VF kat sol
VF kat sağ

20 Temmuz 2018

Pedofolifobik çomarlar

Agatha Christie, 1970'de yazdığı ve fantastik bir hikâye alt başlığını taşıyan “Frankfurt Yolcusu” isimli romanına şöyle bir giriş yapmış; “İngiltere'de 1970'de yaşananlara bir ayna tutun. Bir ay boyunca gazetelerin ana sayfalarına bakın, notlar alın, düşünün ve sınıflandırın. Her gün bir cinayet var. Boğulan bir kız… Saldırıya uğrayan ve soyulan yaşlı bir kadın… Saldıran ya da saldırıya uğrayan gençler… Yıkılıp yağmalanan binalar ve telefon kulübeleri… Uyuşturucu sevkiyatları… Kaybolan çocuklar ve evlerinin yakınında bulunan cesetleri… İngiltere olabilir mi bu? İngiltere gerçekten böyle mi? Henüz değil ama olabilir!”

Henüz değil, ama olabilir derken Agatha Christie de daha önceden hedeflenen sonuçlara ulaşmak için tasarlanmış bir sürecin yaşanıyor olma şüphesine mi dikkat çekiyordu bilmiyorum. Gördüğümüz şu ki sadece İngiltere'nin değil aynı tarihlerde Batı Uygarlığının merkez coğrafyasında yaşanan travmatik savrulmanın bir benzerini yarım asır sonra Türkiye'ye yaşatabileceğine inanan bir iradenin sahada at koşturmaya başladığıdır. Unutmadığım bir enstantane var; 1997'de Cağaloğlu'nda bir dergi yazıhanesinde yirmili yaşlarda iki genç gazeteci bir haberi değerlendiriyoruz. Türkiye'ye seyahat edecek Avrupalılar için batılı seyyahlarca hazırlanmış ve seksenli yılların başında basılmış bir rehber kitapta yer alan dikkat çekici bir uyarı cümlesi var; “Karşılaşacağınız bütün Türkler çocuklarınıza karşı büyük bir sevgi ve yakınlık gösterecek onlarla ilgilenecektir. Sakın bu durumdan kaygılanarak onlara karşı reaksiyon göstermeyin. Sizin neden dolayı kaygılandığınızı anlamayacaklardır fakat olur da anlarlarsa çok sert ve şiddetli şekilde tepki göreceğiniz muhakkaktır!” Birbirimize baktık ve güldük; bu aptal batılılar gerçekten Türklerin çocuklarını kaçırıp dilendireceğine falan inanıyor olmalıydılar!

Şeytani tasallutun kitlesel bir nüfuz ile batılı türdeşlerimizi insan organizması içinde yaşayan farklı bir ara türe dönüştürdüğünü bilmiyorduk. Muhayyilemiz ve zihnimiz var oluş çizgimizde istikametini muhafaza ediyordu. Şimdi güya pedofolik saldırılara karşı yükseltilen hassasiyet, acı, endişe ve isyan kisvesine bürünmüş bir kolektif iğfalin saldırısı altındayız. (Daha önce yazılmış “Şeytan Anırtısı 1” “Şeytan Anırtısı 2” ve “Ahmaklık Konçertosu” başlıklı yazıların okunmasını kesinlikle öneririm.)

Türk toplumu ve bütün insanlık pedofiliyi meşrulaştırma amacına yönelik çok kapsamlı ve örgütlü bir tasallut altında tutuluyor. Üstelik bu hedef daha kapsamlı bir taarruzun çok önemli ama tâli bir cephesi! Bu sürecin enstrümanları medya, yargı ve yasama! Türkiye'de dindarlar bu alanlardaki kuşatılmışlıklarının büyük ölçüde kırıldığını zannediyorlar ve bu sebeple vahim bir yanılgı içindeler. Afrika atasözü bir leopar görüyor olmandan daha feci olan şeyin, göremediğin bir leopar olduğunu söyler. Siyaset, öncü şeytanilerin yaygara ve toz kopartan ataklarıyla son vuruşu yapan artçıların pususuna sürülen otçullara benziyor. İstedikleri her yasayı uygun kalibredeki şamatayla çıkartabiliyorlar. Sırtlanlar iç organlarımızı yerken geviş getiren zebralara benziyoruz. Şeytani böğürtüleri tekrarlamayı mantra edinmiş tahrip ve tahrif edicilere devletin kimi kurumlarını teslim etmeye devam ediyoruz. Sahadan gelen tespit ve uyarılar yukarıya ulaşamıyor.  Âileyi, provokasyonel cins ayrımcılığı üzerinden bir tür kültürel gerillalık yapan KADEM gibi yapılar üzerinden gelen bakanlara teslim etmekle cuma hutbelerini hazırlama işini hahambaşılığa vermek arasında fark olmadığını ileride hep beraber anlayacağız.  

Medya yılışık bir hassasiyet kalpazanlığı ardından yaptığı ardı arkası gelmez pedofili haberleriyle bu sapıklığı zaman içinde “hayatın bir gerçeği” olarak kabullenmemizi istiyor. Duyarlılık oluşturmaya mâtuf olduğu iddia edilen protestolar, arabalara, duvarlara yapıştırılan “kirli ellerinizi çocuklarımızın üzerinden çekin” çıkartmaları, buna yönelik îma ve anımsatmalar hep aynı duyguyu çoğaltmak için yapılan PR çalışmaları. Yalnızca yetişkin erkek ve kadın arasında duyumsanması doğal ve gerekli olan cinsel gerilimi ve sakınımı yetişkinle çocuk arasında oluşturmaya çalışmak bu sapıklığa kolektif  ve tedrici bir onay vermektir. Seksen milyonluk bir ülkede isterseniz her hafta kendi çocukları tarafından öldürülen bir anne- baba haberi yapıp ebeveynler üzerinde öz çocuklarının kendi katilleri olacağına ilişkin bir paranoyayı hâkim kılabilirsiniz. Pedofoli, hayvana eziyet, kadına, çocuğa, kocaya şiddet haberleriyle de benzer sanrıları oluşturabilirsiniz. Ne isterseniz ülkede onun rüzgârını estirebilirsiniz. Bu çok basit bir ayak oyunudur ve kalabalıklar kendileriyle nasıl oynandığını asla fark etmezler. Vahim olan, ülkeyi yöneten, yasa yapan ve uygulayanlar arasında projenin şuurlu  taşıyıcılarından olmadığı hâlde kalabalıkların ortalama bir parçası olarak kendilerini bu rüzgâra kaptıranlardır.

  

İlkokullarda çocuklara pedofilik saldırı ihtimaline yönelik eğitimler verildi. Bu eğitimler sonrasında çocukların davranışlarında rahatsız edici kaygılar ve davranış bozukluklarına ilişkin gelen şikâyetler le ilgili neler yapıldı? Yedi ilâ on yaşındaki kız çocuklarında bile hayatlarının en büyük ve en güvenli sığınağı olan baba imgesi  tam olarak açıklanmasa da bâriz şekilde hissettirilen tuhaf ve buğulu bir risk algısıyla lekelendi. Bunun ancak bir düşman karargahından yönetiliyor olabilecek gayrinizami ve psikolojik bir harp olduğunu, namlunun ucuna  sadece milletimizin istikbalinin değil  insanlığının konulduğunu, anlamıyor musunuz?

Bu örümcek ağını daha örülme aşamasındayken parçalayamazsak, çok kısa bir süre sonra pedofolifobik bir çomar olmakla itham edilecek ve LGBT'liler arasında, üzerilerinde  “onun bedeni onun kararı” yazan kaybedilmiş çocuk yüzlerini görmeyi kanıksayacaksınız.

 

Durma zamanı değil; davranın!