Orta Çağlar Türk Tarihi nasıl okunmalıdır?
Orta Çağlar, Türklerin, Dünya Tarihi’ne damga vurduğu devirlerdendir. Orta Çağlar kronolojik olarak, başlangıcında Hunlar ve nihayetinde Osmanlılar yani Türkler olan bir zaman sürecidir. Buna karşın Orta Çağ kavramı kendi içinde tarihin taksimi ve tasnifi açısından bazı meseleleri ve tartışmaları beraberinde getirmektedir; bu cümleden tarih okumalarımızı yaparken tarihin neye göre tarif ya da taksim edileceği meselesi muhtelif tartışmalara yol açmaktadır. Orta Çağ’ın Batı Avrupa merkezli olarak icadı yahut modernitenin bir ürünü kavram olmanın ötesinde insanlığın yaşadığı belli bir zihniyet ve hayat devresine tekabülü noktasında muhtelif saiklerden yola çıkılarak bir tasnifi mümkündür. Bu yolda ortaya konulan başlıklar gerçeğin bir yanına dokunmakla birlikte üç ana başlıkta toplanabilir: Bunlar kronolojik, coğrafi ve tahlili yahut mahiyet merkezli olarak tarihe bakış olarak hulasa edilebilir.
Orta Çağ nedir o halde? Bir kronolojik takvim süreci mi,
coğrafi bir alanda yaşananlar mı, yoksa belirli bir muhtevanın/mananın temadi
ettiği/dolaştığı bir devre mi? Aslında hepsi demek yanlış olmayacaktır. Lakin
bunları makul bir bütünlük içerisinde görebilmemiz bu süreci açıklamak
noktasında önemlidir. Peki, Türkler’in tarihi bu süreçte nasıl okunmalıdır? Bu
ana başlıklar çerçevesinde baktığımızda Orta Çağlar’da Türkler’in tarihi nasıl
ele alınmalıdır ki bütünü görmemizi sağlayacak bir çerçevemiz olsun.
Orta Çağlar soyut bir kronoloji midir? Klasik tasnif ile 375
yılı ya da Kavimler Göçü ile başlayan ve Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te
İstanbul’u fethi ile biten bir süreç midir? Neyle neyin ortasıdır? Zihniyet,
kültür ve medeniyet birden başlar ve biter mi? Her halükarda kronolojik olarak
ölçtüğümüz bu zaman diliminin bir zaman ruhu ve var edici ana dinamikleri yok
mudur? Bu unsurlar insanı, toplumu, devleti ve şehri yani medeniyeti ve hayatı
nasıl belirler? Aslında bunları tespit edebildiğimizde bu zaman diliminin
karakter ve ruhunu da anlamaya başlarız. İşte Türkler’in Orta Çağ’ını anlamaya
çalışırken öncelikle bu hususu düşünmemiz gerekiyor. Peki, Orta Çağ’ı var eden,
dinamikleri oluşturan ana unsurlar ne idi? Buna doğrudan cevabımız temel iki
unsur din ve toprak olacaktır. İşte
coğrafya ve mahiyetin içeriğini oluşturacak ana çerçeveyi böylece tespit etmiş
oluyoruz. Doğu-Batı eksenli bir tarih okuması yapıldığında insanların hayatının
esas olarak bu ikisi ile başat olarak şekillendiği görülecektir. Medeniyet
esaslarını bu iki unsura dayayacaktır. Türkler’in İslam’a girip ıkta düzenli devletler kurması bu
bakımdan zamanın ruhu ile geliştirdikleri medeniyetin insicamı açısından hemen
başta zikredilmesi gereken meselelerdendir. Dolayısıyla Orta Çağ elbette
kronoloji içinde makuliyetini bulan, tanzim edilen lakin bir zihniyet ile
belirgin hâle gelen bir olgudur. Batı Avrupa merkezli isimlendirmeler ve
tarifler ise bizi tartışmalara ittiği gibi tarihimizin hakikatini anlamak
konusundan da kadük bırakmaktadır. Aslında bahsettiğimiz ortanın başlangıcını
batıdan değil de doğudan başlatırsak Hunlardan bu tarafa gelen süreç içinde
kendi ortamızı bulmamız kabildir! Her halükarda tarih, insanı zaman ve mekânda
illiyetleri ile bize tanıtıyorsa yatay ya da dikey tüm okumalarımız bize bir
kronoloji, takvim gösterecek ki konuşulan mesele makul bir yerde kendisini
göstersin.
Buradan ikinci husus olan mekâna yani coğrafi taksime
geçebiliriz. Tarihi anlama ve açıklama da coğrafyanın etkisi kaçınılmaz bir yer
ve önemde durur. Bu bakımdan tarihçiler zaman zaman tarihi devirler içinde
coğrafi taksimler ile ilgilendikleri devreyi açıklamaya gayret ederler. İşte
Türk tarihinin bu devrede taksimi konusunda bizim sahalara dayalı olarak bir
coğrafi taksim teklifimiz vardır. Orta Çağ
Türk Tarihi Ana Kaynakları adı ile editörü ve bölüm yazarı olduğumuz eser
de bu taksim üzere oluşturulmuş idi. Buna göre içinde muhtelif devletler ve
devirleri ile Türk tarihinin yer alacağı tasnifte; 1-Orta
Asya(Türkistan)-İran-Anadolu Sahası, 2-Irak-Suriye-Mısır Sahası, 3-Hindistan
Sahası. Bu sahalar yatay olarak coğrafi noktada Türk tarihinin alanını
gösterirken her sahanın altında muhtelif devirler yer almaktadır. Misalen
Anadolu sahasında fetih sonrası Doğu Anadolu Türk Beylikleri, Türkiye
Selçukluları Devleti, Batı Anadolu Türk Beylikleri, Osmanlı Devleti nihayet
Türkiye Cumhuriyeti bir dikey sıralama mümkündür. Bunun öncesinde Türklerin
Anadolu ile alakaları bu taksiminin başlangıcında yerini alacaktır. Her
halükarda din ve toprağın hükmünü sürdüğü bir çağda Türkler bu coğrafyalara
yayılan bir siyasi, sosyal, ekonomik hayatın sahibi olarak tasnif
edilebilirler. Böylece zaman içinde konumlandırdığımız Türkleri mekânda da bir
yere koymuş oluyoruz. Şimdi bu ikisi içerisinde tahlili olan yani
illiyetleri/sebep-sonuç arasındaki teşekkülleri göreceğimiz yere geliyoruz.
Aslında burası Türkler’in siyasetten, iktisada, bilimden sanata pek çok alanda
gerçekleştirdiklerinin anlamak ve tespit alanı olarak görülebilir.
Nihayet tahlilî tarih taksimine yahut tasnifine gelecek
olursak, burada bizim medeniyet merkezli tarih okuması olarak adlandırdığımız
çerçeveden yukarıda dinamikleri ve coğrafyası tespit edilen bir zaman diliminde
Türk Tarihini toplum, devlet ve şehir
çerçevesinde oluşan medeniyet formu içerisinde okuyarak bahsedilen coğrafi
alandaki siyasi çerçevelerin Orta Çağlar’daki muhteva ve yapı tetkiki
yapılabilecektir. Tüm bunlardan birisini tercih etmek yerine bütüne bizi
taşıyacak katmanları tespit ile tarihimize bakmak umumi çerçeveyi tespit etmek
anlamak ve açıklamayı mümkün kılacaktır. Bu okuma sırasında eğitim, bilim,
iktisat, siyaset, sosyal hayat gibi muhtelif alanların okumasını ve bu
çerçevelerde tarihin değişik yönlerinin incelenmesi mümkündür. Burada elbette
ve illaki disiplinler arası bakış ile tarihimizi incelememiz gereği aşikârdır.
Toplum incelenirken psikoloji, antropoloji, arkeoloji, sosyoloji gibi bilimler,
felsefe, sanat tarihi, dil bilimi gibi alanlar hayatın her alanında devlet ve
şehri oluşturan temelleri anlamamızı sağlayacak sair bilim dallarının katkısıyla
tarihimize bakmak idrakimizi zenginleştirecektir. Buna ilave ederek dünyanın
sair yerlerinde yaşanan dönemlerle ile karşılaştırmalı çalışmalar ile kendi
tarihimizi dünya tarihi ile birlikte anlama ve açıklama imkânı da bu mukayeseli
tarih çalışmaları ile mümkün olacaktır. Örneğin toprağın hâkim olduğu bir çağda
feodal düzen ve ıkta sisteminin ortaya çıkaran müşterek ile bunları birbirinden
ayıran kültür ve medeniyet çerçevesinin değerlendirmek gibi. Türkler’in
Müslüman ya da Vikinglerin Hıristiyan oluşları ile Türkmen ve Norman gibi
kavramları birlikte düşünmek bu yolda misaller olabilir. Bütün bu çerçeveler
bizim tarih kavrayışımızın vukufu ve genişliği ile alakalı olarak gelişecek
keyfiyetlerdir.
Edebiyat Fakültelerinin bu çerçevede oluşturulmuş kurumlar
olduğuna da yahut böyle görülmesi gereğine de burada bilvesile dikkat çekmek
isteriz. Türk Tarih Kurumu da tarihimizi inceleyen en üst düzeydeki kurumlardan
olarak bu manada tarihimizi değerlendiren ve ele alan yaklaşımlar etrafında
Umumi Türk Tarihi anlayışları ile hareket etmeli ve araştırmalara yön
vermelidir.
Burada, yukarıda biraz temas ettiğimiz üzere, çağı orta kılan şeyin Avrupa merkezli değil
Türkistan merkezli bir bakış ile anlaşıldığını yahut anlaşılması gerektiğini de
ifade etmek isteriz. Türklerin Türkistan’da İslam öncesi hayatları ve tarihleri
ile modern devirleri arasındaki bu devre bu manada sürecin ortasında
görülebilir. Türkistanlılık olarak adlandırdığımız yaklaşım içerisinde tarihi
tasnif anlayışımız da bu yönde gelişmektedir. Medeniyet merkezli tarih
okumasında Türklerin İslamiyeti kabulü ve yerleşik/merkezi devletlere dayalı
hayatlarının din ve toprak merkezinde gelişen sürecindeki gelişmelere bu
zaviyeden bakabiliriz.
Bir kısa yazıda büyük bir meseleyi hallettik iddiasında
değiliz. Lakin girişin girişi olacak bu yazı ile tarihi taksim ve tasnif
başlıklarını bir bütün bakış içerisinde ortaya koyarak din ve toprağın damga
vurduğu bir zaman diliminde muhtelif coğrafyalara yayılan Türk tarihini bir
medeniyet merkezli ve muhtevalı okumaya tabi tutarak anlamaya çalışmanın da
naçizane tecrübemiz ile yanlış bir yol olmadığını düşünüyoruz. Türkler’in
tarihi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Afrika içlerinden Sibirya’ya kadar yayılan
geniş bir coğrafyanın tarihidir. Bizim Orta Çağ olarak belirlenen devre özelindeki
yaklaşımımız daha eski devirler ve sonraki çağlar için yapıldığı takdirde
tarihimizi daha makul dinamikler, coğrafi gerçekler ve tabi ki medeniyet
muhtevası içinde doğru ve yanlışı ile okumamız mümkün olabilecektir. Böylece bu
büyük tarihi kronolojisi, coğrafyası ve mahiyeti ile tanımamız, anlamamız ve
açıklamamız mümkün olabilecektir. Zaman ve mekânda insanı anlamaya çalışan tarih biligi bir bilim haline böylece
gelecektir. Medeniyetin gerçekleşmesi ve bu merkezde bir okumanın bu manada bir
bütüncül bakışla mümkün olacağı kanaatindeyiz.
Vesselam.