Ömrün demi

Yaş ilerledikçe bilgi artar, görgü artar.

Ortalama geliri olup da üçünü beşini kenara koyanların birikimi artar.

Üçü beşi o kadar da önemsemeyenler için biriken maddi varlık değildir. Hayatta kalmak ve ayakta durmak için dirençle gelip geçici sıkıntıları eskisi kadar umursamama eğilimi artar.

Yaşlanmamıza rağmen iki şeyin gençleşeceği, bunların uzun yaşama arzusunun ve maddiyata duyulan sevgi olduğu, Peygamber Efendimiz hadisinde açıkça belirtir. Bunları nasıl kontrol edeceği kişiye bağlıdır. Hayata her gün daha fazla bağlanmanın ayrılığı zorlaştıracağı fikrine eren, bir adım ileridedir o zaman.

Zaten yaş ilerledikçe kısmen tekrarlar hayat kendini. Kim bilir kaç bahar, kaç yaz, kaç kış yaşamıştır yıpranmış eller, kaç ayazla savaşmıştır... Kaç nesil, kaç devir görmüştür gözler… Dahası kaç muhabbet, kaç ihanet…

İnsan belki de bu tekrarlarla dünyaya bağlanır, benimser.

Öyleleri vardır ki tekrarlar bile aymazlığına deva olamaz; insan bu. Onlara ne duymak, ne görmek, ne yaşamak ne de bütün bunların defalarca tekrarlanması yeter… Ama bir yaşayış yeter kimine; hatta yaşamayıp görmekle/duymakla yetindikleri de yeter.

Aymazlar, ya bir yerde takılıp kalmış ya da kalmak istemiştir. Aygınlar ise keşifle beslenir, kamil sıfatına kavuşmak uğruna yolculuğun hiç bitmeyeceğini bilir, yorulamamak için direnir.

Biçilmiş ömrünü süren insan, bu süre boyunca illa ki aymazlığının bedelini ödediği gibi aygınlığının da mükâfatını alır.

En önemlisi de hayatın ve olup bitenin değeri yaş geçtikçe anlaşılır. Bir vakitler sonsuzmuş ve hiç bitmeyecekmiş gibi duran günlerin harcandıkça azaldığı, izlerinin hatıra sığmadığı fark edilir. Süre giderek kısalır. Bitmez tükenmez isteklerin tamamına kavuşulmayacağı artık bir ihtimal değildir, kesinleşmiştir.

Italo Calvino, otuz sekiz yaşında yazdığı bir mektupta "Dağınık haldeki ve organik bir bütün oluşturmayan yazıları derlemek için, kişi ölmeyi ya da hiç olmazsa iyice yaşlanmayı beklemeli." diyordu. Zaten ilk derlemesine de elli yedi yaşında başlamış, klasiklerin okunma gerekçelerine ilişkin yazılarını bir araya getirmişti. Okuma tecrübesinin beklediği noktaya ulaştığına ve elde ettiği birikimin ifade bulmaya değer olduğuna artık inanmış olmalıydı. O günü görmek için beklemişti.

Yaş dem demek… Günlerimiz demden deme yürüyüşlerimiz. En değişmeyeni bile değiştiren, dönüştüren demler bunlar. Herkesin beklediği bir demi var mutlaka. Yazan için kaleminin ucunun kırılmayacağı bir sağlamlığa büründüğü bir safha ise bu, herkes için hayatın bir zirve demi var. Oldu ve çok güzel oldu dediği…

Demek ki demler, bin emekle beklenmeli. İnsan neye dönüşeceğinden habersiz madem, usanmadan insanlığına doğru ısrarlı bir yürüyüşle beklemeli… kavuşulan tekamülü müjdeleyen demin ardından bir sonraki demi beklemeli…

Bir taraftan beklemenin anlamsız olduğunu fısıldıyor hız çağı. Hiçbir şeyin beklemesine tahammülü yok. İşte her şeyin hızla aleni olduğunda kabul görmesi ve zoraki alenileşme yüzünden, demler de devranın içinde kayboluyor.

İnsanın işi zor. Hem kendiyle hem de dünyayla bitmeyen bir imtihanı var.

Bir gün bir günü, bir dem bir demi aratıyor zamanını israf edenler için. Beden yoruldukça zihin, dünya yoruldukça insanlık hafızası genişliyor ama ne çare…

Tekerrürden ders çıkarma kaygısı azalıyor, fikri uzaklaşıyor.

Ya yüz elli yedi yıl yaşamış Zaro Ağa, bugün aramızda olsa bize ne söylerdi? Modern zamanlarda kesintisiz pazarlamayı keşfeden Amerika'nın daha medyadan haberi olmayan dünyaya “en yaşlı insan” olarak sirk hayvanı gibi sergilediği ve iliğine kadar sömürdüğü Zaro Ağa, bugünlerde yaşasa sömürgenliği haddini aşan bu dünyada daha da kahırlanmaz mıydı? Belki de daha erken göçerdi.

Olup biten üzerinden ömürlerimizi sınamaya ihtiyacımız var.

Gönlü yücelten, fikri olgunlaştıran yaşlanmalarımız olsun.

Bu yazı da baharın bir köşesine iliştirilmiş bir ömür yazısı olsun.