VF kat sol
VF kat sağ


'Oku' -7

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

Farklı milletlerin okulların en çok okuttukları kitaplara değinmiş ve biz tek kitapta birleşebilir miyiz?” sorusunu sormuştuk. Serinin daha önceki yazılarındaki okumanın satırlardan ibaret olmadığı vurgusundan yola çıkarak bir an evvel ayet ve hadis referanslı insanlık tarihinin yani Kısas-ı Embiya’nın “oku”nmasını salık vermiştik. Nitekim bu genel kabulleri de bir kenara koyan bir tavsiyeydi. 

Herkesin penceresinden dünya farklı görünür. Bu zerreden kürreye şahsî bir bakış sayılmalı. Yine de penceremizi başkalarına yaklaştıran ortak noktalar vardır. Bu, pencere manzaralarını birbirinin aynı yapmaz, ama birbirine çok yaklaşan manzaralar mümkündür. Bu yaklaşmayı yahut uzaklaşmayı yani farklılıkların azalışını ya da çoğalışına yön veren güdümlere muhtacızdır. Kimi dehalar bu güdümlerden azade olabileceklerini iddia etmişse de dünyadaki bütün güdümlerin inkâr etmek dahi insanı bir güdümden alıkoyamaz.  İrademizin denetimine kolay kolay girmeyen bilinçaltı, bu işi görmeye yeter de artar bile. Çünkü o, verilerin ve yargıların en güçlü ve kalıcı muhafazalarından biridir.

Bilinçaltı denilen muhafaza, bekleyişte değildir. Devamlı hareketleri, duygu ve düşünceleri yönlendirir. Oysa bilincimiz bunun ayırdında değildir. İrademizin hâkimiyetine tek bir şekilde girer; duyu muhataplarımızın seçkinliği ölçüsünce…   

Eminim, kişi farkında olmadan bilinçaltının kötücüllerle doldurulabildiği ve üst bilincin de bu doldurmayla kolayca yönlendirilebildiğine dair bir şeyler okumuş ya da dinlemişsinizdir. Korkunç tespitlerin ifşasından ötürü sanki komplo teorisyenlerin dilinin pelesengi gibi duran bilinçaltı kavramı hakkındaki her söylem artık bıktırmış gibi duruyor. Bazı komplo teorileri son derece abartılı gelse de psikoloji, sosyoloji ve antropolojik verilerin geri planında bu yönlendirmelerin etkilerini ortaya koyan çok ciddi tarihî gerçeklikler, insanlık tahribatı var. Zaten bunlar sık sık popüler tarih ve bilimin de konusu olduğundan hiçbirimiz yabancısı değiliz.

Pencerelerimiz ve oradan görünen manzaralar da işte böyle şekilleniyor. Zihinde olan kalbe, kalpte olan zihne sirayet ediyor. Yani düşünceler ve duygular işbirliği hâlinde donatıyor kişiyi. Bu işbirliğinin en ciddi muhatabı da bilinçaltı ki kişinin muhataplarının hakiki kayıt merkezi orası. Duyularımızla algıladığımız her şey saf ve temiz bir niyetin eseriyse bilinçaltını o minvalde biçimlendiriyor; aksine kirli ve kötücül niyetlerin eseriyse de bir kirlenme bedene sinsice bilinçaltı merkezinden yayılıyor. 

Olumsuz yapılanmalar fıtratımıza aykırıdır ve fıtratının farkında olan insanın olumsuzlar karşısındaki en ciddi silahı bu farkındalıktır, yani bir şekilde ruhunu, nefsini ve iradesini tanımak için okumaktır. O zaman maruz kaldıklarından kurtulmanın yollarını ve olumsuzlara kapılmamayı tefekkür edebilir, kendini kendince korumakla ilgili yöntemleri keşfedebilir ya da bunu başarabilmiş öncü şahsiyetleri örnek alabilir. 

Aslınca içinde komplo olsun veya olmasın, muhataplarımızın içeriğindeki zerrelere kadar ayıran maharetli bilinçaltımız sayesinde iyi ve kötü, güzel ve çirkin muhataplığımızın sonuçlarıyla karşılaşıyoruz. Bir nevi bedel ödüyoruz. 

İnsan bilinçaltından ibaret değildir, fakat bu sistem bir güdüm merkezi olacak kadar kişiye hâkim olabilir. Kişi bu sinyallere iradesiyle direnirse kimi zaman iç çatışma yaşayabilir ve günümüz insanının belki de en kıdemli açmazı da kabaca bundan kaynaklıdır.  

Bir Müslüman’ın okuma gayesini anlamlandıran ayettir “İkra: Oku.” 

“Oku”, İslam’ın ahir zaman kapılarını açan da bir ayettir aynı zamanda. Hz. Kur’an’dan yeryüzüne inen ilk ayet, ilk emirdir. Hz. Allah, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (asv) lütfuna vesile kılmış ve davetini “Oku” ile başlatmıştır. 

Ayet-i kerimelerin hepimiz üzerinde hikmetli tesirleri var. “İkra” ayeti de hem zahir hem de batin manada bizi dirilten bir emir olarak zuhur etmiştir. Hz. Allah, yeryüzünde şeytanın ve nefsinin bozgununa uğrayan kullarını ilk defa bu ayetle yoluna davet etmiştir. Okumanın mahiyeti ve mahiyeti ölçüsünce iyileştiriciliği üzerine düşünüldüğünde, kâinatın ve içinde her türlü varlığında da beş duyu ile okunarak idrak edildiği gerçeği gözardı edilemez. Zira Allah’ın insana bahşettiği nimetlerden, ölçüsünce ve emir çerçevesince faydalanıldığında insan, hem sıhhat hem zihin hem de kalp olarak iyileşir. Dimağını iyileştiren de bu ölçülü muhataplıktır. Nitekim iyi ve güzel olan muhataplıklar dahi belli sınırlara tâbidir ve insanlık tarihi aşırılığın insanı nasıl da zarara uğrattığı ile ilgili hikâyelerle doludur. 

Hz. Allah, dünyadaki bütün nimetlere ve onlardan fayda sağlamaya yönelik eylemlere olduğu gibi okumaya da bir ölçü getirmiştir: "Yaratan Rabb'inin adıyla oku!" (Alâk: 1) 

Ardından insan fıtratına dair şu ayet gelir: "O, insanı kan pıhtısından yarattı." (Alâk: 2)

Yaratılmış insanın Yaradan’ını idraki için üçüncü ayet ise şöyledir: "Oku! Rabb'in nihayetsiz kerem sahibidir." (Alâk: 3)

Bu emirde okumak, idrak etmeyle bitişir. Öğrenmek yani ilim sahibi olmak insanı derece olarak yükseltir. Ancak ilmin satırdan ibaret olmadığı meselesi ise fıtratın keşfiyle anlaşılır. “Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez.” (Lokman: 27) ayetiyle en azından ilme dair maddi bir ölçü tasavvur edemeyeceğimiz bilgisine ulaşırız. Âlemlerin ve onu dolduran bütün varlıkların idrakinden dahi aciz olduğumuz bilgisini yine Hz. Kur’an’dan edinmişizdir. Dolayısıyla okumayı ne satıra ne kitaba hapsetmeye gücümüz yeter. 

Öyleyse okumanın sonu yoktur, ancak okumak bütün duyuların, zihnin ve kalbin ortak vazifesidir.

Öyleyse çivisi çıkmış dünyada zehirlerle, zehirlilerle, yanıltıcılarla baş edebilmenin bir yoludur okumak, ancak kişi önce “ayırıcı” bir süzgeç edinmelidir kendine, en azından buna heveslenmelidir. 

Öyleyse zamaneliğin zulmünün çaresi, fıtratı yaratanın hükmüdür. Buna şerh düşmek ise haddimiz değildir.