13 Nisan 2017

Önce milletim diyebilmek!

Bir insan topluluğunu bir, iri ve diri kılan şey diğerinin iyiliği ve faydasını milli bir fazilet ve insanlık değeri saymasıdır. Millet denen kavram modern içeriği ile seküler boyutta yozlaşmalar yaşadıysa da asırların millet yaptığı, binlerce yıllık tarih, dil ve din gibi birlikteliklerle yekvücut olmuş insanların hayatında bu realite vücudun bir azası gibi doğal bir işleyişe sahiptir. Bu öyle bir asabiye gücüdür ki Türklerin Osmanlı tecrübesinde görüldüğü üzere muhtelif unsurları da müşterek bir sebep ile birleştirir. Bosnalı Sudî'ye İslam Medeniyeti çerçevesinde Arapça ve Farsça öğretip, Türk kültürünün dili Türkçe'ye vakıf kılıp Hafız'ın büyük divanının Türkçe'deki ve hala makbul görülen en güzel şerhlerinden birini yazdırır. Bosnalı Sûdi, 16. yy.'da yaşamış, İran Edebiyatının temel klasiklerinden olan, Hafız-ı Şîrâzî'nin Divan'ı ve Sa'dî-i Şîrâzî'nin Bostan ve Gülistan'ı hakkında şerh yazan bir müelliftir. Bosnalı bir ailenin çocuğu olup Bursa'ya göçen Şuca' Türklerin binlerce yıllık kemankeşlik sanatının üstatlarından biri olur. Osmanlı sonrası dönemde de Türkler ötekini de kendi sayan bakışları ile yollarına devam ettiler.

Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir sözleriyle ırkı değil müşterekliği önce çıkarır. Halkımız Osmanlı çağlarında bir olmak için nasıl sebep bulduysa modern! zamanlarda da bunun arayışında olacaktır.

Bu konuyu afaki değerlendirmelerden ziyade vefatının sene-i devriyesinde olduğumuz merhum Alparslan Türkeş Bey'in Dokuz Işığında, Milliyetçilik, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk'tür.  Alparslan Türkeş, Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir târih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk milletini teşkil etmektedir. sözlerinde de takip edebiliriz. Burada müşterekler üzerinden milleti ve milliyeti anlayan kültürcü tek devlet, millet, bayrak ve vatanın Türk milleti çerçevesinde oluştuğu bir yaklaşımı sergiler. Peki, bu tanımın ideal ve faaliyet çerçevesini çizen ülkücülük ne manaya gelir.

Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için, gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk Milliyetçisi, her Dokuz Işık'çı mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem millî ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır. Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayrımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. Biz, Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin, kendi dini inançlarından, İslamiyet'ten ve milli tarihten kökünü aldığını görmekteyiz. Meslekte derinleşmek, milleti ve insanlık için yarar peşinde olmak, miili ve insani bir ülküyü taşımak, torpilci değil liyakatçı bir bakışı ön gören, dini ve milli dinamikleri olan bir ülkücülük ideali ortaya konulur. Bugün ülkemizde bu sözlerin sahibine ön yargı taşımamak şartıyla altına imza atmayacak kimse yoktur. Türkeş Bey'in kendi mesleğine dair millet için fayda üretebilmek teklifi zor bir taleptir. Bugün bu idealin çokça dile dolanıp sonra “ben”in dar koridorlarında sıkça kaybolunduğu düşünülürse bu yaklaşımla milliyetçi, ülkücü olmak her kişinin değil er kişini karı olmaktadır. Türkeş Bey'i rahmetle anıyorum.

Buradan Nurettin Topçu'nun zaviyesine geçersek mesele daha da yerini bulacaktır. Millet bir realite, milliyetçilik bir idealdir. O, millet konusunu, Bergson'un zaman ile ilgili düşüncelerini esas alarak değerlendirir ve milleti, “kökleri mazide, gövdesi halde bulunan, dalları ve yaprakları istikbale uzanan, geçmişte, halde ve gelecekte hatıraları, temayülleri ve tasavvurlarıyla birleşmiş bir varlık” Millet dini, onun ahlâkını, örflerini ve kalbini yoğurmuş, Türk-İslâm medeniyetine yön ve kaynak olmuş İslâm dinidir. milliyetçiliğin içtimaî hayatta ferdi yaşayışa karşı koyan bir doktrine bağlanması lâzımdır. Şüphe yok ki, kendi menfaatlerinden önce milletinin menfaatlerini düşünen, kendi evinden önce köyünü ve şehrini yükseltip güzelleştiren, cemiyeti ve milleti için yaşadığına inanan, nefsini cemaata adamış olan insan “milliyetçiyim” diyebilir. Topçu'da müşterek bağlamında kendi menfaatinden önce milletinin menfaatini düşünmek gibi su-ekmek kadar muhtaç olduğumuz bir ideali ortaya koyar. Ancak bu felsefede birinin kendisine milliyetçi diyebileceğini söyler. Hâsılı milliyetçi olmak zor iş. Müştereklere sahip olmak milliyetçilik için yetmez, önce milletim diyebilmek şarttır.

Türk milliyetçiliği düşüncesinin en büyük mütefekkirlerinden olan Prof. Dr. Erol Güngör; "Milliyetçiliğin dayanağı halkçılıktır” diyor ve ilave ediyor. "Halkçılığın hedefi milli kültüre ve milli kültürün sahiplerine dayanan bir milli devletin kurulmasıdır”. Merhum Güngör'ün zaviyesinde milliyetçilik, insanları sevmek, onlara hizmet etmeyi gerektirir; bu hizmetin de medeniyetçi olan bir milliyetçilikten daha başka bir yolda yapılabileceği şüphelidir.” Burada Atatürk'ün halk kavramı bir yönüyle açıklığa da kavuşur gibidir. Halk bir müşterek çerçevesine haiz toplumu ifade eder. Bu din, dil veya tarih olabilir, ama müşterek şarttır. Fakat onun teklifinde de zor bir taraf vardır. İnsanları sevmek ve onlara hizmet etmek bunun yolunun medeniyetçi milliyetçilik olduğu söylenir. Hülasa milliyetçi demek insanı seven ona faydalı olmak idealini hayat geçiren demektir. Neticede lafla peynir gemisi yürümez. 24 Nisan'da vefat sene-i devriyesine ulaşacağımız merhum Erol Güngör'ü rahmetle anıyorum. İnsani ve milli dinamikleri olduğunu düşündüğümüz bu bakış açılarının bir perspektif olmaktan ziyade bir idealin dillendirilmesi olarak görülmesi gerekir. Türk adının, modern bir icat olmayıp, Haçlı Seferleri çağında Batılı literatürde bu topraklara, Malazgirt'le giren Türklere izafeten, Türkiye olmasını sağladığı ve İslam ile eşdeğer bir mana taşıyarak bu bakış açısının değişmeden günümüze kadar ulaştığı göz ardı edilmemelidir. Boşnakları Türk diye şehit edenlerin bakış açısında hangi müştereğin çocukları vardı acaba? İdlib'te katledilen yüzlercesi ve yüreklerimizi yaralayan ikizler gibi binlercesinin bu müştereğin dışında olup olmadığı düşünülmesi gereken meselelerdendir. Millet biz olduğumuz her şey ve herkestir. Milliyetçilik ise zor şeyler isteyen bir şeydir.

Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. (Yahya Kemal Beyatlı)

Vesselam…