15 Aralık 2017

Papağanlıktan nizama

İnsan, uzviyetten umrana zorlu ve dikenli bir yoldan ulaşır.

Kültür dünya görüşümüz olarak “ben”i inşa ederken, medeniyet hayat tarzımız olmasıyla “biz”i belirler. Her halükarda lafızları değişik anlayışlarda mefhumlarıyla mütenakız ve muğlak kavramlar.

Doğayı ve insanı anlama ve anlamlandırma ile kurduğumuz kültür içinden bir hayat tarzının teşekkülü imkânı vardır. Buna kudretimiz yetmediği yerde zamanın ruhu içinde konumumuzu alırız.

Kültür kendilik bilincimiz, ben duygumuz, tarih metafiziğimiz, kurucu döngümüz; tarihimiz, dilimiz, dinimiz gibi unsurlarla tebarüz ederken medeniyet bu çerçevedeki benin içinde bulunduğu realiteyi gösterir. Şehirlerimiz, eğitimimiz, toplum yapımız, güzel sanatlarımız, yapılarımız, giyiniş tarzımız, yemek üslubumuz vb pek çok husus ya dünya görüşümüzden süzülen bir halin veya eklektik/taklit bir çerçevenin içinden gerçekleşebilir.

Her medeniyet elbette bir dünya görüşünün muhassalasıdır; bundan yola çıkarak var olan bir hayat tarzıdır. Nizamın/umranın çerçevesi bu bağlamda gelişir. Değerler kendi bağlamının bütünlüğünde bizi inşa eder. Muhassalanın her parçası, imkanı düşünceden bir etken ile  harekete geçereke hayata yansır; mesela sanatı kültür olarak dünya görüşünde anlam atlasının parçası haline getirememiş bir toplumda hayat tarzının içinde buna dair tezahürler/kurumlar/binalar tabii olarak  akis bulamaz.

***

Bu umumi naçiz çerçeve içinde kendimize, evimize, şehrimize baktığımızda dünya görüşümüz, medeniyetimiz/hayat tarzımızın neresindedir? Hangi dinamiğin pratiğidir bu şehirler?

Akl-ı selimimiz varlıktan ne okuyor, kalb-i selimimiz varlığın ötesi ve önünde ne görüyor, zevk-i selimimiz bu bağlamda nasıl tecelli ediyor?  

İnsan ve insanlık batının Rönesans ve Fransız ihtilaliyle keşfettiği bir barınak iken doğuda Kutadgu Bilig devleti insanlıkla hesabını çoktan görmüş, bunu beşeriyete bir devlet ve insanlık ölçüsü olarak takdim etmişti.

Elinde kolasıyla, TV ekranında haber ajansları, belgesel ve filmlerle kendisine kendisi izletilen bir insanın idrakindeki varlık karmaşa tekelci teknoloji medeniyetinin insanları zombiler için vaka-i adiyedendir.

Bir Türk olarak dünyayı dilimle, tarihimle kavrayışım, anlamlandırmam göze görünenin özünü kavramam, söze getirmem telakkilerimle tasavvur edip değerlendirmem var. Bu beni ben yapar, ama üstün kılmaz. Medeniyet akan bir ırmak, herkesin ütopyası. Hayat tarzımızın esaslarının mihveri.

***

Kültürün yabancılaşması ideoloji, medeniyetin yabancılaşması ise emperyalizmdir. İdeoloji papağanlaştırarak demagog, emperyalizm vahşileştirerek sömürgeci yapar. İnsan bu çerçevede karikatürleşerek ayartılmış bir form halini alır. Burada kavram sevicilik derdinde değiliz; sadece lafızlar üzerinden mefhumları vasıtasıyla mevcut hali göstermeye çalışıyoruz.

Kültür bir anlama çabası olarak dünya görüşümüz olmanın ötesinde ideolojik bir kalıba girdiğinde var olunan bir anlam dairesi olmaktan çıkıp her soruya cevap verdiğini düşünen bir ve içinde şekillenilen bir hale geçerek kendisine yabancılaşır. Medeniyet ise siyasi, ekonomik veya başka amaçlarla ötekisi üzerinden tahakküm hadisesine gelerek, diğerinin kültürünü yok sayarak, tahrip ederek onu kendileştirme vasıtasına dönüştüğünde emperyalizme dönüşür. Bir dünya görüşünün kendi hayat tarzını küreselleştirme zorbalığı.

Mevlana'nın fil metaforunda karanlıkta file dokunanlar ve Platon'un mağarasında gölgeleri hayat sananlar dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını bir mum yakmayı ve güneşe bakmayı düşünemeden geçirenlerin yabancısı olduklarını duymayı, yabancılaştıklarını fark etmeye tahammülleri olmaz.

***

Bir Osmanlı çeşmesine Galatasaray yazan, bir ağaca adını kazıyan insanın yabancılığında insanlığımız tarihinde ve doğasında kendisine yabancılaşır. Kendini anlayamayan, anlamlandıramayan için dil ve tarih manasız, vatan maddi bit şeydir. Umranını uzviyetinde yitiren yabancı için insanlığın millet ve milliyet fasarya olur.

Arakan'da bir çocuk aç ağlıyorken, Suriye'de “aynı” çocuk korkuyor ve üşüyorken, Yemen'de “aynı” çocuk açlıktan ölüyorken, Kudüs'te bu çocuk kafesteyken dünya görüşümüz ve hayat tarzımız insanlık davamızın neresinde olduğumuzu hatırlatabiliyor mu? “Aynı”mızla yabancılaşan ruhlarımız, ideolojik ve emperyalist kıskaçlarda ezilirken bizler hangi teklifin ve temessülün peşindeyiz? Osman Turan merhumun tabiriyle “Milli, dini ve insani ideallere bağlı bir milletin, asırlarca, nasıl bir Cihan hakimiyeti mefkuresine erişerek yükseldiğini, "Nizam-ı alem davası ile başka milletlere ne derece adalet ve nizam getirdiğini” unuttuk mu? 

Milli olan dini ve insani olanlarla kendi içine gömülüp, ırkçı ve bencil bir sömürgeci ve demagog olmaktan çıkıp bir nizam vasıtasına dönüşürken milliyetçiliğimiz manasını tamda burada bulur.

Milliyetçiliğimiz uzviyetten umrana giden yolda geleceği tasavvur etmektir. Tarihimiz içinde var olan umrandaki milletimiz, onu kurduğu devletimiz. Bunların maddesine özünü formuna kıvamını veren dünya görüşümüz ve hayat tarzımız; bizliğimizin aynası.

***

Kudüs'e dair duruş bile gösteremeyen liderlere sormalı dünya görüşünüz ne ve hayat tarzınız size neyi gösteriyor? Yani bir kültür ve medeniyet vizyonunuz var mı yoksa sadece koltuklarınızdan mı ibaretsiniz?