14 Temmuz 2021

​OK-YAY MEDENİYET TEORİSİNİ FARABİ İLE DÜŞÜNÜRKEN

Yusuf Atam ile Ok-yay medeniyet teorisi üzerinde çınar altı sohbetimizi sürdürürken evlat; medeniyeti oluşturduğunu ileri sürdüğün toplum-devlet ve şehir meselelerine tarihin olgu dünyası, İbn Haldun’unun nazari çerçevesi ve Türk mitolojisinin epik unsurları yanında Farabi atamız ile bakarak sınamayı ya da yanlışlamayı yahut denemeyi düşündün mü diye, sordu? Medeniyetin bir kültür zemininde teşekkül eden lakin bundan daha somut gerçeklerle oluşan insan ve toplum yapısı merkezinde oluşan devlet-şehir/mekân yapısı üzerinden oluştuğuna dair büyük Türkistanlı’nın tespitleri de teorini anlamak ve açıklamak yahut temellendirmek bakımından yararlı olabilir. Yusuf atam, dedim medeniyet olarak anladığım, açıkladığım şey milletlerarası genel geçer vakıaya uygulanması mümkün bir formdur. Her medeniyet çerçevesi öz bütünlüğü içerisinde var olduğu, içine aldığı kültürün muhtevası ile tarihteki yerini alır. Yusuf atam bu bakımdan öncelikle medeniyeti var ettiğini iddia ettiğimiz üç temel kavram Farabî’de var mıdır buna bakalım, dedim.

Toplum

Yusuf Atam ile Farabî’nin kavram dünyasına girdiğimizde; Farabî’ye göre insanın muayyen/zaruri ihtiyaçları vardır. İnsan bu gereksinimleri yalnız tedarik edemez. Bu sebeple muhtaç olduklarını temin için, ihtiyaçları sağlamak noktasında diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı hisseder. İşte bu somut saik tüm üst tanımlamalar ötesinde toplum denilen yapının oluşmasını ortaya çıkarır. Bu tabii çevre ve yaratılış icabı insan yardımlaşma kavramı ile izah edilen bir duyguyla mükemmellik yolunda diğer insanlarla müşterek bir zeminde bir araya gelir. Bu adeta bir zorunluluktur. İnsanların bu ictimaları/toplanmaları kurdukları toplumun şeklini de tayin eder. İnsanın mutluluk ve mükemmelik ülküsü onu bir arada yaşama, yardımlaşma gibi duygularla diğer insanlarla birlikteliğe götürüyor. Dolayısıyla ok-yay teorisinin kavramlarından olan insan/toplum unsuru bu şekilde Farabi kavram dünyasında yer alıyor, Yusuf Atam dedim. Farabî bu toplum düzeni içinde toplumların, “büyük”, “orta” ve “küçük” olarak tasnif ediyor: Büyük toplum, mamur dünyanın tümünde sair bütün devletlerin ve toplumların oluşturduğu yapıdır. Böylece Farabî bize büyük bir insanlık toplumu bilinci veriyor. Büyük toplumlar erdemli boyutta birbirleriyle alakalı ve yardımcı milletlerden müteşekkildir. Böylece kültürel zeminin oluşturduğu millet kavramı da bu şekilde yerini bulmuş olur. Manasız bir beynelmilelcilik de kapanmacı bir yapı da burada organik olandan uzaklaşmayı temsil eder. Farabî’nin orta toplum olarak adlandırdığı ise bir mamurede yaşayan bir tek milletin oluşturduğu toplumdur. Millet kavramı yani kültürel bir zeminde oluşan yapı bu şekilde ortaya konulur. Küçük toplum ise bir milletin yerleştiği topraklarda bir şehir ahalisini temsil eder. Görüleceği üzere, Yusuf Atam, Farabî atamız millet ve şehir kavramını bu şekilde bizim okyay teorimizde yerleştirdiğimiz bütün içerisinde zikretmiş oluyor. Bu nokta bizim medeniyet ayaklarından saydığımız şehir kavramına taşıyor deyince Yusuf Atam silüetinde yükseklikler yer alan şehre bakıp iç çekerek çayından yudumladı.

Şehir

Şehir Farabî için insan için erdem ve mutluluk olduğu kadar cahillik ve yozlaşma mekânı olarak yer alır. Kutsanmaz. Muhtevasındakine göre o toplum, şehir ve devlet adını alır. Farabî bize kavram kutsamayı değil muhtevada ilkeler ile düşünmeyi öğretiyor, Yusuf atam deyince tebessüm etti. Bunun yanında Fârâbî şehir yanında yer alan daha alt yerleşim birimlerini göz ardı etmez köy, mahalle, ev ahalisinin küçük birer birlik oluşturduğu; lakin bu yapının kusurlu ve eksik olduğunu ifade eder. En yüksek iyiliğe ve mükemmelliğe şehirde ulaşılabileceğine, bundan daha eksik bir toplulukla ulaşılamayacağına kanidir. Bizimde teorimizde şehrin merkezi bir yerde bulunması bundan sebep Yusuf atam, dedim. Peki, şehir soyut olarak kutsanmalı mıdır? Yahut bir dönemde tarih içinde ortaya çıkan şekilleri şehrin esası saymak makul müdür? Bu yolda Fârâbî her şehirde saadetin ve faziletin elde edilemeyeceğine, insanlarının, başta niyet ve zihniyet olarak, birbirine yardım ettiği şehirlerde (madınâ fâdıla) mutluluğun ve erdemin söz konusu olacağını düşünmektedir. Yani toplum, devlet ve şehir söz konusu olduğunda bile medeniyet oluşacaksa orada bu muhtevanın söz konusu olması gerekiyor. Birbirilerine yardım eden şehirler, milletler ve insanlık ancak erdemli bir düzeni ve medeni yapının gayesini gerçekleştirebileceklerdir. Özü meçhul kavram kutsamalarına karşı bu yaklaşım çok önemli dedi Yusuf atam.

Devlet

Yusuf Atam Farabî’den “Nasıl ki kalp ilk olarak meydana gelirse, daha sonra bedenin diğer organlarının varlığının, onların kuvvetlerinin meydana gelişinin, onların kendilerine has olan varlık sırası içinde ortaya çıkışlarının nedeni olursa ve bu organlardan biri bozulduğunda bu bozukluğun giderilmesini sağlayan kalbin kendisi ise; aynı şekilde şehrin yöneticisinin de ilk olarak varlığa gelmesi, sonra şehrin kısımlarının, bu kısımların iradî melekelerinin meydana gelişinin, onların kendilerine has olan varlık sırası içinde ortaya çıkışlarının bir nedeni olması gerekir. Şehrin herhangi bir parçası bozulduğunda bu bozukluğu giderme vasıtalarını sağlayan da odur.”, diyerek devletin bu yapı içerisindeki yerinin temellendirilişini gösterdi. Erdemli şehir ve milleti yöneten bu çerçevede bir yönetici ve düzen olacaktır. Bütün kavramlar değerini lafızlarından değil mefhumlarındaki esasa, müstenit oldukları hakikate yakın ve uzak oluşlarından alır evlat dedi. “Erdemli devletin esas sıfatlarından birisi, muhtemel en önemlisi yönetimle yönetilenler arasındaki ahenk iş ve gaye birliğidir.”, bilgisini de göstererek teorimizdeki üçlü başlığın esasları bir cümlede birleşmiş oldu. Hakikat durandır, gerçeklik ise hayat içinde akan.

            Ok-yay medeniyet teorisi olarak adlandırdığımız bu yapı esaslarını ütopik bir çerçeveden ziyade tarihi ve fikri temellerini insanlığın ve milli olanın teşekkül ettirdiği bir terkipten almaktadır. Orhun Abidelerinden Farabî’ye kadar milletimizin farklı dönemlerine dair değerleri üzerinden yapılacak okumalar da medeniyet kavramı üzerindeki tarif karmaşasını aşmanın ötesinde medeniyet denilen o kayıp kıtayı ararken nelere bakmak ve yoğunlaşmak gerektiği üzerinde de bizi ikaz etmeye çalışıyor. Mitolojimizden günümüze ve geleceğe doğru akan nehir tarih içinde bizi tespit ve tayin etmeye gayret ediyor. Bu bakımdan toplum, devlet ve şehir üçlemesindeki bu yaklaşım ilim zihniyeti çerçevesinde sınamalar, yanlışlamalar, ilaveler ile milli hayatımıza bir çerçeve olarak efkâr-ı umumiyyeye sunulmuş bulunmaktadır.

 

Vesselam