Pişman olmak
Allah’ın Resulü, (s.a.v.) uzun bir süre ayrılık acısı yaşıyordu. Bu acıyı sona erdirmek için çok sevdiği Ka’be’yi ziyaret ederek özlem gidermek için girişiminde bulundu. Ancak, bağnaz bilgisizlerin adına “Kraldan çok; kralcı kesilen!” Talha’nın oğlu Osman engel olduğu için çok istediği ziyareti gerçekleştiremedi! Buna rağmen, rahmet Nebisi, (s.a.v.) öfkelenmeyip gayet ipeksi, nazik bir edayla tekrar izin istediyse de kaba, bağnaz ve hoşgörüsüz düşünce adına Osman izin vermemekte direndi! Gül Resul, (s.a.v.) bunun üzerine kendini paralayan Talha’nın oğlu Osman’a:
"Osman! Ümit ederim,
gelecekte bir gün;
Ka’be’nin anahtarını,
elimde görürsün!"
"Serbest bulursun,
istediğime vermekte,
Yetkili olacağım, ummadığın
gelecekte!”
DiyerekOsman’ın
düşüncesinde olanların ilahi gerçek karşısında sonunun yenilgi olacağını
Allah’tan aldığı bilgiyle haber verdi. Bunun üzerine Osman; böyle düşünmenin
hayalden öteye geçemeyeceğini alaycı bir ifadeyle anlatmak için şunu söyledi:
"Desene, Kureyş güçsüz
kalır, düşer zillete!"
Osman’ın bu sözü üzerine
Gül Resul, (s.a.v.) şöyle devam etti: “Yanılıyorsun Osman; gerçek onur ve
yücelik hiçbir şeyi ortak koşmadan Allah’a kullukta; alçaklık ve onursuzluk ise
taştan, tahtadan ve hamurdan yapılan aciz ve kendine bile yararı olmayan
putlara tapmaktadır!” Dedikten sonra şu veciz ifadeyi de ekledi:
"Asıl o gün Kureyş
erer onur ve yüceliğe!"
“Osman! Senin anlayacağın Kureyş, İslam’a
girdiğinde asıl o zaman onurlanacak ve yüceliğine kavuşacak!”
Uygar düşünceyle müminlerle
baş edemeyeceklerini anlayan putçular; sorunu kökünden çözmek için kaba yönteme
başvurdular! Nedve Meslisi’nde, Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) öldürme kararını
aldılar ve öldürme timinin başına da bilgisizliğin babasını getirdiler. İlginç
olan, tim başkanının değerli eşyası da emanet olarak öldürmeyi hedefledikleri
güvenilir Gül Resul’ün (s.a.v.) yanındaydı.
Gül Resul (s.a.v.) : “Ey
Allah’ın aslanı, benim yerime yatağımda yat, abamı da üzerine at!” dedikten
sonra:
"Bekliyor beni,
arkadaşım, az ötede,
Çıkacağım, inşallah göremez
kimse!”
Deyip kapının önündeki
çıkarcı çakal sürüsünün arasından geçti gitti! O sırada çakalların başı
içeriden çıkacak olanı beklerken:
“Bekleyedururken azılıların
gözde lideri,”
“Çıkageldi öteden,
güldü kahkahayla biri:”
Adam kapıda
bekleyenlerle alay ederek:
"Gelirken rastladım
yolda beklediğinize,
“Gülüyorum, gelecek diye
ümitlendiğinize!"
Dedi ve gülüp gitti! Bunun
üzerine aceleyle tim girdi içeri:
“Hep birden çullandılar
hızla içeri,
O da ne? Yatakta amcaoğlu
Ali!
Allah’ın aslanından başka
içeride kimse olmayınca afalladılar ve “Eyvah bize!” diyerek dizlerini
dövdüler; ”Gitti elimizden yüz deve!” deyip feryat ettiler!
Gül yüzlü Resul, (s.a.v.)
kardeşi ve kutlu yol arkadaşı ile buluştuktan sonra çok sevdiği baba ocağı Şehirlerin
Anası’nın yüksek bir tepesine çıktı:
“Dönüp baktı, vadinin
derinindeki evlere,
Karıştı üzgün, berrak
gözyaşı zemzeme!”
Açtı bülbül içini, sitem
etti vefasız güle,
Olamaz bülbülsüz gül;
gülsüz bülbül de!
“Doğup büyüdüğüm vadi; baba
ocağım!
Çaresizim bugün, senden
ayrılacağım!”
“Barındırmıyor evladın,
yanıyor yüreğim,
Anlamıyorlar beni, direngen
kardeşlerim!”
Diyerek sitemde bulundu.
Sonra kalkıp uzun, ince, dikenli; çakıllı, kumlu, sıcak ve susuz yola düştü;
“Hurma ülkesi, yeşil gül bahçesi
neredesin?
Tez uçalım sana, insanlığın
ümidi yeşersin!”
Diyerek yönünü kuzeye
çevirip dayılarının yurduna gitmek için adımlarını sabırla attı.
Yeşil Yesrip sabırsızlıkla
doğacak bir “ay” bekliyordu:
“Ay doğdu üzerimize veda
tepelerinden,”
“Şükür gerekti bizlere
Allah’a davetinden.”
Ay doğunca da Yesrip, bu
büyük değişikliğe uyum sağlamak için adını önce, “Nebi Şehri”; sonra da
kısaltarak “Şehir” (Medine) olarak değiştirdi.
Gün geçip devran
değiştiğinde; yani sevenin sevdiğine kavuştuğu gün; Gül Resul, (s.a.v.) şunu
hatırlattı Osman’a:
Sordu rahmet
güneşi; Osman'a,
"Daha
önce söylemiştim ya sana:"
"Osman! Ümit ederim,
gelecekte bir gün;
Ka’be’nin anahtarını,
elimde görürsün!"
"Serbest bulursun,
istediğime vermekte,
Yetkili olacağım, ummadığın
gelecekte!”
İşte o gün dediğim;
bugündür ey Osman kardeşim!
Zavallı Osman nereden
bilsin ki İslam Ağacı bir gün gelecek, dallanacak ve budaklanıp açtığı
mis kokulu çiçekler etrafa koku salacak ve bu kokuyu burunlarına çekme onuruna
ermiş olanlar; vadilerden, tepelerden sağanak sağanak ve akın akın; kum gibi
mahşer mahşer Şehirlerin Anası’na gelecekler ve artık Ka’be’nin
avlusunda yetki merhamet çınarına geçecek!
Osman, utancından; “Yer
yarılsa da içine girsem!” diye düşündü ve:
“Utangaç ve üzgün büktü
boynunu,
"Bilgisizliğim
öngöremedi bunu!"
Diyerek o günkü kabalığını,
acımasızlığını, bağnazlığını, tahammülsüzlüğünü, dünyaya at gözlüğüyle bakışını
itiraf ederek pişmanlığını dile getirdi. Pişman olan sadece Osman mı? Hayır,
çünkü bir diğer pişman Şair Ka’b Bin Züheyr’dir. Aşağıda onun da pişmanlığını
nasıl itiraf ettiğini mısralardan öğreneceğiz! İyi okumalar diler, Allah’ın
selamı üzerinize olsun derim.
ŞAİR’İN İTİRAFI
Akıtıyor Ka’b bin Züheyr,
zehrini,
Kullanır İslam’ın zararına
kalemini!
Kalmamalı karşılıksız bunca
eza,
Verildi karar:
"Verilsin en ağır ceza!"
Kesti acı haber şairin
soluğunu,
Sardı pişmanlıktan ateş
vücudunu!
Titredi, idamlık gibi
elleri ve dizi!
Saklandı köşe bucak;
gizledi kendini!
Güvendi rahmete, kanat
çırptı otağa,
Örtündü, tanınmadan yürüdü
ışığa!
Açtı ağzını çaresiz;
oltadaki balık gibi:
“Şair Ka’b, pişman olmuş Ya
Nebi!"
“Kabul eder misiniz, gelse
huzura?”
“Çağırın; durmasın, tez
gelsin nura!”
“Ya Resulullah! Ka’b bin
Züheyr benim,
Yaptıklarıma pişmanım, o nasipsiz
şairim!"
"İyi ya, bekleme,
hemen gir aydınlığa!
Veda et dünyandaki o zifiri
karanlığa!”
"Emrinizdeyim, hakka
adadım şiirimi”
"Bağışladım medeniyete
sanatsal özümü:"
Mehmet Şerif Cebe
BİR KASİDE
"Şüphe yok ki,
Resulullah,
Doğru yolu gösteren bir
nurdur,
Kötülükleri yok etmek için,
Allah'ın sıyrılmış keskin
ve yalın,
Kılıçlarından bir kılıçtır.
Ka’b bin Züheyr (Kaside-i Bürde (Banet Süadü)