Ontolojik gerçekliğimiz bize ne der? Kendini kabul et!
İnsanın, ihtiyaçları sayısızdır ve yaşamını tehdit eden
faktörler ise sınırsızdır. İşte insan bu gerçeği görmediği zaman pek çok sorun yaşar. Bu sorunlardan biri de kendini kabul
sorunudur. İnsanın kendisini anlaması ve fark etmesi için aynalara ihtiyacı
vardır. İnsanların çevresinde yer alan bireyleri onlar için ayna görevi
görmektedirler. Ancak bu bireyler,
insanların kendilerini kabul etmelerinin önünde önemli engeller olarak da
görülebilmektedir. Ayrıca kendi
kabul etme, önemli bir sağlık göstergesi iken kendini reddetme de önemli bir
sağlıksızlık göstergesidir.
Kendini kabul
nedir? İnsanın kendini
kabul etmesi; mükemmel, üstün, kusursuz ve güçlü gibi özellikler temelinde
gerçekleşmemektedir. Bilakis, insanın
kendisini kabul etmesi, sınırlarını bilmesi anlamına gelir. Kendini kabul,
bireyin insan olduğu gerçeğini görmesi, güçlü ve zayıf yönlerini fark etmesi ve
bunları kabul etmesi demektir. Kendini
kabul etmek; hayatta
başarısızlıkların yaşanabileceğini, yaşanmaya da devam edeceğini; çeşitli
başarılar elde ettiğimizi ve edeceğimizi; kendimizi geliştirmeye devam etmeyi
kabul etmek demektir. İnsanın, ihtiyaçlarının sayısız ve yaşamını tehdit
eden faktörlerin ise sınırsız olduğu gerçeğini kabul etmek, insanın kendisini
kabul etmesinde etkili olan en önemli etkendir. Bu noktada eksiklikler yaşamanın, kusurlu olmanın sorun olmadığını fark
etmek; küçük şeyler için sürekli bir şekilde kendimizi eleştirmemek;
kusurlarımızı ve hatalarımızı insan olmanın bir parçası olarak görmek kendimizi
kabul etmenin önemli araçlarıdır. Kendini kabul, yaşamda çaba göstermeye
devam ederken mükemmel ve kusursuz olmadığımız gerçeğini kabul de demektir.
İnsanların
kendilerini kabul etmemelerinin nedenleri nelerdir? Öncelikle, bağlanma sorunu
yaşamaktır. Güvensiz bağlanma örüntüsüne sahip olmak kendine ve başkalarına güveni
engeller. İkincisi; ihmale, istismara,
fena muameleye ve redde maruz kalmaktır. Bu tür deneyimler, insanların ait
olma ihtiyaçlarını doyurmalarını engeller ve kendilerini istenmeyen varlıklar
olarak algılamalarına neden olur. Üçüncüsü,
toplumsal ve kültürel baskılara maruz kalmaktır. Toplumun ve kültürün
belirlediği standartlara uymak için insanlar, kendi gerçek benliklerini
bastırabilirler. Dördüncüsü,
travmatik deneyimler yaşamaktır. Travmalar, bireyler için disosiyasyona neden olarak
onların kendilerini kabul etmelerini engeller. Beşincisi, bağımlı kişilik özelliğine sahip olmaktır. Bağımlı
bireyler, başkaları üzerinden kendilerini kabul ederler. Altıncısı, mükemmeliyetçi kişilik özelliğine sahip olmaktır. Mükemmeliyetçilik,
kişinin kendisine aşırı yüksek standartlar koyması ve bu standartlara
ulaşamaması durumunda kendisini değersiz hissetmesine neden olur. Bu da kendini
kabul etmeyi engeller. Yedincisi, diğer
psikolojik sorunlara sahip olmaktır. Depresyon, kaygı ve kişilik bozukluğu
gibi sorunlar yaşamak bireyin kendisini kabul etmesini engeller. Sekizincisi, katı bir süper egoya sahip
olmaktır. Sürekli yargılayıcı ve eleştirici bir süper egoya sahip olmak
kendimizi kabulü engeller.
Kendimizi kabul
etmemenin sonuçları nelerdir? Birincisi,
özsaygı ve özgüven düşüklüğüdür. İkincisi,
kendimize ve çevreye yabancılaşmaktır.
Üçüncüsü, içsel çatışmalar yaşamaktır. Kendimizi kabul etmediğimizde
kendimizle çelişen duygular ve düşünceler arasına sıkışabiliriz. Dördüncüsü, ilişkisel sorunlar
yaşamaktır. Kendisini kabul edemeyen başkalarını kabul etmede de sorun yaşar. Beşincisi, ruh sağlığı sorunları
yaşamaktır. Depresyon, anksiyete, yalnızlık gibi pek çok ruh sağlığı sorununu
yaşamaktır. Altıncısı, kişisel
gelişimin engellenmesidir. Kendimizi kabul etmemek, kendimizi gerçekleştirmeyi
engeller. Yedincisi, madde
bağımlılığına ya da bağımlılık içeren ilişkilere yönelmektir. Sekizincisi, istismara ve ihmale neden
olur.
Bir akademisyen
ve psikoterapist olarak pek çok insanla ve danışan ile temas halinde oldum. Kendilerini kabul
etmeyen insanlar da bunlar arasında yer almaktaydı. Bu insanlarla gerçekleştirdiğim psikoterapi seanslarında onların
kendilerini kabul için yeterince gerekçeleri olmadığını gördüm. Onlarla
yaptığım çalışmalarda, kendileri için kendilerini kabul gerekçeleri oluşturduk.
Bu gerekçelere örnekler aşağıda
verilmiştir.
İnsanın kendisini kabul etmesi için oldukça fazla
gerçekçe vardır. Bunlardan birincisi,
kendi bedensel gerçekliğimizdir. Kendimizi kabul etmek gerekir. Bunun için
en önemli neden, bedenlerimizin bize ve çevremize "Ben sizlerden
farklıyım" dediği gerçeğidir. Bu yalnızca bizim içinde değil, tüm
insanların bedenleri için geçerlidir. Her birimiz dünyayı ve kendimizi kendi
benzersiz bakış açımızla algılarız. Kendi özgün gerçekliğimizin değerini
kavradığımızda, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin ne kadar önemli olduğunu
anlarız. İkincisi, içten çaba gösteren
bir varlık olmamızdır. Örneğin, iş hayatında sürekli öğrenme ve uygulama
çabası içinde olmak, sevdiklerimize vakit ayırmak ve ilişkilerimize değer
vermek, kendimizi görünümümüzle barışık hissetmek için çaba sarf etmek, sürekli
olarak kendimizi geliştirmek ve iyileştirmek için spor yapmak gibi eylemlerde
bulunmak içten çaba göstermek anlamına gelir. Bu tür çabaları gösteren
insanların kendilerini kabul etmeleri gerekir. Çünkü bu çabalarla iyi bir insan
olma yolunda sürekli adımlar atmaktadırlar. Üçüncüsü, farklılıkların zenginliğidir. Kendimizi kabul için bir
diğer önemli neden, farklılıkların zenginliğidir. Bu dünyada çeşitliliği
sağlayan özelliklerimiz, ruhlarımızın benzersizliğiyle örtüşür. Ontolojik
gerçeklik, bize kendimizi olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu
nedenle, kendi benzersizliğimizi ve diğerlerinin benzersizliklerini takdir
ederek, kendimizi kabul etmekte kararlı olmalıyız. Dördüncüsü, gerçekçi bir kontrol algısı ile dünyaya bakmaktır. Kendimizi
kabul için bir diğer önemli gerekçe; gerçekçi bir kontrol algısı ile dünyaya,
olaylara ve kendimize bakmaktır. Bazı şeyleri değiştiremeyeceğimizi kabul
etmek, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemize yardımcı olur. Örneğin geçmişi,
annemizi, babamızı, bebekliğimizi ve çocukluğumuzu seçme konusunda kontrolümüz
yoktur. Beşincisi, kendimizi kabul
etmemenin gerçeklerden kaçış olduğunu düşünmektir. Kendimizi kabul etmek
için bir diğer önemli gerekçe, kendimizi kabul etmemenin gerçekten bir kaçış
olduğudur. Bu kaçış, bizi kendi gerçeğimizden uzaklaştırarak mutsuzluğa
sürükleyebilir. Mutluluk içinse kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemiz
önemlidir. Altıncısı, kendimizi kabul
etmek umudumuzu besler. Kendimizi kabul etmek; ne yapmak istediğimizi,
nereye gitmek istediğimizi ve nasıl gelişmek istediğimizi belirlememize
yardımcı olur. Kendimizi kabul etmemek isteklerimizden ve yaşamın sunduğu
fırsatlardan uzaklaşmamıza neden olur. Kendini kabul etme, bireyin amaçlarına
ulaşma yolunda önemli bir araçtır. Nihayetinde, kendimizi kabul etmememiz,
umudumuzu artırarak kişisel gelişimimize ve başarıya olan inancımızı
güçlendirir. Yedincisi, kendimizi kabul
etmek dürüstlüğümüzü pekiştirir. Kendimizi kabul etmek için bir diğer
önemli gerekçe, bireyin kendisini olduğu gibi kabul etmediği durumlarda beynin
yalanlarla dolu bir dünya oluşturmasıdır. Bu, zincirleme olarak yalanlarla dolu
bir yaşam tarzını beraberinde getirir. Yalancılık, hem maddi hem de manevi
açıdan kayıplara yol açabilir. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, bu tür
kayıplardan kaçınmamızın yanı sıra dürüst bir yaşam sürdürmemizi sağlar. Sekizincisi, bizde olumsuz özelliklerin
olmamasıdır. Kendimizi kabul etmek için bir diğer önemli gerekçe, bizde
toplum tarafından istenmeyen yalancılık, madde bağımlısı olmak, şiddet eğilimli
olmak, psikopat özellikler sergilemek gibi özelliklerin olmamasıdır. Kendimizi kabul etmek için illa olumlu özelliklerin
olmasına gerek yoktur. Olumsuz özelliklerin olamaması da kabul için önemli bir
gerekçedir. Dokuzuncusu, zorlukları
aşabilmemiz ve bu güce sahip olmamızdır. Biz, kendimizi kabul etmek
zorundayız. Bunun için bir diğer önemli gerekçe, hayatın bize pek çok zorluk
sunduğu ancak bu zorlukların üstesinden psikolojik olarak güçlü bir şekilde
gelebildiğimizdir. Bu zorluklar altında ezilip daha kötü bir duruma
düşebilirdik. Ancak, zorlukları aşabilmemiz ve dayanıklılığımız bize kendimizi
kabul etmemizi söylüyor. Onuncusu,
başkalarının kendilerini kabul için bize başvurmamalarıdır. Kendimizi kabul
etmek için bir diğer önemli gerekçe, başkalarının kendilerini kabul etmek için
bize sormamasıdır. Bu durumda kendimizi kabul için biz de başkalarına sormamalıyız.
Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz. On
birincisi, olumlu özelliklere sahip olmamızdır. Kendimizi kabul etmek
gerekir. Bunun için bir diğer önemli gerekçe, olumlu özelliklere sahip olmamızdır.
Çünkü insanlara yardımcı oluyoruz, hayvanları koruyoruz, çevreye karşı
duyarlıyız, hak-hukuk bilen bireyleriz ve insanları bilerek incitmeyiz. Tüm bu
gibi olumlu özellikler, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemizi gerektirir.
Kendi kendimize yardım aracılığı ile de kendimizi kabulü
artırabiliriz. Bunun için öncelikle,
kendimizi kabul edeceğimize yönelik kendimize söz vermek gerekir. Bu
doğrultuda kendimizi gözlemlememiz, kendimizi kabulün önündeki engelleri
görmemiz gerekir. İkincisi, geçmişte
yaşadığımız travmaları fark etmektir. Yaşadığımız travmalarının bizde ne
gibi olumsuz duygular ve düşünceler ürettiğini bulmalıyız. Bu olumsuz
düşüncelerin ve duyguların yerine hangi olumlu düşünceleri ve duyguları koymanız
gerektiğine karar vermeliyiz. Üçüncüsü,
kendi değer sistemimizi belirlemektir. İnsanların inançları, değerleri
onlar için yaşam pusulalarıdır. Değerlerimizi ve bu değerlere göre yaşamaya
yönelik nedenlerimizi belirlemek gerekir. Dördüncüsü,
kendimizle olumlu bir konuşma içerisinde olmaktır. Yetişkin benliğimizle,
kendimize gönderdiğimiz olumsuz mesajları düzeltmemiz gerekir. Kendi içimizdeki
çocuğumuzla, yeterince iyi olduğumuzla,
kendimizi sevdiğimizle vb. ilgili konuşmalar yapmalıyız. Beşincisi, affetmektir. Hatalarımız ve başarısızlıklarımız için
kendimizi affetmemiz gerekir. Eğer inançlı iseniz Yaratıcıdan da af dilemek
inancınızla uyumlu seçimlerde bulunduğunuz anlamına gelir. Hatalarımızdan
öğrenmek önemlidir, ama pişmanlıklarımız için kendimizi sürekli cezalandırmak bize
hiçbir zaman yardımcı olmaz. Altıncısı,
mükemmel olmadığımızı; ihtiyaçlarımızın sayısız ve yaşamımızı tehdit eden
faktörlerin ise sınırsız olduğunu kabul etmektir. Kimse mükemmel değildir
ve kimse mükemmel olamaz.
Din ve maneviyat açısından da kendini kabul konusu ele
alınabilir. Öncelikle, ilahi dinlere
göre insana verilen irade, beden, ilim, kudret birer emanettir. Bu
gerçeklik Ahzab Suresi 72. ayette:
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar onu
yüklenmekten çekindiler ve onun sorumluluğunu yerine getirememekten korktular.
Ne var ki, onu insan yüklendi. Bunca kabiliyet ve nimetlerle donatıldığı halde
yüklendiği emanetin hakkını veremeyen insan ne kadar zalim, ne kadar cahildir.” şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca, mülkün
sahibi de Allah’tır. Bu konuda Âl-i
İmran Suresi 26. ayette: “De
ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin.
Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil
edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”
şeklinde ifade edilmektedir. Bu noktada insanın bir emanetçi olduğu; mülkün
sahibinin ise, mülkünde istediği gibi tasarruf edeceği gerçeğini unutmamak
gerekir. İnsanın ölümlü olması, ölümle birlikte ona verilenlerin elinden
alınması Allah’ın mülkün sahibi ve insanın ise emanetçi olduğunun en önemli
kanıtıdır. Bu noktada kendini kabul de emanetçi olma ve mülkün sahibinin gerçek
anlamda kişinin kendisinin olmadığı gerçeğini unutmamak gerekir.
İkincisi, insanın
ihtiyaçlarının sayısız ve varlığını tehdit eden etkenlerin sonsuz olduğu
gerçeğini insanın kabul ederek yaşaması gerekmektedir. Aksi durum; gerçekçi olmayan
bir algı ile yaşamak zorunda olmak ve kaldıramayacağımız yükün altına girmek
demektir. Bu konuda Fatır Suresi 15. ayette: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye
muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye lâyık olan O’dur.” ve 44.
ayette: “Onlar yeryüzünde dolaşıp da
kendilerinden önce yaşamış toplumların akıbetlerinin nasıl olduğuna ibretle
bakmazlar mı? Oysa onlar, bunlardan daha güçlü kuvvetli idiler. Ama ne göklerde
ve ne de yerde Allah’ın elinden kaçıp kurtulabilecek hiçbir şey yoktur. Doğrusu
O, her şeyi hakkıyla bilen ve her şeye gücü yetendir.” şeklinde ifade
edilerek insanın bu iki özelliğine işaret edilmektedir.
Üçüncüsü; ilahi
dinlere göre, insanın acizliği ve zayıflığı ile yüzleşmesi cesaret kırıcı bir
durum değildir. Çünkü onların her arzusuna ve ihtiyacına yanıt verecek sonsuz ilim, kudret,
rahmet ve hikmet sahibi bir yaratıcıları vardır ve ona sığınmak gerekir. Bu
konuda Bakara Suresi 29. ayette: “Yeryüzünde
ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra semaya yönelip onları yedi kat gök
olarak tastamam tanzim eden O’dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” ve Enam
Suresi 59. ayette: “Gaybın anahtarları
Allah’ın yanındadır; başkası onları bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini
O bilir. O’nun bilgisi dışında dalından bir yaprak bile düşmez. O, yerin
karanlıkları içindeki bir tek dâneyi, yaş ve kuru ne varsa her şeyi bilir.
Bütün bunlar, gerçeği tüm netliği ile gösteren apaçık bir kitapta yer
almaktadır.” şeklinde ifade edilerek insanı güçlendirecek olan Allah’ın
ilmine ve kudretine işaret edilmektedir.
Dördüncüsü,
insanın kendi zayıflıklarını ve kusurlarını kabul etmesinde ona destek olacak
iki önemli hazine vardır. Bunlardan biri dua iken bir diğeri de tevekküldür. Bu konuda Bakara Suresi 186. ayette: “Resulüm! Kullarım sana beni sorarlarsa,
şüphesiz ben onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse
onlar da benim dâvetime uysunlar ve bana iman etsinler. Böyle yaparlarsa, en
doğru yolu bulmuş olurlar.” şeklinde ifade edilerek davranışsal, bilişsel
ve duygusal açıdan istemenin yani dua etmenin önemi üzerinde durulmaktadır.
Ayrıca Hud Suresi 56. ayette: “Şüphesiz
ki ben benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a güvenip dayandım.
Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki Allah, perçeminden tutmuş da onu
mutlak hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduruyor olmasın. Muhakkak ki, her
türlü hüküm ve tasarrufunda Rabbimin tuttuğu yol, dosdoğru ve mutlak âdil bir
yoldur.” şeklinde ifade edilerek bir amaca ulaşmak için gerekenleri
yaptıktan sonra Allah’a güvenerek yaşamanın insana huzur ve rahatlık vereceğine
işaret edilmektedir.
Sonuç olarak
insan fani bir varlıktır. İnsanın en önemli amacı, varlığını devam ettirmektir. İnsan, varlığını devam
ettirirken kendi acizliği ve zayıflığı ile yüzleşir. Bu yüzleşme, insanın kendisini ontolojik gerçekliği ile kabul etmesi
gerektiğini gösterir. Bu noktada kendimizi kusurlarımızla ve hatalarımızla,
olumlu özelliklerimizle kabul edip şükretmemiz gerekir. Kendini kabul etmek doğum ve ölüm arasındaki mutluluk için gerekli
olduğu gibi sonsuz mutluluk için de gereklidir. Kenedimizi gerçekçi bir
şekilde kabul yolculuğunda hepimize başarılar dilerim.