Özgürlüğün mefhumundaki ahlak talebi?
Güç, modern zamanın büyük putu oldu. Merkezine yerleşmediği ve yozlaştırmadığı çok az şey bırakan bu kavram özgürlük meselesinin de odağına yerleşmiş gözüküyor. Özgürlük TDK sözlüğünde “Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu” olarak tarif ediliyor. Bu tanım bireyi merkeze alan ve aslında dış etki ile kendilik çelişkisine dayalı bir yaklaşım olarak görülüyor. Belki de özgürlükle alakalı her şeyi bir manada biraz kadük, biraz madun bırakan da olaya sadece bunu kerteriz kabul ederek bakmak oluyor. İşte burada gücün varsa düşüncene ve iradene göre hareket edersin sonucu çıkmıyor mu? Bağımsız olmak için güçlü olmak yahut gücüyle engelleri yıkmak bir manada özgürlüğü zincirlemek olmuyor mu? Bu sebeple modern zamanlardaki özgürlük çağrıları aslında güçsüzlerin zımmî güç talebi gibi oluyor. Tüm yıkımlar da bu talebin masumiyeti altında meşruiyet kazanıyor. Mağduriyetler şiddet sarmalları doğurarak özgürleşmek maksadı altında hak ve hürriyet ihalelerine yol açıyor. Belki de Hegel’in efendi-köle diyalektiğince efendi olma gücünü talep eden herkes Nietzsche’nin güç istencini yanlış anlayan kitleler kaba ve bağnaz kuvveti güç sanarak özgür olduğu zehabıyla başka hayatlara da müdahale hakkını bulacağı bir meşruiyet zemininin peşinde koşuyor. Bu yolda her şey meşru ve her şey makul olacak şekilde hayat ve zihniyet kalibre ediliyor. Bir bakmışsınız ortada Farabî’nin cahil dediği türden toplum ve devlet yapıları âleme caka satıyor. Aslında buradaki özgürlük talepleri de aynı saikle yani güç merkezinde hak kelimesini, adalet kelimesini yozlaştırıp istismar ile yeni bir iktidar ve güç söylemini allayıp pulluyor.
İnsan, bir yanda bunlar olurken diğer
yanda özgürlük yahut hürriyet talebinin ahlaki bir çerçevesi de olabilir mi
diye düşünüyor. Yani özgürlük isteme serazatlık, başıboşluk, serserice bir
keyfilik olmanın ötesinde muhataptan bir ilke, ölçü, töre yahut erdeme dönmesi
talebi olamaz mı? Bu manada siyasi çıkar talebini sinsice bu isteğe saklayan makûs
düşüncenin ötesinde insanların ahlaki olarak bir beklentiyi bu yolla ifade etmeleri
şeklinde hürriyet talebi nedense çok da konuşulmaz; bu kavramın mefhumunda
düşünülmez. Hâlbuki özgürlük makul bir çerçevede var olmak dileği ise bu
sınırların aşınması ve aşılması halinde töre ve erdem talebi olarak özgürlük
dileğini insanlık son asırlarda malum şiddet sarmalı içinde unuttu. Cahiliye
zihni taşıyan bir harekete karşı duruş insan ruhunun hakikat ile özgürleşmesi
manasına gelmiyor muydu? İnsanı kendi zindanından azad etmek değil miydi? Türk
milletinin töresi zedelenip hakkın yerini keyfilik aldığında ili ve töreyi kim
kaldıracaktır? Bu yönüyle özgürlüğe hiç baktık mı? Özgürlüğü kültür, dogma veya
takıntı hale getirmeye de bizce lüzum yoktur. Kelime kutsayıcılık, retorik
gevezelik modern hokkabazlıktır. Mesele samimiyetsiz bir “iktidar” dalaveresine
neden ise konuşmak manasıdır. Orada gerçek değil çıkar konuşur. Bu çelişki,
baba ile çocuklar arasında olabileceği gibi toplum ile başka toplumlar arasında
bile olabilir. Yalan söyleyen birinden yalan söylememesi istemek aile içinde
bir ahlaki talep, bir özgürleşme, o bozuk havadan irade ve düşüncenin
kurtulması değil midir? Babanın ürettiği bin bir saçma bahaneye karşı
samimiyetsiz olduğunu söylemek saygısızlık yahut ona karşı isyan mıdır?
Terbiyesiz bir tutum mudur? Bu bakımdan modern zamanların keyfilik yahut
başıbozuklukla karıştırdığı, pasaklı ve hoş kokmayan halleri özgürlük sanrısı
ile insanlığa sunup güç merkezli tepinmeleri özgürlük talebi gibi göstermek
vaki durumu yozlaştırmaktan başka bir işe de yaramıyor. Hülasa özgürlük bir takım
ilke, ölçü ve sınırların sahibi olmak ve burada makul bir düzen ile var olmaya
rıza ise bunun rağmına hallere isteksizlik, eleştiri ve itiraz da bu manada bir
sağduyu çağrısı olacaktır. Hafızayı yenileme, kendiliğini besleme ve yok
sayılanı var etme dileği olarak Z kuşağı denilen evladı vatanın halinden bu
manada anlamak gerekmez mi? Yafta elde gezmek kolay, retorik vaazlar vermek de.
Lakin anlamak ve hakikate dair olmak manasında özgürleşmek insanın özünü
gürleştirmesi, geliştirmesi, olgunlaştırması hali elbette etrafta cari moda
hallerin biraz daha dışı ve üstünde olacaktır.
Bu talebin bir diğer adımı ise
mefhumundaki asla dönüş talebi ötesinde muhataplarından veya başta kendinden
hürriyetin insanda varoluşunun belki de hayati manası olan bir şeye ulaştırır:
Elinde güç ve imkân varken sınırı aşmamak. Özgürlük talebi istediğimiz gibi
konuşalım ve eyliyelim talebinin ötesinde aslında yukarıda bahsedilen ilke
yahut töreye uygun olma, ölçü taşıma, yiv-set sahibi olmayı bekleme talebinin
zeminini oluşturan bir ahlaki istektir. Hiç böyle bir özgürlük talebimiz,
dileğimiz, kavgamız oldu mu? İnsanın kendiliği açısından bu sınırı koyabilmesi
ve bunu yapamayandan ortak alanı korumak ve huzuru muhafaza dileği ile
yapmamasını istemek bir özgürlük dileği olamaz mı? Bedeni ve içgüdüsel
eylemlere sınırsızlık talebi bir özgürlük değil anarşi talebidir. Makul
değildir. İnsani olması da tartışılır. Burada insanın kendi hakkında rızası ile
kendine sınırlar koyması şuuru manasında özgürlük aslında bir düzen mantığının
da temelini içinde taşır. Bu bir olgunlaşma, yetkinlik ve irade diyalektiği
olarak görülebilir. Bir başka hayatı gücüyle ezerek kendine yer açmak ameliyesi
özgür ve özgün değil olsa olsa bayağı bir iktidar, güç ve çıkar çelişkisidir.
Mesuliyetsiz bir özgürlük mensubiyetsiz bir insanlıktır. Z kuşağını da anlamak
noktasında bu beklentiyi yahut olması gereken bu hale dair ne durumdayız iyi
düşünmek gerekiyor. Hür irade olmayan yerde ahlak olmaz. Bu bakımdan da
özgürlük talebinin bir ahlak talebi olacağına dair mefhumun bu güç odaklı
mızmızlanmalardan farklı olacağı da aşikârdır. Aliya’nın dediği bir şeyi
hatırlamakta fayda var: Zayıf adam, özgürlük ve
sorumluluktan kaçar…
Özgürlük talebini bir ahlak ve töre beklentisi olarak
düşünmek kavramın mefhumunda fert ve toplum bazında faydaya yol açmak
olacaktır. Zira siyasi maksatlı ve iç güdüsel bazı talepler bu çağrıyı aslında
tam da gücün istediği manada yoksul, yoksun ve yoz kılıyor. İlke, ölçü, kural
ve sınır talebi yahut bunlardan inhiraf ikazı manasında bakıldığında dünyalılar
açısından pek de alışık olmadıkları bir mananın tezahür edeceği aşikârdır.
Samimi olmak esastır. Özgürlük talebini olmasın da bize kalsıncı bir kurnazlık
ve kabalıkla kullanmak en çok muhatap olunan o kuralsız güce yarayacaktır.
Lakin ne yazık ki pratiğin bataklık zemininde hali hazırda olan da budur. Yeniçerilerin
şeriat isterük dedikleri halde de bir zaman sonra güce dayalı böyle bir
istismar yok muydu? Şeriat yani kanun, nizam o hay huy arasında berhava olmadı
mı? Yunus Emre’nin Müslümanlar zemâne yatlı oldu Helâl yenmez haram
kıymetli oldu. Okuyan Kur’an’a kulak tutulmaz Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu
Harâm ile hamir tuttu cihânı Fesâd işler eden hürmetli oldu Kime kim Tanğrı’dan
haber verirsen Bakır bâşın salar huccetli oldu Şakird üstâd ile arbede kılar
Oğul ata ile izzetli oldu Fakirler miskinlikten çekti elin Gönüller yıkıban
heybetli oldu Peygamber yerine geçen hocalar Bu halkın başına zahmetli oldu
Tutulmaz oldu Peygamber hadîsi Halâyık cümle Hak’tan utlu oldu Yunus gel âşık
isen tövbe eyle Nasûh’a tövbe ucu kutlu oldu, ifadelerini taşıyan şiirinde bir
eleştiri ve ahlak yozlaşmasından çıkılıp özgürleşmek talebi yok mudur? Bu
bakımdan sınırsızlığa sınır koymak özgürleşmenin gerçek mefhumu oluyor. Özgür
iradesi olmayanın ahlakı da olmaz. Burada mahsus bir çerçeve ile özgürlüğü
tanımlamaktan ziyade özgür hareketin mahiyetini görmek ve anlamak bakımından
çelişik ve birliği bozucu bir halden çıkışı düşünmek zihni özgürleştirici
olacaktır.
Vesselam.