23 Kasım 2020

Öz felsefesi ya da Türk Kültürü bir felsefî zemine sahip midir?

Orhun Abideleri'nde, “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir.”, “İkisi arasında pek teşkilâtsız Göktürk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine bilgili imiş tabiî, cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş”, denir. Bu cümleleri bir kahramanlık ifadesi olarak okumak adet olagelen bakış açısı iken bu ifadelere bir de felsefî bir metin olarak değerlendirerek ve metne Türk kültür çerçevesinde yapılacak bir felsefe ve siyaset felsefesi malzemesi olarak bakarak, düşünmeyi hiç denedik mi?

Medeniyet bir kültür ve mantık bütünlüğü ise mazinin manaları bugün bize gelecek olacaksa bunun bir felsefe ile zeminini bulması elzemdir. Nazariyesizlik, kendinden referanssızlık, yol-yordam ve yöntem yokluğumuz, iktisadi felaketlerimiz kadar ki, onu da içerir, belimizi bükmeye devam ediyor. Felsefe varlığı, bilgiyi ve ahlakı okumanın yöntemli yolu ise ontoloji/varlık, epistemoloji/bilgi ve aksiyoloji/ahlak/etik açısından bu metni okuduğumuzda felsefenin bu çerçeveleri içerisinde içeriğinde bir umumiyet ve kudret görüyor muyuz? Bozkırın ortasındaki bengü taşları, bengü yanı kalıcı/ebedi kılan mahiyet nedir yahut böyle bir mahiyet var mıdır? İşte medeniyete ve kültüre dair öz ararken tarihi olan yani bir döneme dair o kültürün şeklini oluşturan, bir tarz ve usul ile zaman ve mekânda görünen ile onu kuran “öz”e dair olanı tefrik ve temyiz ameliyesinde bu felsefi-kültürel bakış yerinde olmaz mı? Bir atölye olarak Orhun Abideleri'ndeki bu kısma baktığımızda gördüğümüz bize bu konuda yol açıcı olabilir yahut bu sözleri belli bir dönemin kültür tezahürü ve anlayışı olarak görmemizi ve umumileştirmenin faydalı olamayacağını düşündürebilir.

Felsefe tarihin önemli filozofu ve modernitenin önemsediği Platon, bu manada varlığa, insana ve onun siyasi yapısına baktığında; en iyi, en bilgili ve en erdemlilerin en üst tabakada bulunmasını önemseyen bir devlet fikrini doğru bulur. Platon için erdemler; bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalettir. Bilgelik yöneticide, cesaret koruyucularda, ölçülülük ve adalet de herkeste bulunması gereken erdemlerdir. Platon'a için “erdem” iyiyi elde etme gücüdür.  Yine aynı şekilde Aristoteles'e göre, cesaret, ölçülü olma, cömertlik, adalet, şeref duygusu, ağırbaşlılık ahlaki erdemler kazanabilmek alışkanlık ve doğru düşünce ile söz konusu olacaktır. Görüleceği üzere, Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine bilgili imiş tabiî, cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş ve Bunca milleti hep düzene soktum ifadelerindeki bilgili kağan bilgeliğe, cesur kağan cesarete doğru imiş tabiri ölçülülüğe işaret ederek Türk bengü taşlarının mahiyetinde insanlığın umumi değerleri ve felsefesini taşımakla zamanının ötesinde bir varlık kaynağından beslendiği yani ontolojisinin derinliğine, bilgi olarak ise genel geçer bir aklı bize yansıttığı, nihayet ahlak olarak da insanın kendi var ettiği zeminde insanlığa Türkçe sözler ile Türk kimliği üzerinden verdiği “evrensel” tabiatı göstererek göçebe hayat kuran sözde ibtidailerin sanıldığı gibi zeminsiz ve akılsız olmadıkları, cihan devleti kurmanın da tesadüfü bir şey olamayacağı, kültür ve medeniyetin avm kurmaktan daha fazla bir şey olduğunu bize anlatmaz mı? Türkçe bilim dili olamaz diyen sözleri hatırlayınca Orhun abidelerindeki güç ve mahiyet yabancılaşmış bir aklın kendinden koparak el kapılarında beynelmileliyet arayıp kozmopolitleşmenin vardığı zavallı derekeyi de hatırlatır mahiyette değil midir? Hülasa varlık(bilgelik, cesurluk), bilgi(düzene sokmuş, töreyi düzenlemiş, bilgili kağa, cesur kağan, buyuruku bilgili imiş vs.) ve ahlaki (doğru imiş) gibi bir okuma metindeki felsefî zemini görmek için kâfidir, diye düşünüyoruz.   

* * * * *

Türk kültürünün diğer bir namütenahilik kaynağı Kutadgu Bilig'dir. Bu metinde de bir Türk felsefesi zemini oluşturacak mahiyet var mıdır?, sorusu mevzu bahis düşünce meyanında akla gelivermektedir. Yusuf Has Hacib; Hayatı sermaye yap, bunun faizi iyiliktir(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 28.), Doğruluk bir sermayedir ve bütün iyilikler bu sermayenin kârıdır; bu kâr ile insan ebedi tadı bulmuştur(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 204). Faiz kavramına hiç böyle bakmış mıydık? Sermaye kavramını böyle düşündük mü? İşte modern/kapitalist/seküler dünyaya bir antitez olarak mazinin “özü”. Kâr kavramı ile ebediyeti örtüştüren bu akla ve düşünce yapısına ne kadar aşinayız? Sanki asırlar öncesinden bir el bugünümüze el uzatır gibi değil midir? Emek kavramını da bu meyanda değer kılan Kutadgu Bilig zaviyesinden hayata bakıp sorguladığımızda manasızlaşan kavramlarımız mefhumlarını hatırlamaya başlar gibi olacaklardır. Bahsettiğimiz felsefe ile öze bakmak ve tarihi olan şekil ile özü ayırt etmek yolundaki teklifimize diğer bir örnekle teşekkül etmiyor mu? İlla, önemlerini asla yadsımadan, Seneca yahut Platon diyaloğunu esas mı almak bizi felsefesi düşünür hale getirir? Felsefe Yunan, Marx yahut Nietzsche midir? Muayyen bakış açıları yöntemini kullanarak bakış açısı getirdikleri o şeyin bizzat kendisi, evrenseli, esası mıdır? Felsefe bir yöntemse onun içindeki nazariyeler kimi hakikate dokunan kimi ise yabancılaştıran mahiyette renkler kuşağı değil midir?

Kutadgu Bilig müellifi ile devam edecek olursak; Bu iyi davranış bütün iyilikler için bir sermayedir; hareketi iyi olursa, insan bin türlü sevince kavuşur(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 100). İşte düşünce ve eylemi birleştiren bütüncül bir mantık ile bakan bir kültür zemini. Kendilik burada var olan/dayatılan zevzekliğin manasızlığını sezmeye başlıyor. Uyarır Kutadgu Bilig: Hayatı boşuna geçirme, iyilik yap; geçip-gidenlerden ibret al(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 105). Eser kendi kültür/medeniyet dairesi içerisinde insanı dizginler; iyilik burada hem insanlık kavramı olarak dışı hem de bir metafizik ilke olarak içi düzenler. Bunu da şöyle izah eder: Sen her iki dünyayı arzu ediyorsan, bunun çaresi -iyilik yapmaktır. Eğer kendin iyilik bulmak istiyorsan, yürü, iyilik et; başka söze ne hacet. İnsan ebedi değildir, ebedi olan- onun adıdır; iyi kimselerin adı bunun için ebedi kalmıştır(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 27). Her iki dünyada insanlara faydalı olan şey, iyilik yapmaktır. İkincisi- haya, üçüncüsü- doğruluktur; insan bu üç şey ile saadet güneşine erer(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 128). Hülasa modern zaman öncesi bir çağdan geleceğimize aklımıza konuşan bir felsefe/hikmet/irfan.  

Kutadgu Bilig iyilik kavramını izah ederken fert ile toplum arasında organik bir bağ kuran bir tarif ile geçişkenliği kurmaktadır. İyinin hem tarihi hem de felsefi bütünlüğü enfes bir tarifte ortaya çıkar:  İyinin vasfı faydalı olmaktır; onun halka çok faydaları dokunur. O bütün halka hep iyilik eder, fakat yaptığını insanın başına kakmaz. Kendi istifadesini düşünmez, başkasına fayda temin eder ve buna mukabil, bir karşılık beklemez. Başkasının zararını isteme, kendin de zarar verme; hep iyilik yap, kendi hava ve hevesine hakim ol(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s.72, 104). Eskimeyen yeni tanımlamasına her halde sunulan bakış açısı kadar layık olan az tarif vardır. İyi, fayda, halk, insan kavramları dışa dönük bir iyilik ve fayda yaklaşımı ile bencillikten kokuşan bir zamana zaman üstü yerinden bakmaya devam ediyor. Yorulan düşüncemiz, yavanlaşan bilincimiz ve soğuyan kültürümüze buradaki tertip kadar faydalı çok az yaklaşım olduğunu düşünüyoruz. Zira tüm söylenenler bugünün ileri dünyasında enayilik olarak değerlendiriliyor! İyilik ontolojisi, epistemolojisi ve aksiyolojisi hülasa felsefi bütünlüğü ile bize konuşmuyor mu? Hayat bahsedilen bütünlük manalı bir kültür içerisinde insan ve tasavvurlarını inşa ettiği yerde mahsus bir tarzı olan medeniyet çevresinden söz etmeye başlamak mümkün olacaktır. Bu bakımdan tarihi şekiller içinde meknuz/saklı özü bu yöntem ile tefrik yani fark etmek yanlış mı olur?

Bu yazıda, Orhun Abideleri'nde ve Kutadgu Bilig örneğinde, siyaset ve toplum üzerinden insan merkezli olarak göstermeye çalıştığımız “öz”ün, tarihi/devri/şekli olanın içinden felsefi yöntem ile teşhis edilebileceğini göstermenin bir denemesi olarak sunulmuştur. Her halükarda kültürümüz romantizmin ötesinde, coşku kaynağı olmanın fevkinde bir makuliyet zemini olarak kaynaklarımızda bir öz taşımaya devam ediyor. Türkülerimizden, mutfağımıza tüm hayat ve metinlerimiz tarihi olanın folklorik taklitçisi olmanın ötesinde bir hayatı kurmanın esasını müteaddid tecrübe ile anlatırken yabancılaşmış, özgün yöntem ve nazariyelerden mahrum akılların bunu görememesi, eğitim sistemimizin saklı madeni canlandıracak esastan uzakta kalması yahut olanın tatbikine mani hallerin söz konuluğu ile millet hayatı milli/insani mecraında akmamaya devam ediyor. Politikanın taaffün etmiş ve tedenni içindeki mantığı ise böyle işlere akıl erdirecek yerden çok uzaklarda aylaklığa devam ediyor. Kültürümüzün zemini bir Türk felsefesi ile millete ve insanlığa söyleyecek ne çok sözü olduğunu Yunus Emre gibi pek çok şahsiyetle de ortaya koymuşken hala yolda olamamak ne hazindir.  

Vesselam.