17 Haziran 2019

Oyları kim çalmış?

Oyları kimin çaldığını soruyorlar? Arsızlık karşısında yaşanan şaşkınlıkla bir an duraksıyorsunuz değil mi? Duraksamayın! Siz de Anket firmaları ve ellerindeki istatistik programları bile farkın %2'nin altına indiği durumlarda sonucu hesaplamanın ve kimin kazanacağını tahmin etmenin mümkün olmadığını belirtirken, Kemal Kılıçdaroğlu'na seçimlerden yaklaşık bir ay önce “Ankara ve İstanbul'u aldık, o iş bitti” dedirten öz güvenin kaynağının ne olduğunu sorun. Henüz seçim bile olmamışken “biten iş” neydi; hiç merak etmiyor musunuz? Dahası CHP Grup başkan vekili Engin Altay'ın 27 Şubat 2019'da “10 Mart'ta herkes İstanbul'u CHP'nin aldığını tayin ve tespit edip kabullenecek” demesinin ne anlama geldiğini açıklamaya dâvet edin! 10 Mart'ın aslında ilçe seçim kurullarının garip şekilde 20 bin kamu görevlisi olmayan kişiyi üye olarak sandık kurullarına tayin ve tespitinin onaylandığı tarih olduğunu da hatırlatın onlara! Seçimler yapıldıktan sonra oyların yeniden sayılmasına, niçin Ekrem İmamoğlu'nun boncuk boncuk terleyerek,  “beyinler bulanır, gözler, kalpler inanmaz, vicdanlar sorgular,  dünya ayıplar” gibi tuhaf ve abes gerekçelerle karşı çıktığını da sorun! Bu ifadeleri ancak oylar yeniden sayıldığında sonuçların aynı şekilde çıkmayacağını çok iyi bilen birisi söyleyebilir. Yoksa herkes bilir ki herhangi bir sayımı tekrarlayarak sağlamasını yapmak beyinleri bulandırmaz; bilâkis zihinlerdeki bulanıklığı giderir, vicdanlardaki tereddütleri izale eder ve neticeden herkesin emin olmasını sağlar. Böyle iken neden kimse herkesin bildiği yalın bir gerçekle vahim ölçüde çelişen ifadelerin serdedilmesinin ne anlama geldiğini sormadı, sorgulamadı? Üstelik bu sözlerin sahibi  canlı yayınlarda milyonların gözlerinin içine baka baka oyların yeniden sayılmasına kendilerinin itiraz etmediğini iddia edebilirken! Sizce de ilginç değil mi?

Bakın bir bankadaki hesapları irili ufaklı ölçeklerle tırtıklayan, boşaltan organize bir yolsuzluk tespit ediliyor.  Sonra bu tırtıklanan paraların tümünün hep aynı adamın hesabına transfer edildiği görülüyor. Hesabı boşaltılanların şikâyeti üzerine çalıntı paralar blôke ediliyor ve hesabına yatırıldığı kişiye yöneliniyor. Söz konusu kişi önce bize o paraların anasının sütü gibi helâl olduğunu, alın teriyle kazandığını, iddianın komplo olduğunu filan söylüyor. Kendisine dökümler, para hareketlerindeki kaydırmalar, aktarımlar, mağdurların hesaplarındaki eksiltmelerle bunların kendi hesabına aktarılışı ve edindiği haksız artışlar gösteriliyor. Peki bu durumda çalınan paralarla haksız kazanç sağlayan kişi kamuoyuna ne diyor? Şöyle şeyler; her zaman olabilecek hatalar! Ne demek istiyorsunuz? Kim çalmış? Kimi suçluyorsunuz? Bizimle ne alâkası var? “Bak savcılık iddianamesinde nitelikli zimmet, irtikap falan diyor nerede çalma” gibi bir yığın abesten teşkil cırtlak bir potpori... Türkiye, 31 Mart İstanbul seçimlerinde tespit edilen kanunsuzluklar ve bu tespitleri alanda teyit eden binlerce örnek manipülatif müdahale ve ifsat teşebbüsü nedeniyle seçimin yenilenmesi kararı aldığından şu yana bu potporiyi dinliyor.  

Hak ve hakikat kâh kılıç gibidir kâh balyoz! Mugâlata ve demogojiye gömülü “saçma” ise lâstik gibi kıvrak, sıvı gibi akışkandır. Gerçeğin keskin teşhirinden ve parçalayıcı tespitinden ancak böyle korunabilirler. Fakat sağlam bir mantığın ve usûl bilgisinin ayazında mugâlata çözünür; “saçma” ile yalan, kılıcın ve balyozun önünde hem kaskatı hem buz kesilmiş sefil birer ava dönüşür. Ama maalesef ben demogojiye gömülmüş “abes, saçma ve muhâl” karşısında Ak Parti'li siyasetçiler kadar çâresiz kalan kimse görmedim. Tek bir cümle ile yok edilecek ve sahibini istihzanın nesnesi hâline getirecek nice hezeyanla yıllarca itişe kakışa yaşamak zorunda kalıyorlar. Gerçekten  içler acısı bir çaresizlik ve metafor yoksunluğu...

Düşünsenize bir adama arabanın sol ön lâstiği patlak diyorsun, muzip bir külyutmazlıkla gülüyor ve “aynı arabanın altındaki dört lâstiğin üçü sağlam biri patlak öyle mi; yersen” diyor.  Bu sığırın dört ayağından biri kangren, kesilmeli diyorsun fakat  bu sefer “aynı sığırın üç ayağı sağlam biri kangren olmuş öyle mi” demiyor da, tedirginlik ve korkuyla büyümüş gözlerle sana bakıyor. Endişelenme diyorsun; biliyorsun senin iki ayağın var...