‘Oku’ -1

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

“Oku” bir emir. İkinci tekil şahısın muhatabı bir emir. Doğrudan doğruya muhataba verilen bir emir. Hz. Allah'ın Peygamberimiz'le (asv) bütün insanlığa gönderdiği ilk emir.

Kur'an-ı Kerim kitap hâline getirildiğinde, ayetler sıralanırken iniş sırasına göre yerini almadıysa da insanlığın son merhalesinde inen ilk ayetin neden “Oku” olduğu üzerine tefekkür etmek önemli.

Oku, okumak mastarından geliyor. Okumak; duymak ve görmek gibi hem maddi ortamda eylemle ilgili nesnelerin algılanmasıyla hem de manevi düzeyde ve hissetmeyle mümkün oluyor. Bir kitaptaki satırları okur gibi bir insan, bir mekân yahut âlem de okunabilir. Satır okuma, okuma becerisini kazanmayla mümkündür, ancak manevi okumalar idrakin gelişmişliği, iradi ve hissî terbiye ölçüsünce mümkün olur. İkisinin önemi de kendine has ihtiyaca cevap verdiğinden okumak fiilinden yalnızca satırdan okuma anlaşılmamalı. Sadırdan okuma gayreti gözardı edilmemeli.

Belki de zamanımızın en zor sorularından biri… “Oku”dan ne anlaşılmalı?

Gençlerin “Herkes ‘oku' diyor ama ne okuyalım?” sorusuyla her geçen zaman daha sık karşılaşıyorum. Umudu körükleyen bir soru bu. Yeryüzünde kendi okuma yürüyüşüyle henüz tanışmamış herkesin sormasını isteyeceğiniz çok kıymetli bir soru…

“Ne okuyayım?” sorusunu yöneltenlere, öyle kestirmeden ve biranda cevap verilemiyor. Çünkü okuma arayışında olan herkesin kitapla kendine has bir ilişkisi var. Hepsini aynı kefeye koymanın sakıncaları, kişide bıkkınlığa sebep bir hasara yol açabilir. Bu, okuma arzusu kıtlığında istenmeyecek ilk şey.

Kitap ya da türevi okunabileceklere dair tavsiye vermek için, önce kişinin okuma yolculuğunu bilmemiz gerekiyor. Uzanabileceği yakınlıktaki kitaplardan başlayıp bir silsile hâlinde, kendince okumadan beklediği ne ise ona yaklaştırmayı önemsiyorum. Böylece talip, memleketimizde çok rağbet gören “genelleme” tehlikesinden uzaklaşıyor, ne okursa okusun ait olma isteğiyle yola çıktığı çizgiyle bağı kopmamış oluyor. Zira bilinçli okuma ve okuduğunu idrak, her şeyden önce özgüven keşfini ve muhafazasını sağlıyor.

Böyle arayışlara şahit olduğum her defa, okullardan okuma biçimleri üzerine özel bir eğitim almadığımızı bir kere daha esefle hatırlıyorum. Vaktiyle bize verilen okuma yönergelerinin birçoğu ideolojik zaafın kurbanıydı. Keza bu zaaflar da muhite ve okulun kimliğine göre değişkenlik gösteriyordu. Anadolu ücrasındaki bir okulda ya da imam hatipte değilseniz, Batıcılığı sorgulayan eserlerle ve yazarlarıyla -Peyami Safa, Cemil Meriç, Tanpınar vb- hiç tanıştırılmıyordunuz. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu isimlerini duymanıza imkân dahi yoktu. Onlar okuyucusu az, kalemleri zayıf, kelamları önemsizmişçesine muamele görüyordu.

Öğrenci mümkün mertebe Batı klasiklerine yönlendiriliyor, “okutulan” her eser tahlillerde haklı çıkarılıyordu. Okula “liste dışı” kitap getirirseniz, ne maksatla okuduğunuz ve ne anladığınıza dair sorguya çekiliyordunuz. Lise döneminde dinî yahut Batıcılığa karşı, yerli ve millî içerikli bir kitap okumaya kalkıştıysanız “bunları okumak için henüz çok küçüksün” deniyor ya da hakkında olumsuz şeyler söyleniyordu. Tanzimat yazarları yerli klasikleri temsil ediyor, müfredat mecburiyetiyle okunan divan şiiri kötüleniyordu. Zaten bir divanı alıp okumak için de çok küçük sayılıyordunuz!

Bize okuduğumuz metinlerle yüzgöz olmayıp onlara belli bir mesafeden bakabilmeyi öğretmediler. Ya tümden benimsemeli ya da katiyen reddetmeliydik. Grilerin kurnazlıklarından/kandırmacalarından ya da ara renklerin veriminden haberimiz olmadı. Grilerle ara renklerin künhüne eremeyince ala/âlâ renklerin cazibesine kapılmak işten değildi! Bu kapılmanın iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyorduk. Evde can simidi kitapları olmayanlar için durum epey vahimdi.

Evet şimdi millî ve dinî değerlere teşvik eden eğitim kurumları arttı. Ama zaviye sıkıntısının kimi cephelerde keskinleşerek sürdüğünü gözlemliyoruz. Elbette bu “kimi” ayrımına bir şerh düşmek gerek.

Batıcı cephelerde kıldan ince kılıçtan keskin bir horgörü hâkim.

İslam kaynaklı dinî literatürüne yan bakmak, vatanseverliği yerlilikle bütünleştiren anlayıştan olabildiğince uzak olmak adına kati yaklaşımlar var. “Evrensellik”ten anlaşılan ise bunların dışında kalan eserler. Zira dinî ve yerli hassasiyetler evrensel sayılmıyor!

Peki karşı yakada durum nasıl?

Batıcı anlayışın köklere nüfuz eden dayatmacılığını yakından tanıyınca karşı yakada durumun bu kadar vahim olmadığını anlıyorsunuz. İslamî, yerli ve millî yaklaşımlar, hem araştırmacı-incelemeci hem de akademik yordamlarda kolay kolay bir kitabı liste dışı bırakmıyor. Onları da dikkate alarak okumaya meylediyor, kaynak gösteriyor, atıf yapıyor, alıntılıyor. Eleştirel bir metne konu olmayan, toplumun değerlerine ısrarla hakaretamiz yaklaşan kitaplar liste dışı kalmayı hak ediyor. Bu kapsayıcı tutum, Batıcı yakanın dışlama prensibi kadar gelenekselleşmiş hâlde.

Hoşgörüde de horgörüde de aşırıya kaçma durumlarının vereceği hasara karşı “temkinli” olma mecburiyetini devamlı hatırlayacağımız bir yere koyalım.

Kısım kesim prensipleri dünya algınıza nazaran belli bir noktaya kadar yol gösterebiliyor; ancak hayattaki yerini, yaradılışını, inancını, adanmışlığını keşfetmeye çabalayan gençlere fazla bir şey söylemiyor ve kendi başına bir listesi oluşturacak bir bakış sunamıyor. Sadece “yasaklılar”, “izinliler” ve “baştacı edilecekler” gibi mecburiyetler dayatıyor.

Maalesef eğitim kurumlarındaki “okuma eğitimi” meselesinde Batı cephesinde de Doğu cephesinde de yeni bir şey yok. Burada da suların biraz daha bulandığı gerçeğini devamlı hatırlayacağımız bir yere koyalım.

Ama dünyanın birçok ülkesinde okuma biçimlerinin eğitim kurumlarında disipline edildiğine dair bazı ipuçları bu yazıya sığmayacağından “Oku” kelimesinin devamını haftaya bırakalım…

***

Künye: Okumak; bir yazıda ne yazıldığını sâdece gözle veya aynı zamanda seslendirerek çözmek; bir yazıda anlatılmak istenen manayı anlamak, öğrenmek; bir metni seslendirmek, yüksek sesle kıraat etmek; bazı duaları usulüne göre söylemek, okuyup üflemek, nefes etmek; sesli olarak nağme ile söylemek; bir şeyin söylenmemiş gizli tarafını anlamak, mana çıkarmak; anlatmak, ortaya dökmek; söylemek, demek; çağırmak, dâvet etmek; öğrenim görmek, tahsil yapmak; dua etmek, dua maksadıyla belli sözleri söyleyerek Allah'tan mağfiret dilemek anlamlarına gelir (Kubbealtı Lugatı).