15 Şubat 2018

Okullar eğitimden vazgeçince

Toplumun başlıca kurumlarından biri olarak okul, öncelikle bireye eğitim ve öğretim vermeyi amaçlar. Bununla birlikte milli ve manevi değerleri öğretme, sağlıklı bir kişilik kazandırma ve vatandaşlık bilinci aşılama gibi başkaca amaçları da vardır. Tabi ki bunlar, yasalarda ve yönetmeliklerde yazanlar.

Birde okulun çocuklara gerçek anlamda kazandırdıkları ve kazandıramadıkları var. En son bir lisede yaşanan ve öğrencilerin öğretmenlerine karşı hem fiziksel hem de psikolojik açıdan kötü davranışlarını içeren olaydan sonra dikkatimiz bir kez daha okula ve eğitim sistemine yöneldi. Okul gerçekten de çocuklarımızı milli ve manevi değerlerimize ve çağın gerektirdiği bilimsel ihtiyaçlara göre yetiştirebiliyor mu?

Okula ve eğitim sistemine dair düşünürken bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmak daha isabetli olacak. Tıpkı fil hikayesi gibi, bugün eğitim sistemine dair sorunlara herkes kendi penceresinden yaklaşıyor. Kimine göre öğretmenler, kimine göre anne babalar, kimine göre teknoloji, kimine göre de okul, eğitime dair problemlerin başlıca sorumlusu.

Bazılarımız için de tüm bu olumsuzlukların baş müsebbibi sistem. Öyle değil aslında. Bu bizim her sıkıştığımızda, kendi eksiklerimiz ortaya çıktığında, tıkandığımızda sığındığımız bir mazeret. Sistem dediğimiz şeyi kuran, uygulayan, yaşatan insan değil mi? Bir ustanın yaptığı eserde hata varsa bu eserin mi yoksa onu yapan ustanın mı hatasıdır. Sistem dediğimiz yapıya şekil veren bizim hırslarımız, isteklerimiz ve önceliklerimiz değil mi? 

Oysaki okul, değişen ve dönüşen bir kurum ve toplumun beklentilerine göre şekillenir. Bugün anne babaların okul tercihlerinde ilk kriter okulun kaç öğrenciye üniversite kazandırdığı değil mi? Hangi anne babanın okul tercihi, ahlaki eğitimi, terbiyeyi önceleyen bir değerlendirmeyle gerçekleşiyor? Ya da kaç anne baba çocuğunun sınav notlarındaki başarısından önce ahlaki gelişimini ve terbiyesini dikkate alıyor?  

Kendimizi kandırmaktan vazgeçelim. Okulların böyle olmasını biz istedik. Eğitim sistemini biz bu hale getirdik. Şimdi yaşadığımız her olumsuzlukta hatalarımız bir bir yüzümüze çarpıyor. Zamanında ahlak, değer, inanç ve terbiyeden bihaber yetiştirilmiş çocuklarla bugün yaşamın her alanında karşılaşıyoruz.    

Anne babalara, “Çocuğunuzun ahlaklı ve iyi bir insan olması mı yoksa başarılı bir insan olması mı daha önemli”? diye bir soru sorulsaydı, herhalde herkesin cevabı ahlaklı ve iyi insan olması daha önemli şeklinde olurdu! Oysaki çocuklarımızın geleceği adına kaygılarımıza ve yaptıklarımıza bakarsak durum açıkça görülüyor.

Çocuğumuzun iyi bir üniversite kazanması için yani akademik başarısı için özel okul, etüt merkezi, özel ders, yardımcı kaynak ve daha pek çok olanak sağlıyoruz onlara. Peki iyi ve ahlaklı bir insan olması için ne yapıyoruz?

Nurettin Topçu üstadın dediği gibi “en büyük lokma ve en yüksek kariyer” için yetiştirilen çocuklar, yaşanan tüm bu olumsuzlukların sorumlusu değil mağduru aslında.

Geldiğimiz noktada, eğitim sisteminin gerek ahlaki eğitim ve gerekse akademik eğitim açısından durumunun çok da iyi olmadığı ne yazık ki ortada. Çocuk suçlarındaki artış, toplumsal ve sosyal problemler, öğrencilerin ulusal ve uluslararası sınavlardaki düşük başarı düzeyleri bu durumun göstergelerinden bazıları.

Yunus Emre, “Gezdim Halep ile Şam'ı eyledim ilm-i talep, meğer ilim bir hiç imiş illa edep illa edep” derken, çağlar ötesi bir hissiyatla ve öngörüyle sanki bugünleri işaret etmiş. Bireyin hal ve davranışlarına yansımayan ilim aslında bir hiç hükmünde.

Geldiğimiz noktada yaşanan sıkıntılar Türkiye'nin “Milli Maarifini” inşa etmesi için bir fırsat olamaz mı? Bizim değerlerimizi önceleyen bir maarifi inşa etmek hala mümkün!