13 Mart 2022

Okçular tepesi

Sanır mıyız ki Okçular tepesi tarihte bir defa gerçekleşmiştir, bir daha da gerçekleşmeyecektir? Hayır okçular tepesi hayatımızın her ânında var ve var olmaya da devem edecektir. Okçular tepesi Allah’ın emrine karşı dünya zevk ve süslerine meyildir. Bu da her daim mevcuttur. Okçular tepesini bekleyen sahabenin nöbet yerlerini terk etmelerine sebep olan şeyler de ganimetlerdi, dünya malıydı.

Şöyle düşünelim iş yerindeyiz, para kazanıyoruz; bir taraftan da Allah için yapılması gereken, ânın vacibi bir iş var. Nefsimiz o para kazandıran işe meylettirirken bir taraftan da Allah’ın rızası beklemektedir. Bu durum başımıza günde kaç defa gelmektedir. Daha sabah namazına kalkarken, uykunun ağır basmasıyla başlar, yatıncaya kadar, hatta teheccüd namazına kalkıncaya kadar süren bir çok şeytan dürtüleriyle karşılaşırız. Her defasında gönlümüze hoş gelen dünya zevk ve nimetleri ayağımızı çeldirir ve kendine doğru yöneltir. Eskiden dernek, vakıf, cemaat pikniklerimiz ne kadar kalabalık olurdu değil mi, çünkü buralara katılmayı din gözüyle görürdük. Cuma namazı mesabesinde bakardık, içtimaya çağrılıyormuşuz gibi koşardık. Sohbet meclislerimiz dolu dolu olurdu. Eğitim faaliyetlerimiz atbaşı giderdi. Bol kitap okurduk, vaktin hakkını en iyi şekilde vermeye çalışırdık. Şimdilerde ise Okçular tepelerimiz bomboş. Geçerli mazeretimiz de var, artık bir pandemimiz var, her hayra düşman kıldığımız bir mazeretimiz mevcut. Ama bu pandemi nefsimizin arzuladığı düğün, dernek, sinema, AVM, davetlerden bizleri alıkoymuyor. Nedense din söz konusu olunca aklımız başımıza geliyor. Ama hepimiz nefsimizi çok iyi tanıyoruz ki Allah’ı kandıramayız. Gücümüzün yettiği her zevkü sefa içeren davranışlarımız, diğer hayırlı amellerimizin de alt eşiğidir. Onlara nasıl gücümüz yetiyorsa hayırlı işlere de güç yetirmek boynumuzun borcudur. 

Okçular tepesi nefsimizdir. Onu korumak 7/24/365’tir. Hiçbir zaman gafleti affetmez, bir anlık dalgınlık devirir. Akabe biatına, Uhud savaşına, katılmış Kâb b. Malik’in bir anlık rehavetiyle Tebuk Seferi’nden geri kalmasının kendisine ne kadar pahalıya mal olduğunu hepimiz biliyoruz. İmanı korumak, iman etmekten daha zordur. Son nefesimize kadar bu riski taşıyacağız. Günde en az onyedi defa “Allahım bizi doğru yola ilet” demiyor muyuz? Çünkü imanımız her an risk taşıyor. Hz Musa “Ya Rabbi, beni hidayete erdirdikten sonra kalbimin eğrilmesine müsaade etme” demiyor muydu? Bizi tuzağına düşürmek için hiçbir ânında gaflete düşmeyen Şeytan gibi bir düşmanımız varken bizim gaflete düşmemiz, ancak kendi ayağımıza balta vurmamızla açıklanabilir. Gelin hep birlikte okçular tepesini terkedenler için Kur’an’daki ayeti birlikte okuyalım:

Allah sizi (Uhud savaşında) kendi izniyle düşmanlarınızı yok edeceğinize dair verdiği sözü yerine getirdi (ve yendiniz). Lakin istediğiniz zaferi size gösterdikten sonra (galibiyetin ardından) rehavete kapıldınız ve (okçular tepesinde) size verilen emre itaatsizlik ettiniz. Çünkü kiminiz dünyayı, kiminiz de ahireti istiyordu. Bu imtihanı kaybettiğiniz için Allah sizi düşmana galip gelmekten alıkoydu. Buna rağmen Allah sizi affetti. Çünkü Allah mü’minlere karşı lütufkârdır. (Ali İmran 152).

Bu ayete göre Allah Bedir savaşında gönderdiği üç bin meleği Uhud’ta göndermediğini anlıyoruz. İçlerinde kendi elçisi olmasına rağmen prensiplerinden vazgeçmeyen bir Rabbe sahibiz. Bir anlık gafletin koskoca bir İslam ordusunun dağılmasına sebebiyet verdiği anlaşılsın diye, Allah her daim evrensel yasalarını burada da işletmiştir. En sevdiği elçisinin bile bu ihmalin bedeline ortak olmasına müsaade etmiştir. Buradan şunu anlamalıyız ki, hayatta Allah’ın koyduğu evrensel yasalar her zaman işlemektedir ve adamına göre değişmemektedir. Her kim ki bu yasalara tabi olursa kurtulur, her kim de isyan ederse kendi nefsine zulmetmiş olur. Gelin hep birlikte gaflete düşen, dalgınlığa uğrattığımız nefislerimizi diriltelim, birbirimizin ölmüş ya da gaflete düşmüş nefislerinin ayağa kalkması için teşvik edelim, gayret gösterelim. Bizi diriltecek olan yine birbirimiziz.