14 Eylül 2015

Ölümüne Gökdelmek

11 Eylül 2015 günü 50-55 metre uzunluğundaki vinçlerden biri hacı adaylarının üzerine düşüyor.

Suudi yetkililere göre ölenlerin sayısı şimdilik 107.  Üç yıldır devam eden Kabe'yi genişletme projesi hacıları dev vinçlerin altında ibadetlerini yapmak zorunda bırakıyor. Bir şehir efsanesine göre Suudi Arabistan Hacc ve Umre'den yıllık 16,5 milyar dolar gelir elde ediyormuş.

Buna “ölümüne gökdelmek” diyoruz.

Gökdelenler ölümüne yükseliyor.

Gökyüzünü çimentolamak. Modern zamanın konut ideolojisi bu. Beton gökyüzündeki arazidir.

Modern insan iyi bir konutun makine gibi olmasını istiyor. Asansör, güvenlik kontrolü, dijital anahtarlar, akıllı bir bina. Makine içinde yaşıyor.

Göğüdelmek güçlü ve zenginleri göklere çıkarmak anlamına geliyor. Göğün betonla çitlenmesi bundandır.Güçlüleri göklere çıkaran bu mekanizma niçin talep ediliyor? Çünkü o bir debdebe-seçkinlik ideolojisidir.

Büyükkent bir anafordur. Ülkedeki ve uzak diyarlardaki tüm şehir-kasaba-köyleri yutan girdaptır.

Kentin ortasına büyük bir göğüdelen inşa edilmişse, uzak diyarda bir mahalle dolusu insan yoksul kalmıştır. İkinci bir göğüdelen ikinci bir yoksul semt-kasaba demektir. Büyükkentte insanlar iyiniyetli çalışmalarına rağmen bir türlü iyi olamazlar.

Para felsefesi cadde ve sokakları sarmalamıştır. Kentler hep daha zenginleri merkeze çekip daha yoksulları “dışarı” süren “varılamayan ülke” gibidir.

Müslümanlar kent ideolojisine Hacc-Umre ziyaretleri sırasında karşılaştıkları bu lüks gökdelen-otellerle yakalandılar. Başka türlü Kabe'nin etrafında göğüdelenlerin varlığı açıklanamaz. Hacc-umre geçmişte bir yıl süren bedenî ve malî bir ibadetti. Âlimlerin ve talebelerin kongresi idi.

Atlar ve develer tümüyle kayboldu. Ben şöyle düşünüyorum: hacca eskiden olduğu gibi yürüyerek-hayvanla gidilirse Harameyn'in metalaştırılmasını önlemek mümkündür.

Atları yitirdik. Şehri kaybettiğimizin kanıtı bu. Sokak otomobiller ve hız için dizayn edildi. Eğri ve dar sokaklardan kurtulmak isteyen irade metrokapitalizme aittir.

Eğri-çıkmaz sokaklara sahip bir şehirde sokağa yabancı birinin girmesi için bahanesi yoktur. Binlerce göz kendisine “burada ne arıyorsun” diyecektir. Kapitalizm sokaklara dükkanlar, mağazalar sayesinde girebilmiştir.

İnsana yaşamak için bir hücre tahsis edip; otomobillere, kent halkına, mağazalara büyük ve geniş caddeler-otoyollar inşa edilmesi insanın tüketici kılınarak ezildiğini gösterir. Büyük ve geniş caddeler kent yoksullarına ve dünyanın kır toplumlarına karşı yürütülen bir küstahlıktır. Bana-komşuma-mahalleme ait ikametgâhıma ait bir toprak parçasına (sokağa) makineli (otomobilli) bir insanın girmesi ve metalini (arabasını) park etmesi sömürgeciliktir. Düz sokak tabiatın denetlenmesi,tepelerin kazılması yani otoritenin kabulü pahasına yapılır. Eğriş bir sokakta hanelerin dayanışması vardır. Bir sokağa sokakta oturmayanların hoyratça girebilmesi, mimarinin başarısıdır. Tekno-uygarlıktan kaçamıyorsak bu, onun sokaklardaki iktidarı nedeniyledir.

Gerçek bir sokak eğridir. Düz bir sokak metrokapitalist iktidarın hız politikasını dayatır ve onun herkese egemen olma iradesine hizmet eden bir mimari ile gelir. Şehri savunmak istiyorsak iki eşeğin yanyana geçemeyeceği bir darlık içinde genişlik aramamız gerekir.

İnsan, kent içinde ezilir. Kent ise o kadar yayılmıştır ki, insan milyonluk hücresinde kıstırılmıştır.

Biz şöyle inanıyoruz: Şehir saklı bahçeler demektir. Kent ise kıyamettir, mahşerdir. Bencilliğin soluksuz koşusudur.

Kent caddelerin iki yanındaki yüksek kulelerden oluşan koridor-kâşâneler demektir. Şehir ise, ağaçların gölgesine sığınan mutlu evler.

Kentin ışıkları uzaktan bizi büyülüyor. Ne var ki onlar yıldız değil, süpermarkette satılan lambalardır. Geceleyin parıldayan metropolisin ışıklarını yıldızlı bir sema niyetine görüyorsak aklımızdan zorumuz var demektir.

Kentlere kim hakim olacak. Bunu bilmiyorum. Şehrin yolunu nasıl bulabiliriz? Bizim meselemiz budur.