21 Mart 2017

Perpespektifin despotizmi

Nietzsche modern insanın yüzüne ayna tutan, “gerçek” kavramına düşman ironisi ile gerçeği arayan bir karamsar. Modern insanın zihnine, modern hayatın kurduğu illüzyonların ve simülasyonların sürüsü olmaması için çuvaldız batıran bir modern zaman düşünürü. Eline aldığı çekiçle zihne dikilen modern putlara saldıran, onların alacakaranlığından modernlerin rahatını kaçıran bir uyarı feneri. Modernin yani sihirli kelime “yeni”nin büyücülerine karşı, abartılı görülmezse, teşbih kabilinden olarak, düşünce asasını fırlatan bir Musa. En komiği de bu adama ideolojik don biçmeye çalışan Türk entelijansiyasının trajikomik hali: Tanrıyı öldüren ve sekülerleşen bir dünyaya yükselen bir itirazı maddeciliğin peygamberi gibi gören düşünce darlığımız. Değerler bunalımına bir ahlak soy kütüğü ile cevap arayan bir çağ münzevisi.

Nietzsche, özgür ruh dediği ve bulunduğu yerin sebeplerini düşünen tip üzerinden kayıtlanmış ruh dediği ve salt içselleşmemiş inançla kayıtlanmış hali eleştirir. Alışkanlıkların sürüsü olmak ona terstir. Akıl, özgür ruh tarzında çalışmadığında aklın despotizmi dediği şey başlar ve modernitenin değerler krizi modern sürüyü nihilizme sürükler. Aklın batağında akıldan mahrum kalmış, klasik dünyanın tefekkürsüz inanç ile taassuba saplanmış bireyi bu sefer bilimin değersizleştiren karanlığıyla kayıtlanmaktadır. Ancak, ahlak ve iyi-kötü aşkın bir yerlerde var sayılıp, bugün, şimdi, şu anda bizim elimizle gerçekleşmedikçe, tüm mutasavver yaklaşımlar da batıldır. Ahlaki standartlar Tanrının ölümüyle tehlikeye girerken öbür yandan Batının Tanrısının ölümü belki de makul ve insani ahlakı üretme şansını verecektir. Paradigmanın Batı çerçevesinde kurulduğu Nietzsche ile meşgulken hiç unutulmamalıdır. Zerdüşt metaforu işte burada kendi eliyle var ettiğini kendisi yıkan ve yeniye yer açan tipi gösterir. Ahlakın bu kurulabilme ihtimalini ortaya koyar. Çekiç burada devreye girer hayır der ve yıkmaya başlar.

Nietzsche'nin güç istenci kavramı yaşamı olumlayan bir anlayışın ürünüdür, bu anlayışı açıklığa kavuşturabilmek için perspektivist hakikat, üstinsan ve ebedi dönüş kavramlarının bilinmesi gerekir. Nietzsche, Güç İstenci eserinde, “Benim fikrim, her spesifik bedenin, uzayın tamamına hakim olmak ve gücünü arttırmak ve bu artışa direnenlerin tümünü geri püskürtmek için çaba gösterdiği yönündedir”  iktidar kavramı ‘gücü isteme' fiilinden çıkar. ‘İnsanın en korkunç ve en esaslı talebini kudrete yönelik içgüdüsü' olarak görmesi ‘varolmanın temel niteliğini yani varlığı, güç istemi olarak belirlemesinden' kaynaklanır.” (s. 409-410) der. İnsan değer var etmek için şeylere değer biçer. Bir medeniyeti kuran ve diğerlerinden ayırt eden de tam budur. İktidar istenci işte en iyi ve kötü için var etme çabasıdır. Bu noktada değerlerin tarihin belirsizlikleri arasında yaşadığı gel gitlerle insanların tarih dışı mekân ve zaman olmayan bir boyuta kaçmak istediğini hâlbuki bengi döndü dediği ile bu dünyada olan bitenin bu dünyada olduğu gerçeği ile gerçekliği dış uzaydan atmosferin içine çeker adeta. Ona göre dünya gücünü sonsuz kombinasyon ve değişimden alır, güç istemi devamlılığın şartıdır. İnsana seküler cennet kurmak ister belki de. Nietzsche burada kendi perspektifinden bir dünya sunar. Tüm bu güç istenci lafları bizim dünyamızdaki asabiye kavramına özsel benzer olmasın. Diyalektik çerçevesi ise medeniyetin kendi iç dinamikleri, zamanın ruhu ve onu yaşayan insanın kültürünce şekillenecektir.

Hristiyanlığın yarattığı Tanrıya başkaldıran Nietzsche daha iyisini yapmanın perspektifini sunar. “Perspektivizm” bakış açılarımız, ihtiyaçlarımızdır. İçgüdülerimizin olum ve olumsuz yönleri ile egemen olma tutkusunun ötekine dair bir perspektifi vardır. Mesela somutlaştırmak istersek misyonerler bu tutkuyla daha iyisini sunduklarını sanarak, egemenlik tutkusunu ve ekonomik realiteleri din görünümlü bir zaviyeden sunarlarken olan bu değil midir? Nietzsche için muayyen bir anlam yoktur, perspektifsel anlamlar çerçevesi vardır; bunlar güç istenci odağında, yani perspektifi empoze adına yapılan tanımlamalardır. Çatışan gerçeklerin gösterilen simülasyonu ardında çatışan iktidar istençleri vardır. Hep bir perspektif zihnimize giydirilmek istenmektedir. Nietzsche'nin dünyasındaki delirten bu hal bir mutasavvıfça hakikate dokunamadığınız süre sizi deliliğe sürükler. Ama öte yandan moderniteye karşı, ya da suiistimal edilen geleneksel yaklaşımlar bakımından zihni diri tutar. Kimse gelip sizin kafanıza bir direksiyon takamaz. Çünkü fikrinizin çekicini kafasına yeme tehlikesini hep gördüğünden sizi öteki kılmayı, mümkünse ezmeyi ve yok etmeyi tercih eder. Hakikate tutkun olduğunu söyleyen birilerinin güç ve iktidar tutkunu olduklarını görebilen bir zihin ve düşünce pratiği modern dünyanın pek haz edeceği bir şey değildir. Evet, herkes için pergelin bir ayağı “yer tutmak” zorunda. Zulu, Türk veya Alman olmak bunu değiştirmiyor. 

Tarihte Yunaniyata karşı Gazzali'nin yaklaşımı, İsrailiyata karşı yaşanan düşünce aslında, bir yönüyle İslam düşüncesinin Yunanda veya Hristiyan-Musevi pratiğinden esinlenen bir yaklaşım olduğu, otantik değeri bulunmadığı fikrine karşı çıkışı temsil eder. Moderniyata karşı ise henüz söylenmiş bir sözümü var mıdır? Şüphesiz modernite karşıtı pek çok şey yazıldı. Ama tutarlı bir kavram ve sistemli bir teklif söz konusu oldu mu? Mesela, Nurettin Topçu'ya bu pencereden bakmayı hiç demedik mi? İsyan Ahlakındaki toplumun ve kendi bağlarının etkisine girmeyen ahlaki davranma iradesine sahip bireyler söz konusu olduğunda bir 15 Temmuz düşünmek bile abes olur. Ahlaki iyi ve iyilik iradesi, grupsal bir doğrunun emrine geçen bireyde kaybolarak, kişi sürü ferdi haline gelmekte, işlevsel iyiyle taltif edilen ruhu ahlaki iyiliği unutup grup doğrularının uygulayıcı robotu haline gelmektedir. Kızına bile kurtuluş vaad etmeyen bir Peygamberin müntesiplerinin makus mankurtlaşma diyalektiği. Bu da ruhun despotizmi olsa gerek. “Makine hiçbir ahlak getirmedi. İnsan insanı artık sevmiyor. İnsan sevgisinin ortadan kalktığı bir dünyada hayatın anlamı kalmamıştır artık. Uzaktakilerle konuşma ve /veya onları görme araçları insanları birbirine daha fazla dost yapmıyor. Günümüz apartman hayatında aileler, ağılda bölmelerine ayrılan koyunlar gibi yaşıyor. Aralarında samimi ilişkiler şöyle dursun, geride var olan bağlar da kopmuştur. (s.176)” İntikal etmesi zor bir düşünür olarak Topçu ıssızlaşan ve çoraklaşan ruhumuza Batıda eğitilen bir akılla ama Doğulu bir vicdanla sözünü söylüyor. Nietzsche'nin kurduğu düşünce pratiği bir modernite teklifi ve aynı zamanda eleştirisi olarak okunması gereken bir yapıyı temsil eder. Topçu ise ıssız ruhlarımıza modern problemlerin gölgesinde ışık tutan bir yaklaşım. İkisi de gücün yıpratıcı etkisine karşı anlamın değerini önümüze koyuyorlar. BU ÜLKE'de bedel ödettiren bu yaklaşım var oluşa, dirilişe ve yeniden değer üretmeye gidişin kaçınılmaz yoludur. Bu düşünceler güçle, hakkın ve menfaatle faziletin sürgit itiş kakışında zihne takılanların beyandır. Bir perspektif sürüleştirdiği oranda despottur. Diriliş talebi tam da buna karşıdır. Ayna karşıda…Evet!