05 Mart 2018

Oswald Spengler ve teknik 1

Bu yazıda Oswald Spengler'in Almancada Der Mensch und die Technik (1931), İngilizcede Man and Technics adıyla yayınlanan metnin Türkçesini (İnsan ve Teknik-1973, çeviri: Kâmil Turan) iki bölüme ayırarak özetlemeye çalışacağım.

Birinci Bölüm:

Teknik problemi ilk defa 19.yy.'da ele alınmıştır. Napolyon'dan sonra Batı Avrupa'da makine tekniği dev ölçülere ulaştı ve demiryolları, buharlı gemiler, endüstri kentleriyle insanı kuşattı. Tekniğin kökeni oldukça eskidir. Tabiatta her varlık teknik kullanır. Bu anlamıyla teknik aslında hayatın taktiğidir. Hiçbir alet kullanmadan hedefe ulaşmayı sağlayan sayısız teknik vardır. Teknik sadece aletle izah edilemez. Örneğin aslan, üstünlüğünü ceylana kabul ettirirken teknik kullanmaktadır. Metotlar, diplomasi, ressamın fırça darbeleri de ‘teknik'tir. Her gaye bir sonuç demektir. Gençlik ihtiyarlığı, gelişme yaşlılığı, hayat ölümü ihtiva eder. Her eser göçmeye, her düşünce, her icat, her hareket unutulmaya mahkûmdur. Tarih, yükseliş ve düşüşten ibarettir. Ölümsüzlük kazanmak konusundaki boş lakırdıların değeri yoktur. Zira her tarafta ölü kültürlerin gözden düşmüş harabeleri çevremizi doldurmaktadır. Kader bizi belirli bir duruma ve hareket tarzına bağlıyor. “Yalın insan” tipi yoktur; doğuştan şahsî bir kalıba dökülmüş, bir devrin, bir ırkın insanları vardır. İnsanlar tarihe belirli bir yüzyılda, belirli bir ülkede ve belirli bir milletin mensubu olarak girer.

Ot yiyiciler koku alma ve işitme duyuları ile yaşarlar. Yırtıcılar ise gözleriyle panoramik bir dünyayı gözetlerler. Ot yiyicinin kaderi, av olmaktır. Yırtıcıların hayatı ise öldürmekten ibarettir. Buna göre iki ahlâk vardır: Ot yiyicilerin ahlâkı sürüleşmektir. Et yiyicilerin ahlâkı ise hükümranlık hakkıdır. Mülkiyetin kaynağı da yırtıcı ahlâktır. Dünyanın kendisi de bir avdır. İnsanî kültürlerden bazıları bu gerçekten ilham alır. İnsan başkalarına ne kadar az muhtaçsa o kadar kuvvetli olur. Bir aslan ruhunun karşıtı inek ruhudur. Ot yiyicilerle yırtıcılar arasındaki fark da buradadır: Biri tehdit eder, saldırır; diğeri, eğitilir, büzülür, sürüleşir, korkaklaşır.

İnsanın hayat taktiği muhteşem, cesur, kurnaz, zalim bir yırtıcı hayvanınkini andırmaktadır. O da saldırarak, mahvederek yaşar. Fakat hayvanların tekniği soydan gelen bir tekniktir. O ne icat edilmiştir ne taklit edilebilir ne de geliştirilmeye elverişlidir. Örneğin arılar, karıncalar hayret edilecek binalar inşa eder. Karıncalar tarımı, yol inşaatını, köleleştirmeyi, harbin sevk ve idaresi sanatlarını bilirler. Küçüklerin eğitimi, planlı göç gibi işler karıncaların meşgalelerindendir. İnsanların yapmayı başardığı her şeyi, hayvan kolonileri başarmaktadır. Ancak bunların beşerî teknikle ilgisi yoktur. Soydan gelen teknikler sabittir. Hâlbuki insan soyunun tekniğinin özelliği, insan hayatından bağımsız ve soy baskısından kendini kurtarmış olmasıdır. İnsan varlığında teknik bilinçli, keyfî, değişken, icada dayalı, geliştirilebilir, öğrenilebilir ve düşünceye dayalı bir özellik taşır. Bu varlığa çıkarma taktiği ile vücuda gelen şeye “kültür” diyoruz.

İnsan, yırtıcı hayvanların dünyayı süzen gözüne sahip olmanın dışında bir de “el”e sahiptir. “El”, dünyada misali olmayan bir silahtır. Onunla diğer yaratıkların pençe, gaga, boynuz, diş gibi uzantıları mukayese edilebilir. El, yalnızca sıcak, soğuk, sert, yumuşağı değil bütün bunların üstünde ağırlığı, şekli ve dirençler arasındaki ilişkileri de algılayabilir. El, mekân içinde eşyaları da belirlemektedir. El bir evrimle meydana gelmiş değildir. El, muhtemel ki âletle birlikte yaratılmıştır. Elin şeklinden âlet şekil bulmuştur. Her iki unsuru, tarih sırasına göre birbirinden ayırmak imkânsızdır. El, silahtır; silahsız bir elin kendisine faydası olmaz. Âlet, el ile birlikte ortaya çıkmıştır. Tarih sırasına göre ayrılan hususlar âletin yapılması ve kullanılması değil teknik seyrin unsurlarıdır. Örneğin yay yapmak tekniği ile okçuluk tekniği birbirinden ayrıdır. Gemi yapma tekniği ile yelken açma farklıdır. İnsandan başka hiçbir yırtıcı hayvan silahını seçmemektedir. Bu sayede insan mahlûklara ve tabiata karşı yürüttüğü kavgada mükemmel üstünlüğe sahiptir. İnsan bu üstünlüğü sayesinde insan olmuş ve hayvanlardakine benzer “soy baskısı”ndan kendini korumuştur. Bu seçme özgürlüğüdür. Herkes şahsi maharet ve aklına göre kendi silahını imal etmektedir. Önemli olan, insanın, büyük yırtıcı hayvanların içe işleyen, muhasara eden, hapseden, gözetleyen bakış (panoptikon), yani “göz düşüncesi” yanında böyle bir “el düşüncesi”ne de sahip kılınmış olmasıdır. “Göz”, sebep ve etkiyi müşahede ederken, “el” de gaye ve çareleri kendi fonksiyonları içinde çalışmaktadır. Yöneten, yakalayan, hâkim olan “el”, bir azmin ifadesi ve sembolüdür. Kendine ait olan elini, silahı ve düşüncesi olarak kavrayan, bununla teçhiz edilen insan, yeryüzüne icatçı bir tasavvur ve aksiyon bolluğu yaymıştır. Bununla varlığının kısa tarihini “Dünya Tarihi” kılmıştır. İnsanın dışında kalan tabiatın bütün varlığı, bu nedenle insanın hizmetinde malzeme olarak kullanılmaktadır. Düşünen elin uğraşısına hareket adı vermekteyiz. Yapmak fiili sadece insanla beraber ortaya çıkmıştır. Bunun kanıtı da “ateş”tir. Yalnız insan, ateşi parlatma yolunu anlamıştır.

Birinci Bölüme Not: Spengler'in kitabının I. bölümündeki görüşleri İbn Haldun'un fikirlerine yakın bir perspektif sunar. Spengler de toplumların canlılar gibi doğup, gelişip, yaşlanıp, öldüklerini ileri sürüyor. Ayrıca toplumların tabiatını av-avcı karşıtlığı içinde kavrayarak bunu “kader” olarak kabul eder. Otçul hayvanlar evcilleştirilir, der. İbn Haldun da bedevîlerin mülk için savaştıklarını, hadarî toplumların cesaretlerini kaybettiklerini yazmıştır. Aşil, uzun bir hayat ile kısa ama şan ve zafer dolu hayat arasında kaldığında ikincisini seçer. Spengler, bu mitolojik hikâyeyi anlatarak Batı toplumunun iktidar arzusunun merhamet ve mekân tanımayan amansız kavgasının onu ölüme taşımasından korkmamasını ima eder. Spengler, “uygarlıklar doğar, büyür, yaşlanır, çöker” diyor. Türkler ve atları, Nuh'un misakından beri yaşıyor.