine dair kaynaklar ve eserlere baktığımızda buna dair bir şeyleri görmemizin muhtemel olduğu savını müdafaa ediyoruz. İşte bu çerçevede kültürümüzün Türkçe en eski yadigârlarından olan Orhun Abidelerine bu nazarla bakarak düşünmek istedik.

Toplum/Millet

Orhun Abidelerinin çok bilinen, dillere pelesenk bazı kısımlarının bir medeniyetin tezahürleri olduğunu hiç düşündük mü? Mesela, “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş, düzene soku vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş.” Abidelerde, mitolojik zamanlardan beri, efsane, destan gibi kültür değerlerimizde de yer alan yaradılıştan söze başlanarak, gök, yer ve insan üçlüsü dikkate dokunur. Teorimizin adını da gök, yer ve insanı sembolize eden ok, yay ve kiriş üzerinden kurduğumuza nazaran buradaki anlatının büyük ölçüde teorimizle mutabakat içinde olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın var olması/yaratılışı sonra toplum ve onun üzerinde de devletin teşekkülü şeklindeki faraziyemiz Türk devlet felsefesinin bu büyük kaynağında teorize etmeye çalıştığımız vakıanın olgu karşılığı olarak görülüyor dersek yanlış olmayacaktır. Lakin bu manada gözlem ve yanlışlamalar bilim zihniyeti açısından savımızın doğru yahut yanlışlığı bakımından fevkalade önemlidir. Orhun abidelerinin devamında toplum/millet ve devlet bağlamında, “Yukarıda Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İltiriş kağanı, annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş. Toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için, babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş.”, denilerek meseleye işaret edilir. Abidelerde bu yazının konusu olmamakla daha önce sömürgeciliğin yöntemlerine dair Orhun abidelerine bakarak hazırladığımız makaleye konuyu havale ederek milletin/toplumun ikaz edildiği de görülmektedir. “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, aldatıcı olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş.” Burada toplum millet kavramı ile birleşerek devlet yapısı içerisinde düşünülmektedir ki bu bizim teorimizin organik bütünlüğü ve mantığı ile tekabül eden bir olgu durumunu göstermektedir. Bu abideleri vulgarize milliyetçiliğin naif araçları gibi görenlerin bu çerçevede Ötüken ve köklerimize bakmalarında faide yok mudur? Türk milletinin adı sanı yok olmasın denilerek bahsedilen yerde toplumun adı ve varlığının merkeziliği hayat içerisinden bizlere gösterilmiyor mu?   

Devlet/Millet

Orhun abidelerinde, yukarıda da görüldüğü gibi millet ve devlet hayatı birleşir. “Tanrı lütufkâr olduğu için, benimde talihim olduğu için, hakan olarak tahta oturdum.” “Yukardaki Türk Tanrısı ve Türk kutsal yer ve su (ruhları) şöyle yapmışlar: Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Hakanı ve annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup daha yükseğe kaldırmışlar muhakkak ki” “Tanrı öyle buyurduğu için, devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış, düşmanları bağımlı kılmış, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş” “Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, babam hakanı ve annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı, Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı, hakan olarak tahta oturttu, hiç şüphesiz” “Tanrı bağışlasın, ilâhi lütfum olduğu için, kısmetim olduğu için, ölecek halkı diriltip doyurdum” “(Ebedî) gök şöyle demiş elbette: Han verdim, hanını bırakıp tâbi oldun. Tâbi olduğun için (ebedî) gök ‘öl’ demiş elbette” Görüleceği gibi Türk milleti, devleti ve yer ve suları denilerek ok-yay nazariyesinin esasındaki toplum-devlet ve şehir-mekân bütünlüğü burada söz konusu edilir.

Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı ... Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri, milleti ... Türk tanrısı ... üzerinde kagan oturdum. Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört taraftaki ... dim…Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Gök Türk'ü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefât etmiş….O töre üzerine amcam kağan oturdu. Oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, tekrar besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim prens ... Tanrı buyurduğu için ondört yaşımda Tarduş milleti üzerine şad oturdum. Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir'e, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettik. Kögmen'i aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekun olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık. İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik.”, ifadeleri ile devletin bu bütünlük içerisinden yeri vurgulanır. Toplumun içinde teşekkül edeb devlet algısı onun töre ve nizamı vurgulanır. “Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan kağanına, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun. Silâhlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi? Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin! Doğuya giden, gittin! Batıya giden, gittin! Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın nehir gibi koştu. Kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdını kul kıldın. Hanımlık kız evlâdını cariye kıldın. O bilmemenden dolayı, kötülüğün yüzünden amcam kağan uçup gitti. Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükselten Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan millet üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin, iki şad, küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyuyamadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumdan her yere gitmiş olan millet yaya olarak, çıplak olarak, öle yite geri geldi. Milleti besleyeyim diye kuzeyde Oğuz kavmine doğru; doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru; güneyde Çine doğru on iki defa ordu sevk ettim ... savaştım. Ondan sonra Tanrı buyurduğu için, devletim, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım.” Burada devletin Türk milletinin adı sanı yok olmasın vurgusu ile ifadesi ve töre içerisinde milletin kalkındırılması zor zaman içinden bol zaman var etme irade ve ülküsü tarihimiz kadar eski bir devlet görevi olarak ortaya konulmaktadır.

Şehir-Mekân-Vatan

Tanrı gibi gökte olmuş, Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum” “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişioğlu kılınmış.” Gök ile yay, yer/mekan ile kiriş ve aralarında ok ile temsil ettiğimiz milletin varlığını ifade eden bu satırlar bir mekân anlayışı da getirmekte, kozmoloji kurmakta kağanların gökte, diğer insanların ise yer-suda yaratıldığına dair bir mekân bir anlayışını göstermenin ötesinde göğün yer-suya olan faikiyeti gibi kağanların da diğer insanlara olan üstünlüğünü yahut bu manadaki toplum-devlet nizamını göstermektedir. Orhun Abidelerinde yer alan “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak” “Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim bozabilecek?”“Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş” tasvirleri ile mekân anlayışı, vatan bilinci vurgulanıyor. Türklerin yurdu Tanrı yarattığı için mukaddestir. “Ecdadımızın tutmuş olduğu yer, su sahipsiz olmasın diye Az milletini tanzim ve tertip ettim” : “Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur” . “Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutacaksın” gibi ifadeler de toplum/millet, devlet ve mekân ilişkisi ortaya konulur ki burada kurulacak olan yurtlar ve Sırderya kıyılarında ve başka mekânlarda ortaya çıkan şehirler bir medeniyetin tezahürleri olarak okunabilirler.

Kültürümüz üzerinden yapılan bu okuma hem medeniyete dair teorimizi kendi kaynaklarımız üzerinden düşünme hem de kültürümüzün medeniyet var etme ve dilimizin bunu ifade etme gücü görmek açısından tecrübi bir değer taşımaktadır. Oğuz Kağan destanından yola çıkarak adını koyduğumuz bu teori Türklerin felsefe ve düşünce mahrumu olmadıklarını varsa sıkıntı güncel Türklerin geçmişle gelecek arasında anda gösterdikleri nakısalarla ilgili olmasını göstermek bakımından da kanımızca önemlidir. Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan kağanına, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun, diyen köklerimizden bugüne mesaj yok mudur?

Vesselam.