15 Ağustos 2020

Ölüm

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

 

Bu âlem şöyle bir rü yâ imiş, yâhud muvakkatmiş...
Evet ukbâda anlarsın ne müdhiş bir hakîkatmiş.

Mehmed Âkif Ersoy

 

Yağmur damlaları her baharda incitmeden hafifçe düşmekte toprağa, biraz buğulu, biraz mat, epey serin. Gökyüzü güneşi cebinde saklamakta, eğer bir parça ışık lazımsa bizi rengârenk ödüllere boğmakta.

Bu güneşlerin ardından gelir mi yine kapkara bir fırtına?

Baharlar ölüme öyle uzak durmakta ki… Çünkü hep bir hayat meşalesi taşımakta, hep yeniye dönük yüzü, hep çoğalışa. Yahut biz öyle sanmaktayız. Baharı hayat, kışı ölüm diye çağırmaktayız.

Emr-i ilahî'den gayri hiçbir an da yok, aklımıza sığmayacak hiçbir ilâhî emir de. Öyleyse hiç bahar ölümden gayri olur mu?

Hayatın “Kün”ü* kesintisiz devam etmekte. Ölüm de hayata dair, hayata dâhil “Kün”lerden biri elbette.

Onu ayrı tutan, yabani yapan ölümü hain görme eğilimimizden başka nedir ki?

Zamana ölümler düşmekte hiç usanmadan. Biraz buğulu, biraz mat ve epey acıtarak…

Kıyamete komşu olmamızdan mı gencecikken göçmenin neredeyse ayıp sayılacağı kadar ölümü tanımazlıktan gelişimiz? Kendi kıyametlerimizden kaçarken hangi kıyamete hazırlanıyorduk ki biz?

Her ölüm silkelemekte. Bahardan daha hakiki görünmekte, hatta düpedüz hakikati göstermekte.

Vakitliymiş vakitsizmiş lafları, keyfî yakıştırmalarımızdan başka nedir ki?

Bir ölüm yetmemekte hayatı anlamaya. Salt nefesten ibaret olmadığını, yaşamın bir ömre sığmadığını kendimize anlatmaya…

Ölümü tanımayan insan nasıl ahkâm kesebilir ki ölüme yabancı bir zaman içinde, ölüme yabancı bir maskeyle, vakitli gelip gelmeyişine?

Sokağa bakın, sanki hiç kimse ölmemekte. Oysa ölmekte hep birileri. Ama uzak, ama yakın yerlerde…

Bütün tasarrufları hep kendinde mi sanki insanın; ölüm kadere dâhilse kader hayatın neresinde?

Yüzü ölüme değen herkes sızısını unuttukça ölümle arasını açmakta.

Vade bitti mi ölümü yakıştıramayan kul sözü, emr-i ilahî'ye amade toprağın umurunda mı sanki?

Her gün ölmeyecekmiş gibi direnip durdukça yanılmakta insan. Yaşamak bir yanılgıya dönüşmekte. Hayalhanede geçen her günde, işe yaramayan bir hayalin parçası olup kalmakta.

Her gece ölümü yatağın altında unutturan, yetmeyip kilitli sandıklara taşıttıran, hatırlamamak uğruna gömdürten korku da nesi?

Şu da bir hakikat ki: Her insandan yalnızca bir tane yaratılmakta. Herhangi birimiz göçtüğünde, kendine has başkalığını da kendiyle götürmekte. Her fâni, dünya hayatını bir defa tatmakta.

Vedalar olmasa vuslatlardan söz etmeye imkân var mı? Her buluşma bir ayrılığın ardında gizli değil mi?

Dünya, insana bahşedilen hayatı yaşamaya yetmemekte. Yalnızca maddî âlemi meydana getiren iş ve oluşlar -güllük gülistanlık bile olsa- epey güdük kalmakta. Manevî âlem, iki cihandaki güzel hasletler inşa etmekte, ömrün verimini belirlemekte, maddî dünyayı beslemekte.

Dünyada ölüm vardı işte. Zamanın göz açıp kapayıncaya kadar geçtiği bu yerde, ölüm yok oluş olsaydı bir de, ya nice olurdu hâlimiz?

Ölüm başucumuzda durmakta. Ahiret ise öyle altı harflik basit bir kelime olmaktan çok, “kul” kavramına muhatap olanların biricik umudu olmakta.

***

Künye: Ölüm; bir canlıda hayati fonksiyonların tam ve kesin bir şekilde sona ermesi durumu, mevt, irtihal, vefat; ölme tarzı, ölme biçimi; dam cezası; sona erme, ortadan kalkma, yok olma; çok büyük üzüntü, sıkıntı anlamlarına gelmektedir. (Kubbealtı Lugatı)

*Kur'an'da geçen “Ol” emri.