09 Mart 2022

​Pişman olmak

Allah’ın Resulü, (s.a.v.) uzun bir süre ayrılık acısı yaşıyordu. Bu acıyı sona erdirmek için  çok sevdiği Ka’be’yi ziyaret ederek özlem gidermek için girişiminde bulundu. Ancak, bağnaz bilgisizlerin adına “Kraldan çok; kralcı kesilen!” Talha’nın oğlu Osman engel olduğu için çok istediği ziyareti gerçekleştiremedi! Buna rağmen, rahmet Nebisi, (s.a.v.) öfkelenmeyip gayet ipeksi, nazik bir edayla tekrar izin istediyse de kaba, bağnaz ve hoşgörüsüz düşünce adına Osman izin vermemekte direndi! Gül Resul, (s.a.v.) bunun üzerine kendini paralayan Talha’nın oğlu Osman’a:

 

"Osman! Ümit ederim, gelecekte bir gün;

Ka’be’nin anahtarını, elimde görürsün!"

 

"Serbest bulursun, istediğime vermekte,

Yetkili olacağım, ummadığın gelecekte!”

 

DiyerekOsman’ın düşüncesinde olanların ilahi gerçek karşısında sonunun yenilgi olacağını Allah’tan aldığı bilgiyle haber verdi. Bunun üzerine Osman; böyle düşünmenin hayalden öteye geçemeyeceğini alaycı bir ifadeyle anlatmak için şunu söyledi:

 

"Desene, Kureyş güçsüz kalır, düşer zillete!"

 

Osman’ın bu sözü üzerine Gül Resul, (s.a.v.) şöyle devam etti: “Yanılıyorsun Osman; gerçek onur ve yücelik hiçbir şeyi ortak koşmadan Allah’a kullukta; alçaklık ve onursuzluk ise taştan, tahtadan ve hamurdan yapılan aciz ve kendine bile yararı olmayan putlara tapmaktadır!” Dedikten sonra şu veciz ifadeyi de ekledi:

 

"Asıl o gün Kureyş erer onur ve yüceliğe!"

 

 “Osman! Senin anlayacağın Kureyş, İslam’a girdiğinde asıl o zaman onurlanacak ve yüceliğine kavuşacak!”

 

Uygar düşünceyle müminlerle baş edemeyeceklerini anlayan putçular; sorunu kökünden çözmek için kaba yönteme başvurdular! Nedve Meslisi’nde, Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) öldürme kararını aldılar ve öldürme timinin başına da bilgisizliğin babasını getirdiler. İlginç olan, tim başkanının değerli eşyası da emanet olarak öldürmeyi hedefledikleri güvenilir Gül Resul’ün (s.a.v.) yanındaydı.

 

Gül Resul (s.a.v.) : “Ey Allah’ın aslanı, benim yerime yatağımda yat, abamı da üzerine at!” dedikten sonra:

 

"Bekliyor beni, arkadaşım, az ötede,

Çıkacağım, inşallah göremez kimse!”

 

Deyip kapının önündeki çıkarcı çakal sürüsünün arasından geçti gitti! O sırada çakalların başı içeriden çıkacak olanı beklerken:

 

“Bekleyedururken azılıların gözde lideri,”

Çıkageldi öteden, güldü kahkahayla biri:”

 

Adam kapıda bekleyenlerle alay ederek:

 

"Gelirken rastladım yolda beklediğinize,

“Gülüyorum, gelecek diye ümitlendiğinize!"

 

Dedi ve gülüp gitti! Bunun üzerine aceleyle tim girdi içeri:

 

“Hep birden çullandılar hızla içeri,

O da ne? Yatakta amcaoğlu Ali!

 

Allah’ın aslanından başka içeride kimse olmayınca afalladılar ve “Eyvah bize!” diyerek dizlerini dövdüler; ”Gitti elimizden yüz deve!” deyip feryat ettiler!

 

Gül yüzlü Resul, (s.a.v.) kardeşi ve kutlu yol arkadaşı ile buluştuktan sonra çok sevdiği baba ocağı Şehirlerin Anası’nın yüksek bir tepesine çıktı:

 

“Dönüp baktı, vadinin derinindeki evlere,

Karıştı üzgün, berrak gözyaşı zemzeme!”

 

Açtı bülbül içini, sitem etti vefasız güle,

Olamaz bülbülsüz gül; gülsüz bülbül de!

 

“Doğup büyüdüğüm vadi; baba ocağım!

Çaresizim bugün, senden ayrılacağım!”

 

“Barındırmıyor evladın, yanıyor yüreğim,

Anlamıyorlar beni, direngen kardeşlerim!”

 

Diyerek sitemde bulundu. Sonra kalkıp uzun, ince, dikenli; çakıllı, kumlu, sıcak ve  susuz yola düştü;

 

“Hurma ülkesi, yeşil gül bahçesi neredesin?

Tez uçalım sana, insanlığın ümidi yeşersin!”

 

Diyerek yönünü kuzeye çevirip dayılarının yurduna gitmek için adımlarını sabırla attı.

 

Yeşil Yesrip sabırsızlıkla doğacak bir “ay” bekliyordu:

 

“Ay doğdu üzerimize veda tepelerinden,”

“Şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden.”

 

Ay doğunca da Yesrip, bu büyük değişikliğe uyum sağlamak için adını önce, “Nebi Şehri”; sonra da kısaltarak “Şehir” (Medine) olarak değiştirdi.

 

Gün geçip devran değiştiğinde; yani sevenin sevdiğine kavuştuğu gün; Gül Resul, (s.a.v.) şunu hatırlattı Osman’a:

 

Sordu rahmet güneşi; Osman'a,

"Daha önce söylemiştim ya sana:"

 

"Osman! Ümit ederim, gelecekte bir gün;

Ka’be’nin anahtarını, elimde görürsün!"

"Serbest bulursun, istediğime vermekte,

Yetkili olacağım, ummadığın gelecekte!”

 

İşte o gün dediğim; bugündür ey Osman kardeşim!

 

Zavallı Osman nereden bilsin ki İslam Ağacı bir gün gelecek, dallanacak ve budaklanıp açtığı mis kokulu çiçekler etrafa koku salacak ve bu kokuyu burunlarına çekme onuruna ermiş olanlar; vadilerden, tepelerden sağanak sağanak ve akın akın; kum gibi mahşer mahşer Şehirlerin Anası’na gelecekler ve artık Ka’be’nin avlusunda yetki merhamet çınarına geçecek!

 

Osman, utancından; “Yer yarılsa da içine girsem!” diye düşündü ve:

 

“Utangaç ve üzgün büktü boynunu,

"Bilgisizliğim öngöremedi bunu!"

 

Diyerek o günkü kabalığını, acımasızlığını, bağnazlığını, tahammülsüzlüğünü, dünyaya at gözlüğüyle bakışını itiraf ederek pişmanlığını dile getirdi. Pişman olan sadece Osman mı? Hayır, çünkü bir diğer pişman Şair Ka’b Bin Züheyr’dir. Aşağıda onun da pişmanlığını nasıl itiraf ettiğini mısralardan öğreneceğiz! İyi okumalar diler, Allah’ın selamı üzerinize olsun derim.

 

ŞAİR’İN İTİRAFI

 

Akıtıyor Ka’b bin Züheyr, zehrini,

Kullanır İslam’ın zararına kalemini!

 

Kalmamalı karşılıksız bunca eza,

Verildi karar: "Verilsin en ağır ceza!"

 

Kesti acı haber şairin soluğunu,

Sardı pişmanlıktan ateş vücudunu!

 

Titredi, idamlık gibi elleri ve dizi!

Saklandı köşe bucak; gizledi kendini!

 

Güvendi rahmete, kanat çırptı otağa,

Örtündü, tanınmadan yürüdü ışığa!

 

Açtı ağzını çaresiz; oltadaki balık gibi:

“Şair Ka’b, pişman olmuş Ya Nebi!"

 

“Kabul eder misiniz, gelse huzura?”

“Çağırın; durmasın, tez gelsin nura!”

 

“Ya Resulullah! Ka’b bin Züheyr benim,

Yaptıklarıma pişmanım, o nasipsiz şairim!"

 

"İyi ya, bekleme, hemen gir aydınlığa!

Veda et dünyandaki o zifiri karanlığa!”

 

"Emrinizdeyim, hakka adadım şiirimi”

"Bağışladım medeniyete sanatsal özümü:"

 

Mehmet Şerif Cebe

 

BİR KASİDE

 

"Şüphe yok ki, Resulullah,

Doğru yolu gösteren bir nurdur,

 

Kötülükleri yok etmek için,

Allah'ın sıyrılmış keskin ve yalın,

Kılıçlarından bir kılıçtır.

 

Ka’b bin Züheyr (Kaside-i Bürde (Banet Süadü)